Yeni Anayasaya Doğru (Sonuç)

  • GİRİŞ28.02.2013 09:46
  • GÜNCELLEME28.02.2013 09:46

Böylece, kişi hak ve hürriyetlerinin temel taşlarından, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerinin Korunmasına İlişkin Sözleşme ve bu Sözleşmeye ek protokoller ışığında; yeni, toplumsal mutabakata ve inanca dayalı, kalıcı bir anayasa hazırlama gereği doğmuştur.

Yapılması gereken; kişi hak ve hürriyetlerini kapsayan ve Ülkenin yönetim biçimi ile niteliklerini gösteren, az maddeden oluşan ve değişikliğe uğratılmaksızın uzun süre uygulanacak istikrarlı Anayasa hükümlerini benimsemektir. Normlar hiyerarşisinin tepesinde olan, kişi hak ve hürriyetlerini koruyan ve gözeten Anayasaya sahip olma hakkı bulunan Türk Milleti böylelikle; demokrasiye, kişi hak ve hürriyetlerine dayalı, Devletinin Ülkesi ve Milleti ile bölünmez bütünlüğüne, kişi hak ve hürriyetlerinin korunması hassasiyeti ile yaklaşan, hukukun evrensel ilke ve esasları ile kişi hak ve hürriyetlerinin geliştirilmesi konusunda uluslararası sözleşmelere değer verip, bunların gereğinin yerine getirilmesine imkan tanıyan Anayasasına kavuşmuş olacaktır.

Kişi hak ve hürriyetleri ile Ülkenin yönetim biçimi ve niteliklerini düzenlemesi gereken Anayasa metninin uzun ve ayrıntılı olmaması gerektiği tartışmasızdır. Böylece, temel ilke ve esasları gösteren normlar hiyerarşisinin en tepesindeki hukuk kurallarından oluşan Anayasa'nın, sürekli değişiklik ve eklemelerle karşı karşıya kalmasının önüne geçilebileceğini belirtmek isteriz.

Başlangıç, Genel Esaslar, Kişi Hak ve Hürriyetleri ile Türkiye Cumhuriyeti'nin temel organları başlıkları ile dört kısım altında ve toplam 20 maddeden oluşan Anayasa, yol gösterdiği kanun ve diğer alt hukuk normları uygulamaları ile sorunları çözücü, toplum ve bireyleri kapsayıcı olma özelliğini kazanacaktır.

Kısa ve öz anayasanın, müesseselerin güçlü olduğu ülkelerde yararlı olacağı söylenmektedir. Bu düşünceye göre, kazuistik anayasa ile müesseselerin düzenlenmesi ve dolayısıyla kişi hak ve hürriyetlerinin korunması gerekir. Aksi halde, otorite yetkilerini kötüye kullanır ve kontrolü tümü ile ele almaya çalışır. Demokratik hukuk devleti ilkesini hazmetmemiş, toplum olarak henüz benimsememiş ülkelerde, ayrıntılı, tüm müesseseleri tanımlayan ve koruyan bir anayasa düzenlense de, iyi uygulama olmadıkça otorite, kuvvetleri ve tatbikatı kontrol altına alarak ve hatta anayasayı kazuistik olması sebebiyle yap-boz tahtasına çevirerek, sözde sorunların çözüleceği vaadi ile demokratik hukuk devleti anlayışından uzaklaşabilir. Oysa kısa ve öz anayasa vasıtasıyla, kişi hak ve hürriyetleri ile ülkenin sistemi ve erklerini düzenleyen kısa ve öz anayasaya müdahale edilebilmesi imkanı ortadan kalkacaktır.

Burada sorun, yasama-yürütme erkleri arasındaki kesişme ve etkileme, kanun yoluyla anayasayı ihlal ve bunun Anayasa Mahkemesi tarafından hukukilik denetiminin tam manası ile yapılıp yapılamayacağı noktasında yaşanmaktadır. Aynı sorunun daha büyüğü, kazuistik özellik taşıyan 1982 Anayasası'nda zaten yaşanmaktadır. Bu sorunun kaynağı, belki insan ve hukuk kültürü olarak da tanımlanabilir. Bir başka ifadeyle, Ülkemizde anayasalar üzerinde yaşanan sorun ve tartışmaların bütününde, insan ve hukuk kültürü ön plana çıkmaktadır. Anayasa metninin kısa veya uzun olmasından ziyade, demokratik hukuk devleti anlayışının iyiniyetli ve özde benimsenip uygulanması esas alınmalıdır.

Bu tartışma neticesinde, kısa ve öz anayasa metinleri için yöneltilen eleştirilerin isabetli olmadığını, Ülkemizin henüz kısa ve öz bir anayasaya sahip olup uygulama şansını elde edemediğini, bu sebeple de herkesin anlayabileceği, kişi hak ve hürriyetler ile Ülkenin yönetim sistemini gösteren genel çerçeve kurallara sahip bir anayasa metninin isabetli olacağını ifade etmek isteriz.

Anayasanın bu özellik ve şekli ile Ülkemizde yürürlüğe konulmasının vaktinin geldiğini, hak ve hürriyetleri esas alan Anayasa metninin kişi ve Ülke sorunlarını çözmede önemli bir rol üstleneceğini düşünmekteyiz. Ancak Yeni Anayasa, bu Ülke ve Millet ile Devletin yönetim sisteminin temel taşları olan unsurlara zarar verecek şekilde de kaleme alınmamalıdır. Elbette tek başına sorunları çözmeye yeterli olamayacak Yeni Anayasa, Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Milleti için çözümsüz sorunlar üretmek yerine, kişi hak ve hürriyetleri ile hukukun evrensel ilke ve esaslarını tanıyıp geliştiren hükümlere yer vermelidir. Anayasanın bunun dışında bir amaç ve hedefi de olamaz. Kamu düzeni, huzuru ve barışını sağlamanın yolu, Anayasa değiştirmekten, Anayasaya, kabulü ve pratiğe dönüştürülmesi mümkün olmayan hükümler koymaktan geçmez. Toplumsal inanç, kabul ve uygulanabilirlik sağlanmadığı müddetçe, hukuk kurallarının yaşamını sürdürmeleri mümkün değildir. Kural ve uygulamada bir türlü istikrar kazanamayan Türk Hukuku, bu olumsuzluğun birçok örneğini tecrübe etmiştir.

Anayasanın kısmen veya tümden değişikliği usulünde, yürürlükte olması sebebiyle 1982 Anayasası'nın 4. ve 175. maddelerinin esas alınması gerektiği noktasında ise tartışma olamaz. Çünkü hukuk devletinde, yürürlükteki anayasa ve kanunlar, ancak bu mevzuatta değişiklik yapılmasını öngören hukuk kurallarına göre düzenlenebilir.

Sonuç olarak; ideal anayasaya sahip olmakla tüm sorunların çözülebileceğini düşünmek yanlıştır. İdeal anayasa, tam manası ile dürüst ve eşit uygulandığı takdirde olumlu sonuç verir. Hukuk kurallarının dürüst, iyi ve eşit uygulaması yoksa, en iyi anayasayı yazdığınızı ve düzenlediğinizi düşünseniz bile, uygulamasının kötü olması sebebiyle yeni anayasa da sorunları çözmekten uzak kalacaktır.

Yeni Anayasa yolunda doğru ilerlemek ve birleştirici bir unsur olarak görülmesi gereken Anayasanın herkese ait olduğu gerçeğini gözardı etmemek gerekir. Yeni Anayasa stratejisinin, aşağıdaki yer alan iki tespit ışığında çizilmesinin faydalı olacağını inanmaktayız.

Son zamanlarda sıkça kullanılan “barış” sözü, savaşan veya çatışan devletler ya da taraflar arasında kullanılır. Bizde savaşan iki devlet veya çatışan iki taraf olmadığına göre, “barış” sözünün ne anlamda kullanıldığını da iyi tespit etmek ve bu kavramı yerinde kullanmak isabetli olacaktır. Kazanılan veya kaybedilen bir savaş veya Ülkeye yaygın çatışma ortamı mı var ki, barış görüşmeleri, barış süreci ve Türk Milletini inciten “tutsak” kelimesi kullanılmaktadır? “İnsan kaçırma”, ne zamandan beri “tutsaklık” kavramı ile eş anlamlı hale gelmiştir?

Egemenlik Milletindir, coğrafi anlama dayalı sözcüklerle “Millet” tanımı yapılamaz. Coğrafi kavram olarak ülke, egemenliğin bir unsurunu oluşturur, tamamını değil. Ayrıca, milletin bir parçasına veya ülkenin bir bölgesinde yaşayan insanlara egemenlik de tanınamaz. Çünkü ülke ve millet bir bütündür.

Prof. Dr. Ersan Şen - Haber 7

ersansen@hotmail.com

Yorumlar1

  • yaşar Gürakan 11 yıl önce Şikayet Et
    dilinize sağlık. sayın hocam elinize yüreğinize sağlık.
    Cevapla Toplam 1 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat