Başkanlık sistemi güya başarısız olmuş; el insaf!

.

  • GİRİŞ25.02.2020 09:27
  • GÜNCELLEME10.03.2020 09:21

Türkiye’de uygulanan başkanlık sistemi, hükümet modelleri hakkında yeterli bilgiye sahip oldukları şüpheli bazı kişiler tarafından son günlerde özenle gündeme taşınarak eleştirilmekte.

 

 

Bu değerli zevat, başkanlık sisteminin tarihî gelişimine dair yeterli araştırma yapmadan, Türkiye’nin seçtiği yeni modeli çoktan yerden yere vurmaya başladı bile.

Sadece bir buçuk yıldır uygulanan başkanlık sistemini “başarısız” ilan eden bazı acullar ise ülkede yüz yıldan daha uzun süre uygulanan, ekonomiyi, siyaseti ve toplumu krizden krize sürükleyen parlamenter sisteminin özlemi içinde.

 

 

Ne de olsa “kel ölür sırma saçlı olur, kör ölür badem gözlü olur”.

Parlamenter sistemin neredeyse bütün modellerini uygulayan Türkiye’nin gelip dayandığı nokta kaçınılmaz olarak başkanlık sistemi olmuşken, sistem tartışmasının tekrar başlatılması pek de iyi niyetli görünmemekte.

Kaldı ki başkanlık sistemini topyekûn “başarısız” ilan etmek ayrı şeydir, Türkiye’de uygulanan modeli irdeleyip, iyi niyetli tavsiyelerde bulunmak ayrı şeydir.

Neticede acullar için başkanlık sistemi üzerine yeni bir yazı kaleme almak mecburiyetinde kaldık.

Her şeyden önce Türkiye başkanlık sistemine, aculların iddia ettiği gibi birden bire geçmedi.

Başkanlık sistemi bu ülkede en az elli yıl tartışıldı, üniversitelerde tezler hazırlandı, kitaplar kaleme alındı, raporlar yayınlandı, siyasî partilerin programlarında yer verildi, birçok toplantı gerçekleştirildi.

Konu bazen gündemden düştü, bazen gündeme taşındı, bazen hararetle bazen de ılımlı yaklaşımlarla ele alındı.

Kimileri tartışmalarda yapıcı yaklaşımlar sergiledi, kimileri ise engellemek ve itibarsızlaştırmak için elinden geleni ardına koymadı, hatta işi iftiraya, hakarete ve tehdide kadar vardırdı.

“Seni başkan yapmayacağız” diyerek ittifaklar kuruldu, “nasıl salladık ama” sözleri üzerinden mutluluk pozları verildi.

Sonuçta 16 Nisan 2017’de yapılan referandum ile Türkiye’de başkanlık sisteminin anayasal çerçevesi belirlendi ve 24 Haziran 2018’de yapılan cumhurbaşkanlığı seçimi ile başkanlık sistemine geçildi.

Bazılarının ortaya attığı bir diğer iddia ise “Türk tipi başkanlık” olamayacağı yönündeki görüştür.

Her şeyden önce devletler tarihî geçmişi, yönetim gelenekleri ve ihtiyaçlarına uygun hükümet sistemleri geliştirirler.

Dolayısıyla her ülke için geçerli, “sihirli değnek” hünerinde standart bir hükümet sisteminden söz edilemez.

Örneğin, İngiltere’de uygulanan parlamenter monarşi Japonya’ya benzemez, Japonya’daki İspanya’ya, İspanya’daki İsveç’e benzemez.

Aynı şekilde Almanya’da uygulanan parlamenter cumhuriyet İtalya’ya benzemez, İtalya’daki Polonya’ya, Polonya’daki Yunanistan’a benzemez.

Yarı başkanlık modellerinde de durum böyledir. Fransa’da uygulanan model Rusya’ya, Rusya’nınki Romanya’ya, Romanya’nınki Azerbaycan’a benzemez.

Başkanlık sistemi de ülkeden ülkeye değişen modeller şeklinde uygulanır.

Başkanlık sisteminin kaynağı ve ilk örneği olan ABD’de uygulanan model, komşu Meksika’ya, Meksika’nınki Brezilya’ya, Brezilya’nınki ise Güney Kore’ye benzemez.

İngiltere’de “İngiliz tipi”, Rusya’da “Rus tipi”, İspanya’da “İspanyol tipi”, Japonya’da “Japon tipi”, Türkiye’de de “Türk tipi” hükümet sistemleri uygulandı ve uygulanmaya devam edecek.

Hiçbir ülke, hiçbir sistemi “saf” hali ile uygulamaz. Kendi ihtiyaçlarına göre revize eder ve kendi özgün “tipi”ni geliştirir.

Çünkü her devlet kendi ihtiyaçlarına göre bir hükümet modeli belirler, şartlar değiştiğinde modelde değişiklikler yapar, eğer radikal dönüşümler yapma ihtiyacı hissederse, hiç çekinmeden bunu da gerçekleştirir.

Tarihleri ve kültürleri birbirinden tamamen farklı olan Fransa’nın parlamenter sistemden yarı başkanlık sistemine, Kırgızistan’ın başkanlık sisteminden parlamenter sisteme, İran’ın parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçmesi böylesi ihtiyaçlar dolayısıyla gerçekleşti.

Benzer bir durum hem Osmanlı hem de Türkiye için geçerlidir.

Sözgelimi Osmanlı Devletinin meşrutiyete yürüyüşü 1808 Sened-i İttifak, 1839 Tanzimat Fermanı, 1856 Islahat Fermanı ve 1876 Kanun-ı Esasî ile gerçekleşti.

1876 tarihli Kanun-ı Esasî ile padişahın devlet yönetiminde mutlak yetkiye sahip olduğu hükümet sistemi terk edilerek “güçlü padişah-zayıf parlamento” (güçlü yürütme-zayıf yasama) modeline dayalı bir tür parlamenter monarşiye geçildi.

Kanun-ı Esasî’de 1909 yılında yapılan kapsamlı değişikliklerle ise “zayıf padişah-güçlü parlamento” (zayıf yürütme-güçlü yasama) modeline dayalı parlamenter monarşiye geçildi.

23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisinin kurulması sonrasında, zamanın şartları içinde “meclis hükümeti” modeli benimsendi.

Bu model, yasama ve yürütme yetkilerini Türkiye Büyük Millet Meclisinde birleştiren bir “kuvvetler birliği” sistemi getirdi.

Hatta üyeleri milletvekilleri arasından seçilen İstiklal Mahkemeleri kurularak “yargı” yetkisi de belirli alanlarda doğrudan Meclisin uhdesine bırakıldı.  

1923 yazında yapılan seçimle Türkiye Büyük Millet Meclisi milletvekillerinin tamamı Cumhuriyet Halk Fırkası (Partisi) üyeleri arasından seçildi ve aynı yıl Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte “parlamenter cumhuriyet” modeline geçildi.

Ancak, bu yeni model, milletvekillerinin tamamının CHP listelerinden seçildiği, dolayısıyla tek partinin hâkim olduğu, Cumhurbaşkanının o tek partinin genel başkanı olduğu, “zayıf parlamento-güçlü cumhurbaşkanı” (zayıf yasama-güçlü yürütme) esasına dayalı, “nevi şahsına münhasır” bir parlamenter hükümet sistemi getirdi.

İç ve dış aktörlerin talep ve baskıları dolayısıyla kerhen de olsa düzenlenen şaibeli bir seçimle 1946 yılında çok partili siyasî hayata geçildi.

Mecliste oluşan muhalefete karşılık, “zayıf parlamento-güçlü cumhurbaşkanı” (zayıf yasama-güçlü yürütme) esasına dayalı “amorf” parlamenter model devam ettirildi.

1950 yılında Demokrat Partinin iktidara gelmesiyle “hükümet-parlamento-cumhurbaşkanı” arasında belirli bir denge kurulmaya çalışılmışsa da 27 Mayıs askerî darbesi ve sonrasında yürürlüğe giren 1961 Anayasası ile birlikte, “zayıf hükümet-güçlü parlamento-zayıf cumhurbaşkanı” (zayıf yürütme-güçlü yasama) esasına dayalı farklı bir parlamenter modele geçildi.

“Bu anayasa ile hükümet edilmez (devlet yönetilemez)” şikâyetleri altında 1971 ve 1973 yıllarında yapılan değişikliklerle modelin “hükümet (yürütme)” tarafı güçlendirilmeye çalışıldı.

Ülkenin 1970’lerde sürüklendiği siyasî, ekonomik ve toplumsal krizler silsilesinin faturası mevcut politik düzene ve hükümet sistemine kesildi ve Türkiye 12 Eylül 1980’de gayet planlı bir askerî darbe ile sarsıldı.

Bir sağdan bir soldan idam edilenlerin gölgesinde yürürlüğe giren 1982 Anayasasında, yüzyılı bulan parlamenter sistem içinde yeni bir model kurgulandı.

Ancak, “güçlü hükümet-zayıf parlamento-güçlü cumhurbaşkanı” (güçlü yürütme-zayıf yasama) esasına dayalı yeni parlamenter model de ülkenin istikrar arayışına çare olamadı.

Nitekim 90’lı yıllar siyasî, ekonomik ve toplumsal krizlerle geçti.

Neredeyse bütün cumhurbaşkanlığı seçimleri bunalıma dönüşürken, Mecliste mutabakatla seçilen bir Cumhurbaşkanı ise, zamanının çoğunu yasama ve yürütme (hükümet) çalışmalarını kilitleyerek geçirdi.

Asıl misyonu, ülkeyi 1930’lardan kalma fabrika ayarlarında tutmak olarak da tanımlanan zamanın cumhurbaşkanlığı makamına, muhafazakâr bir insanın seçilmesi ihtimali karşısında alarm zilleri çalan sistem, “367” garabetini, üstelik yargı kararı üzerinden yürürlüğe soktu.

21 Ekim 2007’de yapılan anayasa değişikliği ile parlamenter sistemden kopuş yönünde ciddi bir adım atılarak, Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi hükme bağlandı.

Cumhurbaşkanının 2014 yılında halk tarafından seçilmesiyle birlikte, Türkiye’de uygulanan model, parlamenter sistemden çok yarı başkanlık sistemine benzer özellikler göstermeye başladı.

Ancak, bir yandan 7 Haziran 2015’te yapılan milletvekili genel seçimi sonrasında ülkenin beş ayı aşkın bir süre hükümet sorunu yaşaması, hükümetin kurulması sonrasında ise yürütmenin kendi içinde ortaya çıkan derin görüş ayrılıkları önemli sorunları da beraberinde getirdi.

1923-2016 arasındaki 93 yılda 64 hükümetin kurulup yıkıldığı, bir hükümetin ortalama ömrünün 17 ay olduğu Türkiye’de 65. hükümet kuruldu.

ABD’nin 240 yıllık tarihinde 44 başkan (hükümet) görev yapmışken, genç Türkiye Cumhuriyetinin 95 yıllık ömründe 65 hükümet görev yaptı.

Parlamenter sistemin bütün modellerini uygulayıp bırakan Türkiye’ye, yine parlamenter sistemin “mükemmel” model olarak sunulmasının arka planında nasıl bir niyet olabilir ki?

Henüz bir buçuk yıldır uygulanan bir sistemi, yüz yıl uygulanıp başarısız olan başka bir sistemle mukayese etmek aslında pek de insaflı, iyi niyetli ve mantıklı görünmemekte.

Elbette her sistemin kendi içinde sorunları, sıkıntıları vardır.

Asıl yapılması gereken; tıpkı parlamenter sistemin uygulandığı yüz yıllı aşkın süre boyunca yapıldığı gibi, yeni sistemi rehabilite edecek öneriler geliştirmek olmalı.

Bunun için de başkanlık sisteminin hiç olmazsa beş yıl süre ile uygulanmasını beklemek en mantıklı yol olacaktır.

Acullara tavsiyemiz, sabredip 2023 yılını beklemeleri, değerli tespitlerini ve tavsiyelerini beş yıllık tecrübeden sonra devletin ve milletin hayrına sunmaları.

İnsafın, iyi niyetin ve mantığın gereği budur.

Kalın sağlıcakla.

Yorumlar3

  • oflu 4 yıl önce Şikayet Et
    HER SEYI kiralik olanlar bu yazidan anlamaz...95 yilda 65 hukumet abd 244 yilda 44 baskan...sorunun cevabi olarak yeter de ahmaklar nasil anlasin ...cunku ahmak
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • Fatih 4 yıl önce Şikayet Et
    Hocam, bu sistemde kuvvetler ayrılığı erklerinin daha güçlü olması sağlanmalıdır sizlerde taktir edersiniz ki
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • şenol 4 yıl önce Şikayet Et
    Milleti ve devleti yüceltecek olan,iyi niyetli ,millete ve devlete bağlı kişilerdir. Böyle olursa sistemin çok önemi yoktur.Yok eğer bizdeki gibi yıkım ve tahrifat memurlarının çok olduğu yerde,başkanlık sistemi en hayırlı çözümdür.Sonuçta yönetecek olan milletin oyu ile gelip yönetecek.Burada asıl sorumluluk milletin bizzat kendisine düşmektedir..Millet uyanık olmalıdır.
    Cevapla Toplam 1 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat