Koronavirüs: Küresel güç mücadelesinde yeni silah

.

  • GİRİŞ17.03.2020 08:58
  • GÜNCELLEME19.03.2020 09:36

Dünya Sağlık Örgütü tarafından “pandemi” (küresel salgın) olarak ilan edilen Koronavirüs, bir yandan ülkeleri ve insanları panik havasına sokup muazzam tedbirlerin alınmasına yol açarken, diğer yandan da akıllarda ciddi soru işaretleri bırakmaktadır.

 

 

İnsanın en değerli varlığı olan yaşama hakkının korunması elbette birinci derece önceliktir ve koronavirüse karşı radikal tedbirler alan ülkeler en doğrusunu yapmaktadır.

Nitekim veba, çiçek, sıtma, kızamık, humma, tifüs, kolera ve İspanyol gribi gibi salgın hastalıklar, tarih boyunca yüz milyonlarca insanın ölümüne yol açtı.

 

 

İnsanlık ne Birinci ve İkinci Dünya savaşlarında ne kıtlık ve yokluk zamanlarında ne de doğal âfetlerde bu kadar büyük kayıplar vermedi.

Bu gerçeklik, elbette dünyaya hâkim olmak isteyen güçlerin de bildiği bir olgudur.

Yani ABD derin devletinin, İngiliz Kraliyet Ailesinin, Rotschild ve Rockefeller ailelerinin, Siyonist yapıların, küresel silah, para ve sermaye hareketlerini yöneten diğer güç odaklarının çok iyi bildiği bir gerçekliktir.

Bir salgın hastalık ile insanlığı muazzam bir panik haline sürükleyerek kontrol etmek, sonu belli olmayan trilyonlarca dolarlık savaşlardan çok daha kolaydır.

Kaldı ki İkinci Dünya Savaşında parlak bir zafer kazanan ABD, sonraki yıllarda girdiği savaşları ya kaybetti ya da Pirus Zaferine benzer sonuçlar elde etti.

Irak’ın işgali trilyonlarca dolara mal olurken, ABD hazinesine bunun yarısı kadar bile para girmedi.

Benzer bir durum Afganistan’ın işgali için de geçerlidir.

Irak ve Afganistan gibi “kabile” devletlerinin bile kontrol altına alınmasında bu kadar zorlanan küresel güçlerin Çin, Hindistan ve Rusya gibi ülkeleri klasik askerî ve ekonomik taktiklerle kontrol altına alamayacağı çoktan anlaşıldı.

Yani askerî operasyonlar ve ekonomik saldırılar bir yere kadar işe yaramaktaydı, daha etkili, daha az masraflı, daha kullanışlı ve kolayca maniple edilebilir yöntemlerin sahaya sürülmesi gerekliydi.

Üstelik geliştirilecek taktiklerin neden olduğu sarsıntılardan hiç kimse de sorumlu tutulmamalıydı.

Küresel toplum çok iyi tanımlanmış hedefe doğru planlı bir şekilde yönlendirilirken, kitle (aslında sürü) psikolojisini diri tutacak iletişim (aslında manipülasyon) araçları da en etkili şekilde kullanılmalıydı.

Tamamı istihbarat örgütlerinin yönlendirmesiyle kurulan küresel sosyal medya şirketleri de bu ve benzeri ihtiyaçların karşılanması için gerekli olan teknolojik altyapıyı ve psikolojik ortamı hazırladı.

Böylesi bir zihinsel arka plan, teknolojik hazırlık ve rasyonel hesaplar sonrasında gerekli planlamalar, simülasyonlar ve tatbikatlar da yapıldı.

Kaldı ki hayaletler, vampirler, cadılar ve zombiler gibi saçma sapan şeylere yüzyıllardır inanan Batı toplumu ve onun sömürgeleştirdiği birçok toplumun bilinçaltı, Holywood filmleri, Batılı edebî (aslında edepsizlik) eserleri, konvansiyonel ve sosyal medya üzerinden, çoktan maniple edilebilir hale getirilmişti.

Nitekim Dean Koontz’un 1981 yılında kaleme aldığı Karanlığın Gözleri (Eyes of Darkness) adlı romanda, Çin’in Wuhan şehrindeki özel bir laboratuvarda geliştirilen ve “Gorki 400” adı verilen bir virüsün kontrolden çıkarak “pandemi”ye (küresel salgına) dönüşmesi ve bu süreçte yaşananlar anlatılmaktadır.

Romanın 1996 yılında yayımlanan yeni baskısında ise virüsün adı “Wuhan 400” olarak geçmektedir.

2011 yılında vizyona giren ve Salgın (orijinal İngilizce adı “Contagion”) ismini taşıyan bir filmde ise “MEV-1” olarak kodlanan bir tür nipah virüsünün yol açtığı “pandemi” ve bundan daha hızlı yayılan “panik” anlatılmaktadır.

Filme göre virüs, Hong Kong yakınlarında yaşayan bir “yarasa”dan domuzlara, domuzlardan da insanlara geçmiş ve bir salgına dönüşerek küresel toplumda korkunç bir “panik” havasının oluşmasına yol açmıştır.

Üstelik virüsün ilk bulaştığı kişi, bir restoranda hastalıklı domuzu kesen şefin “elini sıkan” bir kadındır.

ABD’deki John Hopkins Üniversitesi tarafından yürütülen ve “Event 201” adı verilen bir çalışma kapsamında “CAPS” adı verilen bir virüsün yol açtığı “pandemi” senaryosu, 2019 yılı Ekim ayında küresel düzeyde simüle edildi.

Yani Çin’de ilk koronavirüs vakasının resmen duyurulduğu tarihten yaklaşık iki ay önce.

Senaryoya göre Brezilya’da domuzlardan insanlara geçen ve kısa sürede pandemiye (küresel salgına) dönüşen CAPS virüsü, sadece 18 ay içinde 65 milyon insanın ölümüne neden olmaktaydı.

Yani atom bombalarından füzelere kadar her türlü silahın kullanıldığı İkinci Dünya Savaşında ölen insan sayısına denk can kaybı yaşanmaktaydı, üstelik altı yılda değil, sadece bir buçuk yıl içinde.

Yaşanan panik ortamında ulaşım sistemleri çalışamaz hale gelmekte, turizm tamamen bitmekte, geniş katılımlı sosyal, kültürel, sanatsal, sportif, siyasî ve bilimsel etkinliklerin tamamı iptal edilmekte, borsalar %40 oranında düşmekte, bankacılık ve finans sistemi çökmekte ve sayısız şirket iflas etmekte.

 “Pandemi”, “virüs”, “Wuhan”, “Çin”, “yarasa”, “el sıkışma”, “panik”, “iptal” kavramları, bugünlerde ne kadar tanıdık değil mi?

Bu kadarcık bilgi üzerinden elbette olan biten her şeyi bir kitaba, bir filme ve bir simülasyon çalışmasına yükleyecek değilim.

Ama bilim kurgu da olsa bir romanın kaleme alınması, bir senaryonun hazırlanması veya bir simülasyon çalışmasının yapılması aylar hatta yıllar süren zihinsel, entelektüel ve bilimsel hazırlığı gerektirir.

Yani, bilim kurgu romanı yazan beyin, bilim kurgu senaryoyu kaleme alan beyin ve simülasyon çalışmasını hazırlayan beyin tıbbın, mühendisliğin, sosyolojinin, psikolojinin, siyaset biliminin ve iletişim teknolojilerinin geldiği noktayı dikkate almaksızın, günün teknolojik sınırlarını zorlamaksızın ve geleceğe dair iddialı, fakat ayağı yere basan öngörülerde bulunmaksızın ne romanına alıcı ne senaryosuna yapımcı ne de simülasyonuna muhatap bulabilir.

Bir roman, bir sinema filmi veya bir simülasyon çalışması, aslında geleceğe hükmetmek üzere arka planda yürütülen çalışmalara ve hazırlıklara dair küresel topluma fikir verebilirken, aynı zamanda dünyaya hâkim olmak isteyenlere de aradıkları fikri verebilmekte.

Bütün bunlar; Çin ekonomisinde oluşan yüz milyarlarca dolarlık zararın neden olduğu ekonomik panik, Çekya’nın kendini dış dünyaya tamamen kapattığı siyasî panik ve İstanbul’daki metrobüste “çantan bana değdi” kavgasına kadar varan psikolojik panik dikkate alındığında, pek de tevafukmuş gibi görünmüyor.

Hele hele Koronavirüsün Wuhan’da ortaya çıkmasının arka planı deşildikçe, ne kadar ince bir hesabın yapılmış olduğu daha da belirginleşmekte.

Koronavirüs ile birlikte, hiç kimsenin bilmediği, adını bile duymadığı bu kadim Çin şehri bir anda bütün dünyanın gündemine oturdu.

Oysa Wuhan, Çin ana karasının (Çin nüfusunun %90’ının yaşadığı toprakların) tam orta noktasında yer alan, kara ve demiryollarının yanı sıra İstanbul Boğazı kadar geniş olan Yangtze Nehri (Gök Irmak) dolayısıyla ülke içi gemi taşımacılığının da merkezi konumunda olan bir şehirdir.

Ayrıca, bir kıta büyüklüğündeki bu ülkenin önde gelen yurt içi havayolu aktarma merkezlerinden biri de yine Wuhan’dır.

11 milyonluk nüfusu, muazzam endüstriyel üretim kapasitesi, Çin tarımının ve gıda endüstrisinin merkezi konumunda olan Wuhan, âdeta miting alanını andıran garları, otogarları, limanları ve havalimanı ile Çin’de herkesin yolunun bir şekilde düştüğü belki de tek şehirdir.

Pekin, Şanghay, Guangzhou ve Chongqing gibi Çin’in en büyük dört şehrini birleştiren kara ve demiryollarının kavşağında olan bu şehirde ortaya çıkacak ölümcül bir virüsün, ülke geneline daha hızlı yayılacağını ve bu dört şehre göre çok daha etkili bir panik havasına neden olacağını tahmin etmek için Çin uzmanı olmaya gerek yok.

Dünyanın ikinci büyük ekonomisi konumuna yükselen, neredeyse sınırsız yeraltı, yerüstü ve insan kaynağına sahip olan Çin’i iki ayda felç edecek bir virüs için en iyi başlangıç noktası Wuhan’dan başka bir şehir olamazdı.

“Kuşak ve Yol” projesi ile ABD’ye kafa tutan, “Çin’in yükselişini artık hiç bir kuvvet engelleyemez” diyerek ABD’ye meydan okuyan Çin’e, dünyanın efendisinin kim olduğunu gösterecek bir ders verilmeliydi.

Ancak bu kadar büyük bir ülkeye askerî veya ekonomik operasyon düzenlemek neredeyse imkânsızdı ve mutlak zaferi getireceği de garanti değildi.

On yıllardır üzerinde çalışılan biyolojik savaş teknikleri tam da bu aşamada devreye sokularak kullanışlı ve akıllı bir virüs sayesinde koca ülke perişan edildi.

Salgının ilk günlerinde saldırıyı fark eden Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, “Çin’in büyük bir saldırı altında olduğunu” açıklamak mecburiyetinde kaldı.

Saldırı o kadar büyük ve korkutucu idi ki çok geçmeden Çin hükümeti ABD ile girdiği ticaret savaşlarında geri adım atmak zorunda kaldı.

Ancak, virüsün diğer ülkelere de yayılması, Çin dışında başka hedeflerin de olduğunu gösterdi.

Virüsün tuhaf bir şekilde Batı medeniyetinin beşiği konumda olan, steril, hijyenik ve gelişmiş Avrupa Kıtasına sıçraması, Avrupa Birliğinin de hedefte olduğunu gösterdi.

Bu kullanışlı ve akıllı virüs, hangi ülkeye zarar vereceğini de çok iyi biliyordu.

Virüs, Avrupa Birliğinin üçüncü büyük ekonomisi olmakla birlikte, son on yıldır ağır bir ekonomik kriz geçiren ve iflasın eşiğine gelen İtalya’yı özellikle mi seçti?

Yoksa Çin’den çıkan bir virüsün Çinlilerin en sevdiği bu Avrupa ülkesini sevmesi gayet normal miydi?

Avrupa’da en yaşlı nüfusa sahip ülke olan İtalya, çoğunlukla yaşlı insanları öldüren bu akıllı ve seçici virüsten kolayca etkilenecek ve zaten kırılgan olan ekonomisi hızla çöküşe geçecek, bu kadar büyük bir ekonomiyi batmaktan kurtarmaya Avrupa Birliğinin kaynakları yetmeyeceğinden, Birlik ya dağılacak ya da “küresel efendilerden” destek talebinde bulunacaktı.

Hele hele Almanya Başbakanı Angela Merkel’in “Almanya’daki insanların %60 ila %70’ine koronavirüs bulaşabilir” sözü ve İngiltere Başbakanı Boris Johnson’ın “koronavirüs bir kuşağın karşı karşıya geldiği en büyük sağlık tehdidi, birçok insan ailesini kaybedecek” sözü, Merkel ve Johnson’ın da oynanan küresel oyunun farkında olduklarını göstermekte.

Yoksa bize mi öyle gelmekte?

İngiltere Halk Sağlığı Kurumu tarafından hazırlanan ve daha dün kamuoyuna duyurulan bir raporda; “salgının 2021 yılı bahar aylarına kadar devam edebileceği, ülke nüfusunun %80’inin virüs kapabileceği ve 7,9 milyon insanın hastanelik olabileceğine” dair tahminler yer aldı.

Demek ki virüsü yerküreye salanlar Almanya ve İngiltere ile de yoldaşlık etmemekte.

Yoksa bize mi öyle görünmekteler?

Belki de Merkel ve Johnson da işin içinde ve küresel paniğin artması için ellerinden gelen her şeyi yapmaktalar, kim bilir?

Almanları anladık, aceleci, duygusal ve küresel siyaseti bilmeyen bir yapıları var da; ketumluğu, temkinliliği ve siyasî ustalığı ile meşhur İngilizlerin bu tür açıklamalar yapması, ziyadesiyle tuhaf değil mi?

Üstüne bir de Dünya Sağlık Örgütünün, 16 Mart 2020 itibarı ile toplam 6526 kişinin öldüğü (yani bulaşıcı birçok hastalık türünden çok daha az insanın öldüğü) koronavirüsü “pandemi” şeklinde nitelemesi eklendiğinde, durum iyice tuhaflaşmakta.

Küresel kurumların tamamına hâkim olan ABD-İngiltere ikilisinin Dünya Sağlık Örgütüne bu türden bir açıklama yaptırması çok zor olmasa gerek.

Bu arada tem gazeteler hem televizyonlar hem de sosyal medya görevini kusursuz yapmakta, “panik” havasının bütün dünyaya yayılması için elinden geleni ardına koymamakta.

Tıpkı kukla terör örgütü DEAŞ’ın birçoğu kurgu olan saldırılarını bütün Batılı medya kuruluşlarının aylarca her bültende ilk haber olarak, hem de tekrar tekrar vererek Batı kamuoyunda korkunç bir “İslâm / Müslüman” algısının yerleşmesini sağlaması gibi.

Senaryoya göre koronavirüs harekâtı sonrasında dik başlı Çin’in ve iflah olmaz ABD düşmanı Avrupa Birliği’nin devre dışı bırakılmasıyla birlikte, küresel ekonomide ABD’den başka hâkim güç, İngiltere’den başka “yancı” kalmayacaktı; hazır İngiltere de Birlik’ten ayrılmışken.

Küresel ekonomik sistemin tek patronu haline gelecek ABD-İngiltere ortaklığı, dünyayı büyük ölçüde şekillendirecekti.

Neredeyse yüz yıldır olduğu gibi.

Bu süreçte koronavirüse karşı aşı geliştirme çalışmalarında önemli mesafe kat eden Alman CureVac şirketine Trump’ın yüklü miktarda para teklif ettiğine dair haberlerin Alman basınında yer alması da oldukça manidar.

Koronavirüse karşı Trump yönetiminin 50 milyar dolarlık bir mücadele paketini yürürlüğe sokması, ABD’deki Trump-Derin Amerika çift başlılığının devam ettiğini mi göstermekte?

Trump, Alman şirketin aşı konusunda elde ettiği know-how’ı ABD’ye transfer ederek, komplo teorisyenlerinin aylardır söylediği, “aşı üzerinden on milyarlarca dolarlık ekonomik kazanç elde etme” avantajını, Derin Amerika’nın elinden almaya mı çalışmakta?

Neticede üç yılı aşkın bir süredir, ABD’yi “kabile devleti” görüntüsüne sokma pahasına birbirilerine yapmadıklarını bırakmamışlardı.

Japonya’nın, Türkiye’nin ve Rusya’nın koronavirüse karşı olağanüstü tedbirler alması da oynanan oyundaki amacın, sanki bu üç devlet tarafından fark edildiğini göstermekte.

Türkiye’nin istihbarat teşkilatının bu süreçte çok iyi çalıştığı da ortaya çıktı.

Türkiye, koronavirüs saldırısını ilk günden itibaren ciddiye alarak gereken her türlü tedbiri büyük bir kararlılıkla ve sistematik bir şekilde alarak, salgından (pardon saldırıdan) en az şekilde etkilenmekte.

Avrupa’nın zengin ve gelişmiş ülkelerinin âdeta sapı sapır döküldüğü bir ortamda Türkiye’nin verdiği mücadele gerçek bir başarı hikâyesidir.

Başta Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere Sağlık Bakanımız Sayın Fahrettin Koca’ya ve diğer bakanlarımıza yürekten teşekkür etmek, bugünlerde vefanın en büyüğü olsa gerek.

Bundan sonra bize düşen, küresel güçlerin arzu ettiği panik havasına kapılmadan, gerekli tedbirleri kişisel hayatımızda kararlılıkla uygulamak ve devletimizin yaptığı uyarıları dikkate almaktır.

Kalın sağlıcakla.

Yorumlar5

  • Yasemin Yazal 4 yıl önce Şikayet Et
    Aynen katılıyorum. Salgın filmini izlemiştim. Kitabı daha önce görmüştüm. Önce masa başında senaryo.. ..Ve uygulamaya reklam, kitap, film, görsel sulbinal mesajlarla beynimizi alıştırıyorlar. Sonrasını az çok hepimiz birlikte yaşıyoruz.
    Cevapla Toplam 2 beğeni
  • hüseyin 4 yıl önce Şikayet Et
    Çok yerinde tespitler.. kesinlikle katılıyorum ayrıca sünnete uygun abdes alıp diğer kurallara uyarsak bu fırtınadan en az zararla çıkarız.
    Cevapla Toplam 4 beğeni
  • Ali Erdem 4 yıl önce Şikayet Et
    Çok yerinde ve önemli tespitler kalemine sağlık değerli hocam umarım ki kesinlikle dikkate alınacak uyarı ve tespitler
    Cevapla Toplam 2 beğeni
  • Trakyalı 4 yıl önce Şikayet Et
    Çok yerinde tespitler.. kesinlikle katılıyorum
    Cevapla Toplam 3 beğeni
  • Furkan 4 yıl önce Şikayet Et
    Avrupa ülkelerinde can kayıpları katlanarak artarken Türkiye’nin uzun zaman öncesinde almaya başladığı ciddi tedbirler bizleri biraz olsun rahatlatıyor. Vaziyete bakılırsa tutumumuzla pek çok ülkeye örnek teşkil ediyoruz. Ayrıca görünenin ardındaki bu ürkütücü gerçeklere ışık tuttuğunuz için teşekkürler.
    Cevapla Toplam 9 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat