Bu terazi bu kadar sıkleti çekmez

17 Aralık 2013'de Türkiye'de yapılan operasyonu iki farklı boyutta düşünüp değerlendirmek durumundayız.

  • GİRİŞ26.12.2013 09:19
  • GÜNCELLEME26.12.2013 09:19

Bu ne sadece bir yolsuzluk ve rüşvet operasyonudur, ne de yalnızca dış güçlerin müdahalesiyle gerçekleşen bir itibarsızlaştırma planı. Cemaat ve hükümetin tek yanlı savunma ve açıklamada ısrar etmeleri, buna paralel olarak her iki taraftaki basın-yayın organlarında gözlemlenen vekâleten davranış biçimleri bizde bazı şeylerin yanlış gittiği izlenimi doğuruyor. Özellikle de cemaat çizgisinde yayın yapan gazete ve televizyonlardaki haber ve yorumlarda bu,      somut hedef gösterilerek, ortamı daha fazla gerginleştirici biçimde yapılıyor.

Başkasıyla diyalog, birbiriyle düşmanlık olmaz

Bu kadar hiddetli, aceleci, alıngan ve savunmacı olmaya ne gerek var! Bir taraf Avrupa Birliği ile vize diyaloğu süreci başlatıyor,  diğer taraf yıllardır başka dinlerle diyalog arayışında... Peki, ne oluyor da birbirinize karşı düşmanca bir söyleme yöneliyorsunuz? Bunlar yalnızca size değil ülkeye ve yaptığınız hizmetlere zarar veriyor. Buna hakkınız yoktur.

Bazı bakanlar ile ilgili yolsuzluk ve rüşvet iddialarını araştırıp karara bağlayacak olan merci, "bağımsız" yargıdır. Adı geçen bakanların daha ilk gün soruşturmanın selâmeti için Başbakan'a istifalarını sundukları, ama Başbakan'ın siyaseten farklı bir yol izleyerek, bir kabine değişikliğiyle bu bakanları görevden almayı düşündüğü konuşulurken üç bakan istifalarını açıkladı. Belki de Başbakan bir yandan (her fırsatta mücadele edeceklerini dile getirdiği) yolsuzluk ve rüşvet iddialarına duyarsız kalmamış olacak, bir yandan da muhtemelen bir başka hükümet mensubu hakkında gündeme gelebilecek yolsuzluk iddiasına karşı kendinden emin bir duruş sergileyerek kamuoyuna bir yolsuzluk operasyonuyla yıkılmayacak  "temiz yönetim" imajı vermiş olacaktı.

Dış müdahale, iç yozlaşma

Aslında, Başbakan Erdoğan bu operasyonun dış kaynaklı bir komplo ile bağlantılı olduğunu düşünüyor, sürekli bunu dile getiriyor. Hadiselerin gelişimine, örneğin Halk Bankası etrafında kopartılan fırtınalara ve bunların nerelere kadar uzandığına bakılırsa, bir dış müdahalenin olduğundan kuşku duymamak gerekir. Ama dış müdahale içeride kimlerin, nasıl kullanıldığı sorusunu sormaya mani değildir. Konuyu böyle bir sorgulamayla masaya yatırmak, işin gerçekliğini tam anlamıyla kavramak için zorunludur. Bu arada kim zayıf yanından yakalanmış ve bazı çıkar hesaplarına alet olmuş ise, onun da tespit edilip şeffaf bir yöntemle toplum huzurunda açıklanması ve yargılanması hükümete zarar vermez, aksine, güven ve destek sağlar.

Peki, niçin Halk Bankası? Meselenin düğüm noktası burada. Bu konuyu İran'a ABD önderliğinde uygulanan ekonomik ve ticari ambargo ile Türkiye'nin buna yönelik tutumu bağlamında açıklamaya çalışalım. Bilindiği gibi, epeyce bir süredir ABD İran'ın nükleer silah geliştirme ihtimaline karşı önlemler alıyor, bu çerçevede İran'ın uluslararası ticaretini de BM kararları aracılığıyla kısıtlıyor, hatta engelliyor. Enerji kaynaklarına sahip olan İran, bu ambargo yüzünden malını satamıyor. Çünkü normal koşullarda alıcı bulsa bile, mevzuata uygun satış işleminde engelle karşılaşıyor.

Halk Bankası'nın işlevi

Bu arada Türkiye, enerji gereksiniminin neredeyse tamamını dışarıdan karşılamak durumunda bir komşu ülke olarak, hem Rusya Federasyonu gibi tek bir kaynağa bağımlı olmamak hem de komşu İran ile ilişkilerini yapılandırmak amacıyla bu ülkeden doğalgaz satın almak için bir yol ve yöntem geliştirmek istiyor. İşte bu sırada söz konusu ticaretin Türk Lirası ile Halk Bankası üzerinden gerçekleştirilmesi, İran'ın uluslararası piyasalarda değişim olanağı bulunmayan Türk Lirasını elinden çıkarabilmesi için ise Türkiye'den altın satın alması gündeme geliyor. Böylece Türk parası tekrar ülkeye dönmüş oluyor.

Bu işlemler, bilinmelidir ki, kendisine karşı resmen ambargo uygulanan bir ülkeyle ulusal çıkara uygun bir ticaretin zahiren uluslararası mevzuata aykırı biçimde yürütülmesi anlamına gelir. Bir bakıma ambargonun Türkiye ve İran lehine delinmesi demektir. Bundan rahatsız olacakların başında ABD ve İsrail gelir. Buna karşılık, Türkiye'nin kazancı ise çoktur. Dolar yerine ulusal parayı kullanması, paranın Amerikan bankası yerine bir Türk kamu bankasına yatırılması, ayrıca enerji temininde çeşitliliği artırarak bağımlılıktan kurtulması ve aynı zamanda komşu ülkeyle ilişkilerin iyileştirilmesi Türkiye'nin kazancı olarak görülebilir.

Ne var ki, bütün bunların bir de maiyeti vardır. Her şey rutin işlemler kapsamında yürütülememekte, ödemeler dolaylı biçimde ve belki bazı şahıslar aracılığıyla yapılmaktadır. Örneğin Rıza Sarraf adlı kişinin İran'a ödenecek parayı teslim aldığı ve bunu altına dönüştürüp İran'a naklettiği ileri sürülmektedir. Bu söz konusu ticarette mecburiyetten kaynaklanan pratik bir çözüm olmuş olabilir.

Bu ticaretin Türkiye ayağındaki ilişkileri konusunda bizim bilgimiz çok sınırlı düzeydedir. Onları aydınlatacak yargı sürecine güvenmek durumundayız.

Halk Bankası bu süreçte Türk Lirası ile ödemelerin yapıldığı bir araç, bundan dolayı da Türkiye'ye tasarruf olanağı ve yatırım kolaylığı sağlayan bir kamu kurumu olarak devreye giriyor. Sadece bu özelliği sebebiyle bile ABD ve diğer ambargo destekçileri nezdinde, en iyimser ifadeyle, ambargolu ticarette tehlikeli bir rakip (banka) sayılır.

Bir de Türkiye'nin TİKA aracılığıyla şu anda 37 Afrika ülkesinde ve dünyanın başka yerlerinde ekonomik ve kültürel onarım ile ileriye dönük yatırım faaliyetlerinde bulunduğu, bunlar için de mali kaynak transferinin Türk parasıyla Halk Bankası üzerinden yapılabileceği düşünüldüğünde, Türkiye'nin güç potansiyelinden duyulan endişe daha iyi anlaşılır. Buna son zamanlarda Kuzey Irak ile gerçekleştirilmesi düşünülen enerji anlaşmasıyla gündeme gelecek petrol ithalatı ödemesinin de Türk Lirası ile ve Halk Bankası üzerinden yapılabileceği eklendiğinde, varın hesap edin sözü edilen uluslararası çevrelerdeki tedirginliği.

Yolsuzluk ve rüşvet karşıtlığı mı, Türkiye karşıtlığı mı?

Bunlar, içinde bulunduğumuz dönemde göz ardı edilmeyecek ihtimallerdir. Amerikan Büyükelçisi'nin hükümet aleyhindeki söz ve davranışlarını Türkiye'de yolsuzluk ve rüşvet karşıtlığı mı yoksa ticari ve siyasi alanda güçlü bir Türkiye karşıtlığı mı motive ediyor? Dünyanın her köşesinde Türk okullarıyla TİKA ve Türk Lirası (aynı zamanda bir Türk kamu bankası) marifetiyle kendinden söz ettirecek bir Türkiye kimin için tehdit, kimin için fırsat anlamına gelir? Bu soruların yanıtını önce kendi içimizde vermeye çalışalım. Başkaları çoktan vermiş durumda.

Rusya Federasyonu'nun Kazakistan, Belerus (Beyaz Rusya) ve muhtemelen Ukrayna ile birlikte 2015'den itibaren bir Avrasya Ekonomik Birliği oluşturacağı dikkate alındığında, Türkiye'nin enerji temininde Rusya'ya bağımlı kalmasının riskleri daha iyi anlaşılır. İran ile ticaretin iki komşu ülkenin gereksinimleri ölçüsünde pratik yollarla geliştirilmesi Türkiye'nin yararınadır.

Büyük fotoğrafı görmek

Büyük fotoğrafa bakınca durum böyle iken, ülke içerisindeki tartışmalar asıl sorunun yeterince fark edilmediğini gösteriyor. Yolsuzluk ve rüşvet iddiaları, kişiler ve kurumlar ile ilgili zafiyet olasılığını dışlamamayı gerektirir. Belki bu vesileyle hükümete yakın çevrelerde meydana gelebilecek yozlaşma ve işi kötüye kullanma da tespit edilip önlem alınabilir. Yeter ki, hukukî süreç doğal seyrinde devam etsin ve önyargılı davranılmasın. Bunun zıttı yöndeki her gelişme ağır bir yük oluşturur siyaset ve toplum üzerinde.  Adalet ve hizmet terazisi bu kadar sıkleti çekmez.

Prof. Dr. İbrahim S. Canbolat - Haber 7

icanbol@hotmail.com

www.twitter.icanbol

Yorumlar2

  • kenan elli 10 yıl önce Şikayet Et
    gerçek ile oluşturulan algı.... ..halkbankası merkezli konu işlemin içeriği ve mevcut ambargo nedeni ile her iki ülkenin karşılıklı fayda sağlama temelli bulunan çözüm, yazıda anlaşılır şekilde ortaya konmuş. ülke faydasının gözetildiği açık. bu ambargo nedeni ile zorunlu bir işlem şekli. ABD ambargosu olmasa zaten direk işlem görecek bir dış ticaret-kambiyo işlemi realize edilmiş olacak.. hırsızın hiç mi suçu yok denecek bir nokta burası.. aslında terazinin çekemeyeceği bir siklet yok ortada.. gerçek ile verilen algı-imaj çok farklı. zaten amaçlanan da bu. algı yönetimi.. bu operasyonda zihinlerde bırakılan algı önemli olan. zihinlerimize sisli bir şekilde yer etmesi (algı) adına, operasyoncular şu ana kadar başarılı bir süreç yönetmiş oldular..
    Cevapla Toplam 2 beğeni
  • İsmetlim 10 yıl önce Şikayet Et
    "İstişare sünnettir" ama vebalden de kaçınmak gerekir.. İçinde bulunduğumuz kaos ortamı, sakin ve objektif olarak değerlemeye tabi tutulmalıdır. Ben operasyonların Başbakanın şahsında hem Başbakana hem de Türkiye'ye zarar vermek isteyenlerin müşterek hareketi olarak görmeme rağmen, itidalli ve toplumu da germeyecek şekilde olayın üzerine gidilmesinin daha sağlıklı olacağını düşünüyorum. İstişare sünnettir.Geniş yelpazede olayın müzakere edilmesi ve kızgınlıklar içinde karar verilmemesi gerekir.Haklı olmak itidalli olamaya engel değildir.Ama şunu da kabul etmeliyiz. Başbakanın mücadelesi büyük bir mücadeledir,Burada düşündüğümüz aklı selimi; özellikle hizmet camiasına da hatırlatmak gerekir.Kimlerle hareket ettiğini kimlerin gayesine hizmet ettiğini gözden geçirmelidirler.Başbakanı sevmeyebilirsiniz, ama onun zarar görmesi için böylesi operasyonlara malzeme olmak ve malzeme taşımak büyük bir vebaldir. Bunun hesabı iki dünyada da çetin olur.
    Cevapla Toplam 4 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat