Türkiye Avrasyacılığa mı kayıyor?

  • GİRİŞ18.10.2017 09:12
  • GÜNCELLEME18.10.2017 09:12

Avrasyacılık son zamanlarda sıkça gündeme getirilen bir konu; bazıları için ideolojik bir tercih, bazıları için ise bir suçlama vasıtası.

“Türkiye’nin genel olarak Batı sistemiyle özel olarak ABD ile krizler yaşarken, başta Suriye ve Irak’ın toprak bütünlüğü olmak üzere, ulusal sınırlarının değişmemesi gibi hususlarda Rusya ve İran’la ortak bir anlayışta buluşması karşısında endişe duyanların, bu durumu ‘Türkiye Avrasyacılık politikasına kaymaktadır’ diye eleştirmesine nasıl bakmak gerekir?” İlk bakışta, bu eleştirilerin daha önce yaşanan ‘eksen kayması’ tartışmalarını hatırlattığı açıktır fakat burada daha özel bir eleştirinin, hatta suçlamanın olduğunu bunun da Rusya ile aynı politik eksene yöneldiği iddiasını barındırdığını görmek gerekir.

Avrasya neresi?

Avrasyacılığı ideolojik bir tercih olarak benimseyenler belli varsayımlara dayanan bir politik yaklaşıma sahiptirler. Avrasyacılığı suçlayıcı bir ifade olarak kullananların durumunu tanımlayacak ortak payda ise ‘Batı yanlısı olmak’ diye özetlenebilir. Gerçekten de ‘Türkiye Avrasyacı bir çizgiye kaymaktadır’ diyenlerin neredeyse tamamının esas kaygısının ‘Batı yanlısı’ daha doğrusu ‘Batı’ya bağımlı dış siyasetten’ çıkma iradesi olduğunu görmek gerekir.

Burada birkaç önemli soru vardır. Bunlardan birincisi, Türkiye’nin Batı’ya bağımlılık siyasetini sürdürmesinin maliyetinin ne olduğuna dair bir siyasi muhasebe yapılırsa, bundan kim kazançlı çıkar? Şimdiye kadar bu ilişkiden kim ne fayda sağlamıştır? İkincisi, bugünkü aşamada Batı’yla bağımlılık ilişkilerini sürdürmeye çalışmak ne anlama gelecektir; bir başka ifadeyle Batı’nın Ortadoğu siyasetini kabul etmek, bölge ülkelerinin parçalanmasına dayalı politikayı onaylamanın sonucu ne olacaktır? Üçüncüsü, Batı’yla bağımlılık ilişkilerinin koparılması, dış politikanın yeniden karşılıklılık ekseninde düzenlenmesi, Türkiye’nin milli çıkarlarına göre alternatif işbirliği ve dayanışma zeminleri kurması kimi, neden rahatsız etmektedir? Son olarak ta Batı’ya bağımlılık siyasetinin alternatifi başka bir blokla bağımlılık ilişkileri kurmak mıdır? Bütün bu ve benzeri endişeler açıktır ki Batı merkezli bir dünya görüşünden kaynaklanmaktadır. Bunların arkasında başka türlü bir dünyanın mümkün olamayacağına dair bir inanç, bir kabullenme vardır.

Varlık şartı

“Bu anlayıştakilerin bir kısmının yaklaşık iki yüzyıllık Batılılaşma sürecinin yarattığı sosyal psikolojiyle, onun tahrip ettiği özgüven problemi, meydana getirdiği toplumsal şizofreni gibi sorunların etkisiyle izah edilebilir. Bir anlamda Batı’ya bağımlılığı sürdürme arzusu ‘çaresizlik sendromunun’ neticesi olarak görülebilir. Meselenin bir başka boyutu ise oldukça farklıdır; bu tür siyasi tartışmalarda Türkiye’nin maruz kaldığı uluslararası operasyonlar ve saldırılar dikkate alındığında işin masum bir tarafının olmadığı görülecektir. O halde esas mesele Türkiye’nin bir yere kayması değil, Batı’ya bağımlılık ilişkilerini tasfiye etmesi, ‘bağımsız bir ülke’ olarak davranmasıdır.”

Avrasyacılık ideolojisinin farklı türleri olsa da Rusya merkezli bir uluslararası siyaset yaklaşımı olduğu, bu konuda A. Dugin başta olmak üzere önemli teorisyenleri bulunduğu bilinmektedir. Türkiye’nin bugün geldiği yerde önünde duran gerçek ise ‘Batı sisteminin’ hegemonya kaybı ve ‘Doğu’nun yükselişi’ gerçeğidir. Bunun anlamı açıktır: Türkiye bu eğilimi dikkate alarak yeni bir ‘bağımlılık ilişkisine’ girmeden, çok boyutlu, çok kutuplu ittifaklarla kendi coğrafyasında bağımsız bir güç olarak var olmak durumundadır.

Akşam

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat