Suriye, sığınmacılar, BM ve dünya...

  • GİRİŞ13.02.2016 11:36
  • GÜNCELLEME13.02.2016 11:36

Her türlü keyfilik pervasızca sürüyor. Bir ülkenin insanları, babadan oğula geçen baskıcı bir yönetime muhalefet etmeleri nedeniyle başka bir ülke tarafından bombardımana uğruyor. Katliamlar durdurulamıyor, hak, hukuk adalet işlemiyor.

Suriye’de bir yandan insan tüketimi sürüyor, diğer yandan sığınmacı üretimi devam ediyor. Aslında insanlık kaybediyor. Yerinden yurdundan olan, yaşamlarını sürdürebilmek için sığınılacak toprak arayan geniş kitleler kıyılara vuruyor. Avrupa ülkeleri her geçen gün sınırlarını kalınlaştırmaya, tel örgülerle insanlığa set çekmeye devam ediyor.


Bugünlerde Halep ve çevresi ağır saldırı altında. Yeni bir sığınmacı akını Türkiye sınırına dayanmış durumda. Rusya-Esad ikilisi, muhalefetin yaşam alanlarını insansızlaştırmanın çabasında. Bu çabayla Türkiye’nin yükünü de artırmanın hesapları içinde.

Bugüne değin 3 milyona yakın Suriyeli'ye nefes olan Türkiye’yi, sığınmacı-mülteci sorunuyla yüz yüze bırakmak, Türkiye’nin yıpranmasını isteyenlerin ortak amacı. Avrupa Birliği (AB) açısından ise sığınmacı-mülteci konusunda Türkiye, kendi topraklarının güvenlik kaygılarını gidermenin coğrafyası. İstedikleri şey;

Avrupa’ya yönelecek sığınmacı-mülteci akınına Türkiye kucak açsın ve böylece Avrupa güvenlik sorunları yaşamasın. Bu yaklaşıma Türkiye’nin katlanması mümkün değil. Türkiye’nin; yakın komşusunun başına gelenlere, akrabalık ilişkileri olan bir coğrafyaya tamamen insani ve vicdani sorumluluğuyla yaklaşarak topraklarını açmasını istismar etmeye çalışanlara da katlanması mümkün değil. Sorun artık sürdürülemez bir noktaya gelmiş durumda. Tam da bu noktada Birleşmiş Milletler'in Halep’ten kaçanlara Türkiye’nin kapılarını açmasını istemesi, tam bir kara mizah örneği.

Esasen sığınmacıların mülteci hakkını elde etmelerinden, mülteci statüsünde varlıklarını sürdürmesine kadar sorunun her aşamasında çözüm odağı olarak olması gereken en öncelikli kurum BM’dir. Ancak bugüne değin sorun insanlık sorunu olduğunda sorun mazlumların sorunu olduğunda BM’nin yerinde yeller esiyor.

Bugüne değin zalimlere karşı mazlumları koruyup kollayan, dünya barışı ve güvenliği için ayrımsız, şartsız, her türlü çıkardan arınmış insanlık adına etkinlik kurabilmiş, varlık gösterebilmiş bir kurum olmayı hiçbir zaman başaramamış BM, gittikçe tükeniyor. Aslında bu tükeniş; uluslararası sistemin darmadağın olduğunun ve uluslararası ortamın kaosa, düzensizliğe, kuralsızlığa mahkûm olduğunun ispatı. BM’nin unuttuğu çok şey var. Her şeyden önce BM çatısı altında 1950 yılında kurulmuş olan ve 1951 Cenevre Sözleşmesinin gereklerini yerine getirmekle yükümlü olan “mülteciler yüksek komiserliği" diye bir birimin varlığını BM unuttuğu gibi bizim de unutmamızı istiyor. Oysa bu birim, mültecilerin sorunlarını çözmekle yükümlü kurumların başında geliyor.

BM Türkiye'ye çağrı yapacağına önce kendi birimini harekete geçirmesi ve aynı zamanda sığınmacı-mülteci üreten Rusya-Esad ikilisine DAEŞ terörüyle mücadele etmek yerine muhaliflere yönelik saldırılarını, katliamlarını durdurma çağrısı yapması gerekiyor. Şayet BM, halen dünyanın barış ve güvenliğinden sorumlu en çatı uluslararası organizasyonuysa. Aslında böyle olmadığını yani dünyanın gerçek temsilcisi olmadığını bilerek bu cümleleri kuruyoruz. Zira 5 devletin kendi çıkarlarını gözeterek, tavır takındığı ve bunun ayrıcalığının keyfini sürdüğü bir yapının, kurumun gerçekte dünyanın çatı organizasyonu olduğu söylenemez.

Bu durum tam bir ikiyüzlülük ve sahtelik örneği. Sığınmacı-mülteci sorununun sonuçlarıyla uğraşırken esas olan bu sorunu üreten nedenleri ortadan kaldırmaya yönelik çaba göstermektir. Suriye’yi iktidarında kalmak uğruna yaşanmaz hale getiren, ülkenin terörize edilmesine, terör örgütlerinin illegal devletler kurmasına zemin hazırlayan Esad iktidarının meşruiyetinin olmadığını kabul ederek, etkili ve yaygın bir Suriye temsilinin oluşmasına katkı sunmak ve Suriye halklarını düşmanlaştırmadan bir arada yaşama imkânına yönelik en güçlü desteği vermek, sığınmacı-mülteci üretimini durduracak yegane yoldur. Üstelik böylesi bir siyasi iklim altında sağa sola savrulan sığınmacı-mültecilerin vatanlarına dönmesine imkân doğacaktır.

Ancak ne yazık ki bu gerçekler göz ardı ediliyor. Terör örgütü DAEŞ’e karşı mücadeleye 30 yıl ömür biçiliyor. Terör örgütü PYD-YPG’yle iş tutuluyor, silahlar veriliyor yani sahtelik, samimiyetsizlik, ikiyüzlülük kol geziyor.

Bütün bu yaşananlar insanlık adına, dünyanın geleceği adına yeniden tarih yazılmasını zorunlu kılıyor. Tüm mazlumların, horlananların bir arada ortak inanç ve kararlılıkla kendi tarihlerini kendileri yazmaları gerekiyor. Bunun için büyük bir uyanışa ihtiyaç var. Bu uyanışta öncülere, liderlere, lider ülkelere ihtiyaç var.

Dünyanın 5’ten büyük olduğunu korkmadan yılmadan ispatlayan ve tarih yazacak liderlere ihtiyaç var.

Türkiye’nin hedef olmasının nedeninde bu var, bu potansiyeli ve değeri taşıyor olmasında var...

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat