Avrupa Birliği bizi neden içine almaz?

  • GİRİŞ25.06.2016 11:18
  • GÜNCELLEME25.06.2016 11:18

Ancak bu soru üzerinden yeterince sorgulamanın yapıldığını söylemeyiz. Bunun yerine özellikle kamuoyu nezdinde daha çok ‘Avrupa Birliği'ne (AB) girelim mi girmeyelim mi?' soruları öne çıkartılmış ve tartışmanın da bilhassa bu seviyede olmasına gayret edilmiştir. Zira AB'nin gerçek niyeti ya görmezden gelinmiş ya da bilinçli bir şekilde Türkiye'yi içine almadan dışarıda tutmanın sürdürülebilirliğine yatırım yapılmıştır. Türkiye'nin bugün değilse yarın AB'ye alınacağına inandırılarak, AB adına önemli görülen hususlarda Türkiye'nin bütünüyle kopması istenmemiştir.

Bunların başında Türkiye'nin stratejik konumu ve onun AB'ye sağladığı imkanlar ve 1995 yılında Türkiye'yi  AB'ye karar süreçlerinde olmadan tek yanlı bağlayan Gümrük Birliği üyeliği geliyor.

Bu noktada hemen belirtilmelidir ki, AB için önemli olan sadece AB'nin merkez, çekirdek ya da metropol sınırları değildir. Bunun yanı sıra AB'nin metropol sınırlarına bağlı olarak fonksiyon üstlenecek olan çevre veya periferi sınırları da aynı oranda önemlidir. Esasen AB'nin sınırlarını belirleyecek olan periferinin yani Avrupalı olmayanın daha net ifadeyle “ötekinin” belirlenmesidir.

Hinterland coğrafyası için yeni stratejiler geliştirilmiş, bu stratejiler; “kuvvetlendirilmiş yeni komşuluk ilişkisi”, “Akdeniz stratejisi”, “imtiyazlı ortaklık”, “özel statülü üyelik”, “derinleştirilmiş gümrük birliği”, gibi isimlerle anılmıştır. Bu kapsamda Kuzey Afrika'dan Ortadoğu'ya, Kafkaslar'dan Orta Asya'ya uzanan genişlikte yeni projeler yeni roller ve yeni ilişki biçimleri tasarlanmıştır.

Bu coğrafi alanları mümkünse, AB'nin hinterlandı, AB'nin çevresi, periferisi veya AB'nin tampon coğrafyası olarak işlevselleştirmeyi arzulamış ve bu işlev altında bu coğrafi alanların; pazar imkanlarından, enerji ve doğal kaynaklarından, turizm alanlarından, ulaşım hatlarından ve genç nüfuslarından yararlanmayı hedeflemiştir. Bu hedef bu coğrafi alanlara yön verebilme, etkinlik sağlayabilme yeri geldiğinde hükmedebilme yöntemiyle şekillendirilmeye çalışılmıştır.

Bu boyutuyla AB projesi, esasen çekirdek Avrupa'nın ekonomik çıkarlarının ortaklaştırılmaya çalışıldığı jeopolitik bir projedir. Bu gerçek sadece, Birliğin tohumlarının ekildiği Soğuk Savaş döneminin koşullarının bir sonucu olarak değil bugün de aynı hassasiyetini ve canlılığını korumaktadır. Nitekim son yıllarda giderek aratan Akdeniz ve bilhassa Doğu Akdeniz ilgisi ve bu bağlamda Kıbrıs sevgisi AB'nin jeopolitik hedeflerinden beslenir.

AB'nin Türkiye'ye bakışı esasen bu zaviyedendir. Hem jeopolitik refleksin işlediği hem de nüfus büyüklüğü ve Müslüman kimliğine dair siyasi refleksin öncelik kazandığı bir zeminde Türkiye, AB için; içine almadan kapıda tutulması gereken önemli bir ülkedir.

Bu nedenle müzakere sürecinin çerçeve belgesine; “AB'nin hazmetme kapasitesi”, “müzakere sürecinin sonucunun önceden garanti edilemeyeceği”, “müzakere sürecinin ucu açık bir süreç olduğu”, siyasi kararların alındığı ve aslında bağlayıcı olmayan tavsiye nitelikli AB Parlamentosu kararlarının Türkiye için yerine getirilmesi gereken kararlar olduğu, Kıbrıs, Ege gibi siyasi nitelikli sorunların ön koşul haline getirildiği, müzakere çerçeve belgesinin Türkiye'nin özel koşulları düşünülerek hazırlandığı gibi ifadeler işlenmiştir.

Aralık 2002'de Kopenhag Zirvesi'nde Almanya Dışişleri Bakanı Joscha Fischer'in; “Türkiye'yi nasıl olsa AB'ye almayacağız, bir yöntem bulalım da burada küstürmeyelim. Önce uyutalım, sonra da unutalım.” sözleri, o dönem mikrofonlara yakalanmıştı. Nitekim o gün bugündür AB'nin bu maskeli tavrı nedeniyle tam üyelikte kayda değer bir arpa boyu yol alınamadı.

Ve Cumhurbaşkanı Erdoğan; “Avrupa Birliği bizi Müslüman olduğumuz için kabul etmiyor. Biz de milletimize Avrupa Birliği müzakerelerine tamam mı devam mı diye sorarız. AB müzakerelerini referanduma götürebiliriz.” sözleriyle; ‘AB bizi içine neden almaz?' sorusunun cevabını net olarak vermiş ve ezilmeye, horlanmaya, oyalanmaya, kandırılmaya ve uyutulmaya karşı bir kez daha bu milletin sesi olmuştur.

Esas olan ve önemli olan Türkiye'nin; hak, hukuk, adalet temelinde devlet-millet bütünleşmesiyle, yüksek ekonomik kalkınmasıyla, kimseyi ötekileştirmeden tüm mazlumlar için umut olarak, nefes olarak geleceğe doğru istikrar ve istiklal yürüyüşüne devam etmesidir.

Yorumlar1

  • kaan 7 yıl önce Şikayet Et
    emeginize saglik gayet aciklayici olmus.
    Cevapla
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat