Türkiye-Libya mutabakatı ne getirmektedir?

  • GİRİŞ12.12.2019 12:08
  • GÜNCELLEME12.12.2019 12:17

Türkiye-Libya arasında imzalanan mutabakat Akdeniz’deki dengeleri yeniden belirledi. Yunanistan ve İsrail’in başını çektiği bölge ülkeleri daha önce aralarında sağladıkları mutabakatlar ile Türkiye’yi tamamen Doğu Akdeniz’den izole etmiş iken bu son mutabakat aksi bir sonuç vererek Yunanistan-İsrail, Mısır ve Güney Kıbrıs’ı köşeye sıkıştırdı. Daha önce yaptıkları anlaşmalara rağmen; artık denizde, Türkiye ve Libya’yı dikkate almadan barışçı bir faaliyet sürdürmelerine imkân kalmadı.

 

 

Elbette bu süreç kolay olmayacaktır. Bugüne kadar bölgede pasif aktörler olarak yer alan Türkiye ve Libya’nın bu mutabakatı, dünyaya meydan okuma olarak değerlendirilecektir. Konu henüz sıcaklığını korumakta ve BM dahil, uluslararası kulislerin gündeminde ilk sırasında yer almaktadır.

Daha önce konu ile ilgili bir yazımda söylediğim gibi; bu mutabakat iç savaşın devam ettiği Libya’da Türkiye’ye yeni yükümlülükler getirmektedir. Zaten Sn. Cumhurbaşkanı Erdoğan da bu konuda bir açıklama yaparak “davet halinde Türkiye’nin Libya’ya asker gönderebileceğini” açıklaması kastettiğimi daha net ve açık bir şekilde ortaya koymuştur. Kuşkusuz bu yeni gelişme, bölge üzerinde hesap yapanların kolay kabul edecekleri bir durum değildir. Zira gerçekleşmesi halinde, Akdeniz’de ve hatta Kuzey Afrika’da dengelerin bir kere daha Türkiye lehine gelişeceğini düşünen Türkiye karşıtı lobileri harekete geçirecektir. Hatta geçirmiştir bile.

 

 

2015 yılında Ortadoğu ve Afrika Araştırmacıları Derneği (ORDAF) olarak yayımladığımız bir raporda şu ifadeleri kullanmıştım:

“Şu anda, Libya siyaset sahnesinde görülen dağınık iç gruplar kadar, bunları destekleyen dış güçler de bulunmaktadır. Libya ile olan tarihi bağlar ve ülke demografisi içinde yer alan Anadolu, Girit kökenli Türklerin varlığı Libya’yı Türkiye’nin tarihi derinliğinde önemli bir noktaya oturtmaktadır. Türkiye-Libya arsında 1970’li yıllardan itibaren geliştirilen yatırım ve ticari ilişkiler de cabasıdır. Bu yüzden buradaki gelişmelere Türkiye’nin bîgâne kalması düşünülemez. Zaten Libya devrimi başlar başlamaz öncelikli olarak insani yardım amaçlı operasyonlar yapan Türkiye, bugün de pek çok Libyalıya ev sahipliği yapmaktadır.”

Aradan geçen beş yılda durum değişmemiş; aksine işbirliği ihtiyacı ve Libya’da, Türkiye’nin daha fazla rol üstlenme zorunluluğu artmıştır. Kuşkusuz bütün Libya’da egemen bir devletin varlık sürmesi esastır. Ancak 20. yüzyılın başından beri Libya üzerinde oynanan oyunlar; hem Avrupa hem de bölge ülkelerinin siyaseti bunun oluşmasına imkan vermeyecekse; Türkiye’den askeri destek talebi ve Türkiye’nin de buna icabet etmesi kadar normal bir şey yoktur.

Tarih boyunca Akdeniz’deki uluslararası çekişmelerden etkilenen Libya en istikrarlı devrini Osmanlı asırlarında yaşamıştır. Ancak 1911 yılında başlayan İtalyan işgali ile uluslararası çekişmelerin parçası haline gelmiştir. Bu tarihten tam yüz yıl sonra Arap Baharı rüzgârının Libya’yı da harekete geçirmesi, ülkeyi ulusal/uluslararası çekişmeler ile karşı karşıya getirmiştir. 2011 yılında başlayan ve ülkeyi nerede ise yarım asır idare eden Kaddafi’nin devrilmesiyle sonuçlanan süreci, salt iç dinamiklerin uyanışı ile anlatmak imkansızdır.

1911-2011 yılları arasındaki yüzyıllık gelişme/gelişememe çelişkisi ve uluslararası aktörlerin Libya’ya biçtiği rol, bu yeni durumun arka planını hazırlamıştır. Nitekim 2012 yılında, hukuksuz bir şekilde Fransa’nın başlattığı ve NATO’nun da iştirak ettiği dış müdahale, Batı karşıtı Muammer Kaddafi’yi hunharca siyaset sahnesinden silerken, Libya’yı da iç savaşa sürüklemiştir. Arap Baharı iddialarının ardına saklanan müdahiller, toplumun yaşadıklarını, dökülen kanı ve ülkenin geleceğini dikkate almadan, hâlâ Libya ve Akdeniz üzerinde aynı pişkin siyasetlerini sürdürmektedirler.

Libya hükümetinin Türkiye ile Doğu Akdeniz’de deniz sınırlarının yetki alanlarının sınırlandırılması mutabakatına razı olması kolay olmamıştır. Uzun zaman bekleyip kaynaklarına göz diken ülkelerin arabuluculuğuna bel bağlayan Libya, sonunda kendilerine karşı hazırlanan komployu görüp Türkiye ile masaya oturmuştur. Bu bakımdan bu anlaşma, tıpkı 1510’larda İspanyolların istilâsına maruz kalan Libya halkının Kanuni’den yardım istemeleri gibi meşru bir talep üzerine kurulmuştur. 1519 yılında Trablus yakınlarında Tacura’da sıkışan Libyalılar İstanbul’a bir heyet gönderip Osmanlı Devleti’nden resmen yardım istemişlerdir. Buna mukabele eden Kanuni, Murad Ağa’nın emrinde bir filoyu Trablus yakınlarındaki Tacura’ya gönderip bölge halkını koruma altına aldırmıştır. 1551’de Turgut Reis’in Trablus’u İspanyollardan kurtarmasıyla, Libya’da asırlarca sürecek istikrar dönemi başlamıştır.

Temennimiz Türkiye-Libya arasında yapılan mutabakatın yeni bir istikrar dönemine kapı aralamasıdır.

Yenişafak

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat