Libya meselesi ve Meclis’te iki milletvekili profili

.

  • GİRİŞ20.01.2020 10:59
  • GÜNCELLEME20.01.2020 11:05

Bu yazıyı okurken Berlin’deki tartışmaları ve çıkan sonuçları da biliyor olacaksınız. Bu açıdan yazdıklarım sizlere daha anlamlı gelecektir. Türkiye ile Libya’nın meşru Ulusal Mutabakat Hükümeti arasında imzalanan anlaşma metninden bugüne kadar pek çok şey yazıldı, çizildi. Akademik değerlendirmeler, popüler söylemler ve siyasi argümanlar ortaya konuldu. Nihayet Berlin’de her şey masaya yatırıldı.

 

 

Akdeniz’de hareket kabiliyetini arttıran, hatta bölge barışı için Türkiye’yi başaktör yapan bir ittifak etrafında tartışmaların hararetli olması tabiidir. Ancak Türkiye’nin devlet refleksi karşısında harekete geçen dış güçlere; akademisyenlerin, siyasetçilerin, eli kalem tutanların ve söz ustalarının cevap vermesi beklenirken; aksine, bunlardan bazılarının şer ittifaklarının sözcüsü olmaya niyetlenmelerini görmek anormaldir.

Bir büyük gelişme karşısında eleştiride bulunmak, fırsatlar kadar tehditleri hatırlatmak doğrudur. Lakin ülkenin ufkunu açan girişimleri baltalamak; bilerek ya da bilmeyerek dış güçlerin sözcülüğüne soyunmak, bir ihanet değilse, gaflettir.

 

 

Bazı işbirlikçilerin Batı basınına yansıyan tahripkâr beyanları yetmiyormuş gibi bir de Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi sıfatıyla kalemi eline alıp ülkesinin başarısına “çizgiyi aştı” deme cüretinde bulunanları anlamak mümkün değildir.

Maalesef, bu densizliğin sahiplerinden biri de “barış, sürdürülebilirlik ve yumuşak güç” ifadeleri ile Euronews’a yazdığını daha doğrusu yaptığını örtmeye çalışan meclis üyesi Ünal Çeviköz’dür. Bu kavramların hepsinin ülke menfaatlerini korumak için üretildiğini unutup; Türkiye aleyhindeki lobilerin sözcülüğüne soyunanları, biz unutsak bile, tarihin yargılayacağında hiç kuşku yoktur.

Kimse bu yazıdan siyasi bir sonuç çıkarmasın. Bir duruştan, bir kimlikten söz ediyorum. Libya meselesinde gri bir alandan söz etmek mümkün değildir. Böyle bir durumda ya ülkenizin yanındasınızdır ya da karşısında.

Merak ediyorum. Bugünkü Meclis üyeleri, eski milletvekillerinin Meclis kütüphanesindeki albümlerine; arşivindeki biyografilerine ve tutanaklardaki konuşmalarına bakıyorlar mı?

Bakmıyorlar ise ben hatırlatayım. Kendi partilerinden olan eski milletvekillerinin hayat hikayelerini okusunlar. Ne konuştuklarını, ne yazdıklarını görsünler..

Mesela; Aziz Semih İlter’i duydunuz mu?

TBMM’de 6, 7 ve 8. dönemlerde milletvekili olarak Meclis’te bulunmuş bu koca yürekli adam; yarım asır boyunca bütün varlığı ile devletinin hizmetinde bulunmuştur. Meclise de protokol davetlerinden, monşer sohbetlerinden ya da kulislerdeki reveranslardan gelmemiştir. Osmanlı Devleti’nin her coğrafyasında hizmet vererek, Birinci Dünya Savaşı’nda cephede çarpışarak ve Türkiye’nin kuruluşunda yer alarak Meclis’e girmiştir. Bununla kalmamış ülkenin yüksek menfaatlerini yazdığı kitaplarıyla desteklemiş ve kendisinden sonrakilere de bilimsel nitelikli kaynaklar bırakıp yol göstermiştir.

Libya’yı çöl diye niteleyen, Türkiye ile ilişkisini yabancı haritalardan okuyanlara Aziz Semih Bey’in, ciddi akademisyenlerin kaynak olarak kullandığı Şimali Afrika’da Türkler kitabını hatırlatalım. Evet, 1934 yılında, tek parti döneminin CHP Meclis üyesi iken yayımlamaya başladığı bu kitap; Türkiye’nin bugünkü tezlerini, orijinal kaynakları ile desteklemektedir. Türkçe yazıldığı için Ünal Çeviköz’ün dikkatini çekmese de pek çok dilde yazan araştırmacıların kaynak gösterdiği bu eser, Türkiye’nin bugün Libya’da ne işi olduğunu net ve açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Kuzey Afrika’daki Türklerin varlığını Osmanlı arşivleri ve Batılı kaynaklarıyla ortaya koyan Aziz Bey, adeta bugüne işaret ederek sorumluluğumuzu hatırlatmaktadır.

Ünal Çeviköz’e Aziz Bey’in bütün eserlerini ve özellikle Osmanlı-İran Sınır Komisyonu’nda, başkan sıfatıyla çalışmalarını anlatan hatıralarını da okumasını tavsiye ediyorum. O tarihte de mabadını postundan kaldıramayıp, oraya kadar gitmeden, Muhammara-Doğu Beyazit sınırını harita üzerinden çizeceklerini söyleyenlere; bakın Aziz Semih İlter ne diyor:

“Bizim komisyon hududa giderse, iki taraf da kendi isteğinde ısrar edecek, muhaberelere başlayacak ve senelerce uzayıp gidecek ve biz de hudutlarda sürünecektik...” diyorlardı. Sözlerinin devamında ise Aziz Semih; adeta bugün Akdeniz’de yaşananların prototipini şöyle çiziyordu: “Biz İran ile tahdid-i hudut yapacaktık. İngiltere ve Rusya hükümetleri de bizimle beraber hakem sıfatıyla bulunacaklardı. Fakat biz bu hükümetleri hakemliğe çağırmadığımız gibi İranlılar da böyle bir arzu göstermemişlerdi. Zira Rusya ve İngiltere İran’ı kuzey ve güney nüfuz mıntıkasına taksim etmişler; buralardaki asayişsizliğin kendi ticaretlerine mani olduğunu...” ileri sürüyorlardı. (Ali Murat Kurşun, Osmanlı-İran Sınırından Anılar, ORDAF yayınları İstanbul 2014, s. 16).

Libya’da başkaları varken, İsrail ve Yunanistan, AB ile Türkiye’nin ufkunu kapatmak isterken, “orada ne işimiz var”, diyenlere sesleniyorum: On ay boyunca sahada 3600 kilometrekarelik bir alanı dolaştıktan sonra “şerefli vatan müdafaasına koşuyorum” diyerek, düğüne gider gibi savaşa giden birinin hatıralarından da bir şey anlamadınız ise iflâh olmazsınız.

Türkiye bir yanda; siz ise başka bir yanda kalmaya mahkûm olacaksınız.

Yeni Şafak

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat