Takdir ve Tedbir: Cumhurbaşkanlığı’na bir öneri

.

  • GİRİŞ27.01.2020 11:08
  • GÜNCELLEME27.01.2020 11:19

Elazığ ve Malatya’da meydana gelen depremin akabinde devletin dirayeti, halkın dayanışması ve hüzünde birleşmesi, millet olduğumuzu bir kere daha ispatladı. Türkiye, fiziksel olarak sarsılsa bile zihinsel bütünlüğünü koruduğunu gösterdi. Devletin tek başına yetebileceği bir felâket olmasına rağmen; milletin deprem mağdurlarına karşı gösterdiği yakınlık ve şefkat; sadece Türkiye’ye değil dünyaya da yeni dersler verdi.

 

 

Buna rağmen kendisi ile problemli, kimliği ve kişiliği meçhul bir güruh, milletin hüznünü fırsat bilip saldırıya geçti. Kimi, devlete ve kurumlarına, kimi de millete ve sahada canla başla çalışanlara saldırıp tıynetlerini ortaya koydu. Devlet-millet dayanışması karşısında çılgına dönen o zavallıların bir kıymet-i harbiyesi olmasa bile bir kere daha teyakkuzda olunması gerektiğini hatırlattı. Milletin topyekûn ağladığı bir zamanda, timsah gözyaşları döküp, siyasi menfaat devşirmeye, kendi içlerindeki kini kusmaya çalışanları ne milletimiz ne de tarihimiz unutacaktır. Kendi kinlerinde boğulmaya mahkûm bu güruh; bizi toptan hüküm verme, ye’se kapılma, milletin geleceğinden umut kesme tuzağına düşürmek istemektedir.

Elbette bu tuzağa düşmeyeceğiz, fakat gördüğümüz hamiyet ve milli hamaset karşısında rehavete kapılıp onlara gelecek hüzünlerimizde de fırsat vermeyeceğiz. Vermemeliyiz de. Dayanışma kültürümüz sağlam bir sura dönüştü. Fakat surda gedik açmak isteyenlerin araçları da aynı oranda gelişti. Silahlarını akıl, bilim, evrensel ahlâk ambalajı ile kapatıp saldırıya geçenlere karşı daima uyanık ve hazırlıklı olmalıyız.

 

 

Ancak haklılığımız yanlışlarımızı örtmemeli. Geleceğimizi karartmamalı. Yapabileceklerimizi engellememelidir. Zira tarihimiz, haklı gerekçelerden hareketle düşülen hatalar ile doludur. Ülkemiz bir deprem kuşağında olmasına rağmen uzmanlarımız ısrarla deprem konusunda hâlâ yeterli hazırlığımızın olmadığını söylüyorsa bunu yok saymamalıyız. Evet, deprem doğal bir âfettir. İnsanın hükmedeceği bir hadise değildir. Lakin felâket öncesi yapılabilecek çok şeyin olduğunu da akıl, bilim ve tarihi tecrübeler göstermektedir.

Alınması gereken tedbirleri uzmanlarına bırakayım ama sizlere ders verici tarihi bir olayı hatırlatayım:

Geçmişte bütün dünyayı kasıp kavuran veba salgınları, 19. yüzyılın yarısından itibaren bir kere daha kendini gösterir. Seyahatlerin artması, ticaret yollarının genişlemesi ve özellikle Müslüman ve Hristiyan hacıların hareketliliği veba ve kolerayı yaygınlaştırıp toplu ölümlere sebep olur. Bir çare olarak geçiş güzergâhlarında yolcuların bekletildiği ve hastalık belirtisi olup olmadığının tespit edildiği karantina merkezleri kurulur. Elbette bu tedbir, yolcular için sıkıntılı; merkezleri kuracak devletler için masraflı; ayrıca siyasi sonuçları olan bir iştir. Bu yüzden kimi yerlerden itirazlar yükselir. Ulema sıfatını edinmiş bazı kimseler de, “Allahtan gelen bir felâketi önlemeyi, ilâhî hükme itiraz olarak” kabul edip II. Mahmut’un böyle bir girişimde bulunmasına itiraz ederler.

İşte böyle bir zamanda, Cezayir’in işgal felâketini yaşayıp ata diyarına dönmek zorunda kalan Hamdan Hoca, Sultan’ın imdadına yetişir. O, bir taraftan Cezayir’de Fransızların irtikâp ettiği zulümlerin ıstırabını yaşarken; diğer taraftan da aklı çalıştırmanın da ilâhî emir olduğunu hatırlatan bir eser, daha doğrusu bir rapor kaleme alır. İthaful Münsifîn (İnsaf Sahiplerine İthaf) başlığı taşıyan ve Arapça olarak yazılan rapor; veba karşısında akıl ve bilimin öngördüğü tedbiri dinin de kabul ettiğini delilleriyle ortaya koyar. II. Mahmut bu eserin Türkçesini ister. Hamdan Hoca’nın yaptığı tercümeye, dönemin önemli isimlerinden bazıları da sultanın emriyle takdim yazarlar.

Kimler yok ki? Ulemadan Bosna Valisi Davut Paşa, Sultanın imamı Seyyid Muhammed Zeynelabidin, Rumeli kazaskeri Abdülkadir, Vakanüvis Esad Efendi ve diğerleri. Bu isimlerin onayladığı raporu, Sultan Mahmut, kendi cebinden bastırıp, bütün kurumlara dağıtır. Sonra ne mi olur? Karantina teşkilâtı kurulur. Birçok kişinin itiraz edip yok saydığı Hamdan Hoca da Sultan’ın emriyle bu kurumda yer alır.

Ataları Burdur kökenli olsa da Cezayirli olarak bilinen Hamdan Hoca’nın hikâyesi uzundur. Başka bir mecraya bırakalım ve kendi meselemize dönelim. Cumhurbaşkanlığı, deprem kuşağı üzerinde olan ülkemizde tedbir üretmek için aklı başında, bilimi ve aklı rehber edinen her kim varsa onları bir araya toplayıp daimi ve bağımsız geniş bir deprem kurulu oluşturmalıdır. Mevcut kurul ve kurumlar bu yeni oluşum için bir bahane teşkil etmemelidir. Söz konusu kurul, sadece fikir üreten, rapor yazan bir kurul değil; aynı zamanda araştıran, denetleyen ve aldığı kararları uygulanan bir mekanizmaya da sahip olmalıdır. Böylece, Takdir ile Tedbir uyumlu hale getirilmelidir.

Yenişafak

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat