O bilekliklerin elinize takılmasını çoktan hakettiniz siz!

  • GİRİŞ20.04.2021 11:37
  • GÜNCELLEME20.04.2021 11:37

Biz emekli amirallerin bildirisini tartışırken, bir yandan da 27 Nisan 2007 tarihli Genelkurmay bildirisinin yıldönümüne yaklaşıyoruz.

27 Nisan Genelkurmay bildirisinin hesabı sorulmadığı içindir ki..

Şimdi emekli amiraller, yaşlarına hürmeten ellerine kelepçe takılıp cezaevine konulma yerine, adli kontrol şartı ile serbest bırakılmışlar..

Adli kontrolün gereği olarak da, ayaklarına bileklik takılmış..

Şimdi emekli amiraller, ayaklarına takılan bu bilekliği dert edinmişler..

Atalarımız, “Merhametten maraz hasıl olur” demişler..

Bunlarınki de, o hesap..

Merhamet edilmiş.. Tutuklanmamışsınız..

Cezaevine konulmamışsınız..

Gözaltında verilen yemeklerin protein değerlerini hesaplarken, bir de cezaevinde benzer duruma düşürülmemişsiniz..

Daha hâlâ, utanmadan ayağınızdaki bilekliğin hesabını mı yapıyorsunuz?

Hani imzaladıkları bildirinin hesabını vermiş olurlar..

“Şu gerekçe ile, şu kararlılıkla, aslanlar gibi imzamızı attık. Yüreğiniz yetiyorsa, siz de bu bildirideki hususların aksini iddia edin” diyememişler..

“Montrö’yü yazdık. Ama aslında kaşıntımız yönetmelikten ‘irtica’ kelimesinin çıkarılamsı idi” demişler..

İmzaladıkları bildiride bile ayak oyunları yapmışlar.

Kendi meslektaşlarını kandırıp, “Yok yok, irtica ile ilgili değil. Biz Montrö bildirisi hazırladık” deyip, tam bir FETÖ’vari taktikle, birçok amirali de tufaya getirmişler..

Şimdi iş “ayaklarındaki bileklik”e gelmiş..

Onurlarını zedelemiş, takılan bileklik..

Kim gördü ki, o bilekliği?

Siz kendi kendinize ifşa ettiniz kamuoyuna..

Siz söylemeseniz, bir savcı biliyor, bir takan memur biliyor, bir de siz biliyorsunuz..

O gazeteciye röportaj vermeler.. Bu televizyoncu ile muhabbet etmeler..

Sonra da, “Bileklik, onurumuzu zedeledi!”

Cezaevine girmeyi gerektirecek suç işlemişsiniz.

Tutuklansaydınız, ne yapacaktınız?

Ne yapabilirdiniz, söyler misiniz?

Ama kabahat onlarda değil, bizim yufka yüreğimizde..

“27 Nisan yaklaşıyor” dedik.

27 Nisan muhtırasının hesabı soruldu mu ki, şimdi bu emekli amiraller de, böyle afra tafra yapmasınlar?

27 Nisan muhtırası verildiğinde, hükümet adına cevabını canlı yayında dillendiren dönemin Adalet Bakanı Cemil Çiçek, dün bir röportaj verip, ilk defa o günün ayrıntılarını kamuoyuyla paylaşmış..

Üzerinden 14 yıl geçmiş..

Bizim bakanlarımız, daha yeni dökülüyorlar..

“Buna da şükür” deyip, döktüklerini toplayalım.. Size aktaralım..

Cemil Çiçek anlatıyor:

“27 Nisan’ın hazırlığı hemen tencereye koyar konmaz ısınmıyor.”

Bu sözden şunu anlayabiliriz..

Emekli amirallerin de hazırlığı, hemen tencereye koyar koymaz ısınmıyor..

Onlar da, “Biz başlatalım, bizden sonra da biraz medya, biraz muvazzaflar ısıtsın tencereyi” demiş olamazlar mı?

Devam edelim, Çiçek’in açıklamalarına:

“Cumhurbaşkanı adayının eşinin başı açık mı kapalı mı tartışmaları yaşandı. O gece cumhurbaşkanlığı süreci başlamıştı. Abdullah Gül aday gösterildi. İlk oylama yapılıyor. Gece post modern dedikleri elektronik muhtıra dedikleri demokraside olmaması gereken bir ayıp bildiri internete kondu. Gece 23.00’de oldu. Nedense gündüzün aydınlığında kimse bir şey yapmıyor. Hep gece karanlığında yapılıyor. Gece karanlığında yapılan işlerde karanlık işler olur.”

Bu girizgahtan sonra, gelelim, esas püf noktasına..

Nasıl ki emekli amirallerin bildirisinden sonra da, gerçek hazırlayanlar ortalıktan toz oldular..

Bakın 27 Nisan muhtırasında da, yetkililer nasıl ortalıktan toz olmuşlar?

Cemil Çiçek 27 Nisan muhtırasının hemen sonrasındaki 14 saati anlatıyor:

“14 saat biz Genelkurmay Başkanı’na ulaşamadık. Ne biz ulaşabildik ne Sayın Başbakan ulaşabildi. Şu garabeti görüyor musunuz? 14 saatte bir ülkenin bir başından bir başına düşman girer çıkar. Zaten savaşlar bile 1-2 saat içinde bitiyor. Bir ülkenin siyasi sorumluluğunu taşıyan hükümet, emrinde çalışan bir makama 14 saat ulaşamıyor. Siz burada iyi niyet arar mısınız?”

Buyursun emekli amirallerimiz, şu olayla ilgili bir bildiri hazırlasınlar..

Artık bildiride ne yazarlar bilmiyorum..

“Böyle bir şey kabul edilemez. Bir ülkenin başbakanı, milli savunma bakanı, genelkurmay başkanına 14 saat boyunca ulaşamıyorsa, o ülkedeki generallerin de amirallerin de tamamını emekli etmek gerekir” mi derler..

Yoksa başka bir şey mi, kendileri takdir etsinler..

Ama, 14. saatte Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’a ulaşıldığında, alınan cevap, daha da ilginç!

“Paşam size 14 saattir ulaşamıyoruz, neden?”

Karşılığı şöyle:

“Eee ben torunumu görmeye gidiyordum. Karayolu ile gidiyordum. Jammerlar olduğu için telefon çekmedi.”

Emekli amirallerimiz, biraz önce hatırlattığımız, bir ülkenin başbakanının, genelkurmay başkanına 14 saat boyunca ulaşamaması olayını bir kenara bıraksınlar..

Bu olayı öne çeksinler..

Ve söylesinler, “Genelkurmay Başkanı, 14 saat boyunca, nereden nereye, torununu görmeye gidiyormuş ki, kendisine ulaşılamamış?”

Karayolunu da tercih etseniz..

Çıkın Ankara’dan yola..

Hangi istikamette, 14 saatlik mesafe var?

Ha, torun yurtdışında ise, o olur..

İşin gırgırını bir kenara bırakalım..

Emekli amirallere soralım:

“Muhtıra yayınlayıp, hemen ardından torununu görmek üzere yola çıkan Genelkurmay Başkanı’na da bir bildiri hazırlamak istemez miydiniz?”

Neresinden bakarsanız bakınız.. Emekli amirallerin ideolojik tutumları çok net.

İşlerine gelince, apaçık hukuk ihlallerine seyirci kaldıkları..

Hatta alkış tuttukları..

İşlerine gelmeyince de, “Montrö” diye gösterip, “Namaz kılan amirale yumruk atmaya kalkıştıkları” çok açık..

Onun için diyorum ki..

Bu emekli amirallerin tutuklanmasına gönlüm razı gelmedi ise de..

Şu olaylar silsilesini hatırladıkça.. Hatıralar yeni yeni anlatılmaya başlandıkça..

Adli kontrol için ayaklarına takılan bilekliği, bin bir hakaretle karşıladıkları açıklamalarını gördükçe..

“Bunlara acınmaz.. Keşke, ayaklarına takılan bileklik, ellerine kelepçe olsaydı” diyesim geliyor.

Yeni Akit Gazetesi

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat