Filistin ve Arap rejimleri

.

  • GİRİŞ10.05.2021 11:27
  • GÜNCELLEME10.05.2021 11:48

İsrail bir kez daha Müslümanların üçüncü kutsal mabedi olan Mescid-i Aksa’ya saldırdı. Cami o kutsiyet yüzündendir ki 1948 yılından beri sürekli fiziki ve manevi ‘hakarete’ uğruyor. Çok az cami bu kadar uzun süre gayri Müslim işgal güçlerinin tacizine uğramıştır. Bu yüzden Mescid-i Aksa yaralı ve hatta gazidir dense yanlış olmayacaktır. 

Gazi Aksa’ya saldırı bu sefer de işgalci güçlerin akşam vakti ayakkabılarıyla içeriye girmesiyle başladı. O halılara basmaktan muhakkak ki zevk almışlardır. Çünkü Mescid-i Aksa’nın İslam’ın, imanın ve Müslümanların sembolü olduğunu gayet iyi biliyorlar. Cami yıkılacak ki yerini kendi tapınaklarına katabilsinler. Maalesef Mescid-i Aksa’ya yapılan her saldırıdan sonra mücavir alanından biraz daha toprak ele geçiriliyor. Böyle giderse Mescid-i Aksa diye bir yer kalmayacak. 

Ama öncesinde Doğu Kudüs’ü almak istiyorlar. Şeyh Cerrah mahallesinde başlayan işgal diğer mahallelere de sıçradı. Radikal bir Yahudi’nin bir Filistinlinin bahçesine girip “Bu evi bana verin. Bana vermezseniz başka bir Yahudi alacak” şeklindeki sözleri İsraillilerin Filistinlilere yaşam hakkı tanımadığının ve onları takmadığının unutulmayacak bir enstantanesi oldu.  

İsrail tüm Filistin’i kendi toprağı olarak görüyor. Düzenli olarak Filistinlilerin evlerine ve tarlalarına el koyup onları evsiz barksız bırakıyor. Hatta Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) İsrail’in işini kolaylaştırmak amacıyla Doğu Kudüs’teki bazı Filistinlilerin evlerini satın alıp İsrail’e vermişti. İsrail’e bu cesareti veren, şüphesiz ki bazı Arap ülkelerinin sessizliği ve son dönemde gösterdikleri yalakalıklarıdır. Eğer Filistin işgal altındaysa bir sebebi de Arap diktatörlerin vurdumduymazlıklarıdır.

1969’da Mescid-i Aksa’daki Selahattin minberi kundaklandığında dönemin İsrail Başbakanı Golda Meir “O gece sabaha kadar korkudan uyuyamadım. Zannediyordum ki, Müslümanlar dört bir taraftan İsrail’e girecekler. Lakin sabah oldu ve korkulan olmadı. İşte o zaman idrak ettim ki: Biz dilediğimizi yapabiliriz, zira Müslüman ümmeti uyuyan bir ümmettir”. O günden bu yana İsrail, Mescid-i Aksa’ya girer, istediği topraklara el koyar ve Müslümanlardan ses çıkmaz. Çünkü Filistin bilhassa Arap rejimler için bir yüktür. Bu yüzden çok azı istisna, hepsi de önce Filistin sorunundan sonra da Arap-İsrail çekişmesinden çekildi. Örneğin Mısır 1979’dan, Ürdün ise 1994’ten beri İsrail’le iyi ilişkiler içindedir. 

BAE ise o kadar ileri gitti ki hem İsrail’le olan kaçak fingirdeşmeleri resmiyete döktü hem de diğer bazı Arap ülkelerini de İsrail’le barışmaya zorladı. İsrail’le hiç savaşmamasına rağmen imzaladığı barış anlaşmasının adını İbrahim Anlaşması (Abraham Accords) koydu. Çünkü Hz. İbrahim hem Arapların hem de Yahudilerin dedesi oluyor. Fakat hiçbiri bu akrabalığa rağmen neden Filistin’in İsrail tarafından işgal edildiğini sorgulamadı. Anlaşma sayesinde sadece Filistin davasını satmış olmakla kalmadılar, aynı zamanda İsrail’e de cesaret verdiler. Mezkûr cesarettendir ki Netanyahu yeni bir intifada başlatıp koltuğunu sağlama almaya çalışmaktadır. Tabi olan yine Filistinlilere olacak. 

Hatta Arap diktatörler hiçbir şey olmamış gibi Filistin’i sorun çıkarmakla suçlayacaklar ve yardım etmemekle tehdit edecekler. Bunu çok belli etmeseler de sık sık yapıyorlar. Mahmud Abbas yönetimindeki Filistin yönetimi de onlardan farklı değil. O yönetim ki haksızlığa isyan eden Filistinlileri dışlamış, memurluktan atmış veya cezalandırmıştır. Halk bu yüzden İsrail’le uğraşacağına yönetimle uğraşmak durumunda kalmıştır. Bir kısmı ise başı derde girmesin diye artık hakkını savunmaktan vazgeçer olmuştur. 

Filistin’in durumu böyle. Bir tarafta işgale devam eden İsrail, diğer tarafta hiçbir şey olmamış gibi davranan Araplar. Bu sorunu belli ki sorunun parçaları çözmeyecek. Bakalım kim çözecek.  

YENİAKİT

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat