Beyaz Türkün İslamofobisi self kolonyalizmdir
Türkiye’deki başarısız 15 Temmuz darbe girişimi, dünya güçlerini ve Beyaz Türkleri sarsarak korkularıyla bir kez daha yüzleştirdi: İslam’ın hala tarih sahnesine dönme imkanı var.
- GİRİŞ20.10.2016 08:25
- GÜNCELLEME21.10.2016 07:32
Zaten 15 Temmuz darbe girişimi başarılı olsa da olmasa da dünyada ve Türkiye’de İslamofobiyi daha da derinleştirip güçlendirecekti: Dünya güçleri ve Beyaz Türkler, küresel terör üzerinden üretip yaydıkları İslamofobiyle parçalayıp güçsüz düşürdükleri İslam milletini tamamen etkisiz hale getirmeye çalışıyorlar.
Tarihi bir kavram olan İslamofobi, Batılıların ve Batıcıların İslam milletinden korkması ve onu düşman görmesidir. “Beyaz Türk İslamofobisi”nin bir asırlık tarihi çok trajik, bir o kadar da ilginçtir: Bugün “Beyaz Türk”ün “Televole Türk’ü” karşısındaki İslamofobisini anlamlandırmakta artık varoşların kenar mahallelerindeki kahvehanelerde bile güçlük çekilmiyor.
Oysa iki asırdır bu ülkede oynanan batıcılık, medenileşme ve modernleşme oyunun amacı, dini ve milleti tarih sahnesinden kaldırmaktı; toplumdaki sözkonusu aidiyet ve mensubiyet duygularını köreltmek, İslam milletinin şahsiyet iddiasını ve kimlik / medeniyet iddiasını yok etmekti.
Bu topluma bu coğrafyada yaşama hakkı, hakikate aidiyet (iman) bağını koparıp mensubu olduğu İslam milletine sırtını dönme, yani bağımlılığı kabul edip Batı’yla kader birliği yapma, modernleşme, sömürge haline gelme, şahsiyet iddiasından vaz geçme anlamında laik, İslam milletini ötekileştirme anlamında milliyetçi, kısaca “Türk milleti” olma karşılığında verilmişti.
Yakın tarihin bir asırdır bağıra bağıra anlattığı, sağır sultanların bile duyduğu bu Batının kese kese kuşa çevirdiği “Türk milleti” gerçeği, sonunda toplumun en alt kesimince bile anlaşılmış durumda.
BİR KOLONYALİST PROJE: TÜRK MİLLETİ
1919’da kurulan ve ilk meclisin çekirdeğini oluşturan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, şu ilkeden hareket ediyordu: “… bilcümle anasır-ı İslamiye yekdiğerine karşı hürmet-i mütekabile hiss-i fedakari ile meşhun ve vaziyet-i ırkiye ve içtimaiye ve şeriatı muhitiyelerine riayetkar öz kardeştirler”. Bütün bağları koparan bu toplum tahayyülünde ırk esas alınıyor, artık onaylanmayan ve ilerde terkedilecek olan ümmet, sosyolojik bir olgu olarak “enasır-ı İslamiye”ye dönüşüyordu.
İlk meclisin gizli oturumlarının birinde konuşan Mustafa Kemal Paşa ise şöyle diyecektir: “Suret-i umumiyede prensip şudur ki hudud-u milli olarak çizdiğimiz daire dâhilinde yaşayan anasır-ı muhtelife-i İslamiye yekdiğerine karşı ırkî, muhitî, ahlakî, bütün hukukuna riayetkar öz kardeşlerdir. Binaenaleyh onların arzuları hilafına bir şey yapmayı biz de arzu etmeyiz. Bizce kat’i olarak muayyen bir şey varsa o da hudud-u milli dâhilinde Kürt, Türk, Laz, Çerkes vesair bütün bu İslam unsurlar müşterekü’l-menfaadir”.
Mustafa Kemal Paşa’nın bu toplum tahayyülünde bir inanç toplumu olan ümmet yok, çıkar ortaklığı yapmış İslam unsurları olarak Kürt, Türk, Laz, Çerkes vesair uluslar var. Mustafa Kemal Paşa’nın bu toplum tahayyülünde, pozitivist, materyalist, laik, milliyetçi ve devrimci anlayış parlamaktadır.
Kısaca “Türk milleti” olmak demek, tarihteki millet-i hakime pozisyonundan vaz geçip cemaat haline düşürülmeyi, bir başka ifadeyle sosyolojik olarak çoğunluk olduğun halde ekonomik ve siyasal açıdan azınlık görülmeyi, Batının dayatması darbelerle gayrimeşru şekilde ilan edilen yeni düzeni, ekonomide, politikada, bürokraside su başlarını Beyaz Türklere, sosyolojik olarak cemaat olan “seçkin azınlık”a devretmeyi kabul etmek demektir.
BEYAZ TÜRK SELF KOLONYALİSTTİR
Prof.Dr.İdris Küçükömer’in aktardığına göre, Milli Mücadele yıllarında Garp Cephesi Komutanı olan İsmet İnönü bir grup subaya yaptığı konuşmada şöyle dedi: “…İçinde bulunduğunuz vaziyeti bilesiniz … Padişah düşmanınızdır. Yedi düvel düşmanınızdır … kimse işitmesin millet düşmanınızdır”. Dolayısıyla seçkin azınlığın, yani Beyaz Türklerin temsilcisi olan İsmet İnönü’nün, Anadolu’da millet-i hakime olan İslam milletinden korkusu anlaşılır bir durumdu..
Osmanlıda Batılıların işbirlikçi Hıristiyan azınlıkları kışkırtmak için Meşrutiyet döneminden sonra destekleyip yükselişe geçirdiği milliyetçiliğin çekirdeği olarak İslam milletine dair üretilen düşman tasavvuru, İttihat Terakki’nin ideolojisiydi ve genç Türkiye devleti kurulduktan sonra da devam edecekti.
Demek ki Cumhuriyet, milletin kendisinden korkuyordu. Neden? Çünkü millet demek, bir tarafta iman, yani İslam dini, öte tarafta etnisite ötesi bir kimlik olan Müslümanlık, yani tarih, medeniyet ve ümmet demek. Ümmet (Müslümanlık, İslam milletine mensubiyetle dahil olduğumuz tarih, medeniyet havzası) demek, kısaca Cumhuriyet elitinin, o günün Beyaz Türklerinin artık terk etmek istediği tarih ve medeniyet demekti.
Batılılaşarak dini bir “araz” olarak gören laik/seküler etnisitelerin, mutlak ve kurucu bir değer haline geldiğinde, öteki etnisitelerle çatışması, kaçınılmaz hale gelecekti. Etno-seküler milliyetçiliğin tanımladığı Türklük ya da Türk milliyetçiliği, sadece aidiyet bağı parçalanmış, İslam’dan kopartılmış değildi. O aynı zamanda “ağa ve şeyhlerin hükümranlığı altında terakki edememiş”, geri ve ilkel etnisitelere (ümmete) de karşıydı ve mensubiyet bağını da parçalayacaktı.
Bu yüzden Cumhuriyetin ilk Beyaz Türkleri ve emirlerindeki toplum mühendisleri, Anadolu sathında “Türk”ten başka bir şey görmek istemiyorlardı. Pozitivist, materyalist, ateist, laik, milliyetçi ve devrimci Türk, liberalizim, milliyetçilik, sosyalizim ve muhafazakarlık formasyonlarından biriyle Batıcılaştırılırken, self kolanyalist anlayış ve İslamofobi de yerleştiriliyordu.
Kısa sürede “anasır-ı İslam” olmaktan kurtarılan ve muasır medeniyetin bir üyesi olarak ilan edilen bu Batıcı Türk milleti nasıl bir milletti? Buradaki “Türk” hiç de zannedildiği gibi Kürt’ün ya da Arap’ın üstünde ya da Batı’ya meydan okuyan bir Türk değildir; aksine self kolonyalist bir Türk’tür, yani kendini Batının sömürgesi durumuna düşürmüş Türk.
Batıcılıkla, self oryantalizm ile self kolonyalist anlayış kazandırılmış, tarih ve mekan algısı daralmış, kendini muhayyel bir geçmişe ve yabancı bir geleceğe ait hisseden bir Türk milleti vardır artık tarih sahnesinde. Tanımı hâlâ yapılamamış, sabıkalı bir “muasır medeniyet”e dâhil olabilmek için ne olduğunu bin yıllık bir tecrübeyle ortaya koymuş İslam medeniyeti havzasını terk etmesi öngörülen bir Türk milleti.
BEYAZ TÜRKÜN İSLAMOFOBİSİ
20. yüzyılın ikinci yarısında, çift kutuplu dünyada Türk milleti, demokrasi ve kapitalizm adına Sovyetler Birliği’nin güney kapısını tuttu. Dünya gücü olan İslam devleti, Batı emperyalizminin bir sınır kapısındaki karakolu haline getirilmişti.
21. yüzyılın ilk yarısında, küreselleşme adı verilen bu dönemde, Hıristiyan dünyasını (AB ve Rusya) emrine alan Amerika’nın, tarihin sınavı olan Çin Savaşı öncesinde, Türk milletine biçtiği misyon, küresel terörizm üzerinden kabarttığı İslamofobiyi beyaz zenci rolüyle meşrulaştırıp İslam milletini etkisiz hale getirmesine yardım etmektir.
21. yüzyıla girerken artık Türk milleti deyince, Beyaz Türklerin yönettiği, aydın zümresi self oryantalizmle toplumdan kopmuş, yabancılaşmış, parçalanmış ve yozlaşmış bir ülkeden, self kolonyalist hale gelmiş bir toplumdan söz ediyoruz. Bütün iç ve dış sorunlarının çözümünü BM’de arayan, Avrupa Birliği kapısında sabırla bekleyen, NATO’nun emir eri haline düşmüş bir toplum anlıyoruz.
Bugün bu Türklerin Laila’da vatan kurtaranlarına “Beyaz Türk”, varoşlarda ömür tüketenlerine de “Televole Türk’ü” diyoruz! Dün olduğu gibi bugün de kolonyalist Beyaz Türkler, İslamofobinin kökleşmesi ve yaygınlaşması için çalışıyorlar.
Beyaz Türk’ün günümüzdeki İslamofobisi, Türkiye’de Televole Türk’ünün aidiyet bağı güçlenip dinin alanı genişlediğinde Cumhuriyet’in gerici bir rejim haline geleceği; mensubiyet bağını güçlendirip etnik ve kültürel kimlikler kucaklandığında ise ülkenin üniter yapısının yok olacağı korkusunu yaymak şeklinde tanımlanabilir.
Küreselleşme sürecinde Amerika, AB ve Beyaz Türkler, Televole Türk’ün ne bilinçlenmesini, hakikate aidiyet duygusunu geliştirmesini, kendine gelmesini ve özünü bulmasını kabul eder ne de BM, AB ve NATO’dan kopup İslam milletiyle kader birliği yapmasını, hakikat medeniyeti inşa etmesini ve İslam birliğini..
Toplumsal bilincin açılması; gericilik ve üniter yapı söylemleriyle önlenmeye çalışılıyor. Beyaz Türkler, topluma bir taraftan gericilik üzerinden seküler-modernleşmeci zihniyeti dayatıyor, öte taraftan da üniter yapı üzerinden etnisiteye dayalı ulus tasavvurunu..
Dünya güçlerinde ve Beyaz Türklerde İslamofobiyi depreştirip güçlendiren gerçek artık görünen köy olduğundan kılavuz istemiyor: İslamofobinin kaynağı, “Televole Türk’ünün şehadet arzusuyla sağlamlaşan aidiyet duygusu ve karakteri; vatan sevgisiyle sağlamlaşan kader birliği yaptığı İslam milletine mensubiyet duygusu, tarih bilinci ve medeniyet iddiasıdır.
Türkiye’deki 15 Temmuz başarısız darbe girişiminde dünya güçlerini ve Beyaz Türkleri sarsan Televole Türk’ünün şahsiyet ve medeniyet iddiası karşısında, küresel İslamofobik kabarış daha da artacaktır..
Yorumlar1