
ALMANYA’DA NAZİ KRİZİ
1957 yılında tek başına iktidara gelen Hristiyan Birlik partilerinin (CDU/CSU) dışında bugüne kadar tek başına iktidara gelen başka bir partinin olmadığı Almanya’da 24 Eylül’de yapılan genel seçimlerde sonuç yine değişmedi. CDU/CSU seçimden yüzde 33 oy oranıyla birinci çıkarken, Sosyal Demokrat Parti (SPD), tarihinin en düşük oy oranı olan 20,5’te kaldı. Nazi yanlısı Almanya için Alternatif (AfD) partisi, yüzde 12,6 oranında oy alarak sandıktan üçüncü sırada çıkmayı başardı. AfD’nin meclise girmesine Almanya içindeki hem siyasi partiler hem de sivil toplum kuruluşlarından tepki gelse de Avrupa’daki sağ popülist partilerden AfD’ye tebrik mesajları yağdı.

İNGİLTERE İLE MÜZAKERELER TIKANDI
İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden (AB) ayrılmasına yönelik, AB ile ile İngiltere arasında gerçekleştirilen müzakerelerin üçüncü turu da ilerleme kaydedilemeyerek tamamlandı. Tıkanmanın nedenini ise İngiltere’nin ayrıldıktan sonra AB’ye borçlanacağı miktar üzerine iki tarafın yaşadığı anlaşmazlık. AB Komisyonu İngiltere’nin ayrılma maliyetinin 60 milyar euroyu bulabileceğini duyurdu, May hükümeti ise bu rakamı aşırı buldu. İngiliz medyasında İngiltere hükümetinin en az 20 milyar euro ödemeyi taahhüt edeceği iddia edilse de henüz resmi bir açıklama gelmedi. Birleşik Krallıkta yaşayan 3 milyon 200 bin AB vatandaşının geleceği ve Kuzey İrlanda’nın statüsü de iki taraf arasında anlaşmazlıklara neden oluyor.
HOLLANDA HÜKÜMETSİZ
Hollanda’da 15 Mart 2017’de yapılan genel seçim üzerinden 200 gün geçmesine rağmen hala hükümet kurulamadı. Hiçbir partinin iktidarı kurmak için gerekli 76 sandalye sayısının yarısına dahi tek başına ulaşamadığı ülkede, Başbakan Rutte’nin liderliğindeki Özgürlük ve Demokrasi için Halk Partisi (VVD), 2012 yılında çıkardığı 41 sandalyenin altına düşerek 33 sandalye çıkarabildi. VVD, Hristiyan Demokratlar Birliği (CDA), Demokrat 66 (D66) ve Hristiyan Birlik Partisi (CU) arasında hükümetin kurulması için müzakereler yürütürken, bazı siyasiler, hükümet kurma sürecinin fazla uzadığını belirterek durumun endişe verici olduğunu vurguluyor. Ülkedeki hiçbir siyasi parti, meclise 20 vekille giren ve ikinci büyük siyasi parti olan aşırı sağcı Geert Wilders’in liderliğindeki ırkçı Özgürlük Partisi (PVV) ile koalisyon kurmak istemiyor.

MERKEZ SİYASET ERİDİ
Aslında bu trend 1980’lerden itibaren Avrupa’da merkez siyasetin erime sürecinin 2008 Finansal Krizi ile hızlanmasının sonucu. Merkez sağ ve sol partilerin Avrupa kamuoyunun ihtiyaçlarına cevap verememesi, önceki dönemlerin aksine Avrupa siyasetinde güçlü liderlerin ortaya çıkmayışı sonucu parlamenter sistem adeta bir demokrasi krizi üretmeye başladı. Yine Belçika’da siyasal sistemin ve partilerin yapısı nedeniyle 210 yılında 2011’e kadar uzanan süreçte 540 gün hükümet kurulamadı ve ülke geçici bir hükümet tarafından yönetilmek zorunda kaldı. Örneğin Yunanistan merkez siyasetin temsilcileri, iki büyük parti PASOK ve Yeni Demokrasi Partisi 2012 yılında yapılan seçimlerde adeta erimiş ve ülke SYRIZA ve Altın Şafak gibi aşırı sol ile aşırı sağı temsil eden iki partinin yükselişine sahne oldu. Öyle ki SYRIZA iktidarı kurma hakkı kazandı.

İTALYA KRİZİ AŞMAK İSTEDİ
Avrupa’da parlamenter sistemin yaşadığı bu krizi İtalya, hükümeti güçlendiren bir formül ile aşmak istedi. Geçen yıl İtalya Başbakanı Matteo Renzi, ülke yönetiminde istikrarı ve etkinliği sağlamak amacıyla hükümeti güçlendiren kapsamlı bir anayasa değişikliği önerisi sundu. Önerinin reddedilmesi üzerine Renzi istifa etti. Renzi’nin başbakanlığındaki hükümet, İtalya’da 1017 gün ile en uzun süre iktidarda kalan dördüncü hükümetti. Ülkede 70 yılda 63 hükümet kurulmuştu. Renzi’nin kabinesinde Dışişleri Bakanı olarak görev yapan Paolo Gentiloni başbakanlığında kurulan yeni hükümet, parlamentodan güvenoyu alarak resmen göreve başladı.
AŞIRI SAĞ İKTİDAR ORTAĞI
Avrupa’nın en kuzeyinden, İsveç, Finlandiya ve Danimarka’dan, merkez ve güneyine; Hollanda, Fransa, İsviçre, İtalya, Avusturya, Macaristan ve Slovakya’ya uzanan hatta, aşırı sağ partileri % 5-25 arası bir bantta sandıkta güç elde ediyor. Bu güç onları ya iktidar ortağı yapıyor ya da iktidarın üstünde demoklesin kılıcı gibi sallanmalarına sebep oluyor. Yine Fransa’da aşırı sağcı Ulusal Cephe Partisi lideri Marie Le Pen’in yüzde 10 bandından yüzde 25-30 arası bir banda çıkarak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin favorisi konumuna yükseldi. Yine sağcı Danimarka Halk Partisi ve İsviçre Halk Partisi sırasıyla yüzde 20 ve yüzde 29’luk oy oranlarına ulaşmış ve iktidar alternatifi haline yükselmiş durumda. Öyle ki geçtiğimiz yıl Avusturya Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aşırı sağcı aday kılpayı bir oranla seçilemedi.
