İslâm Düşünce Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, geçmişte yayınladığı bir video ile hakikat arayıcılarına yol haritasını anlattı.

Geçmiş dönemde Diyanet İşleri Başkanlığı yapan İslam Düşünce Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, 'Hakikat arayıcısının yol haritası' başlığı altında çok önemli mesajlar verdi. Youtube kanalında yayınlanan videoda; "‘Düşünüyorum; öyleyse varım’ yerine İslam’ın şiarı olan ‘Ahlaklıyım; öyleyse varım’ desek sezadır" diyerek şöyle devam etti:

Sevgili Kardeşlerim, İslam’ı esas alarak hakikat arayışı içinde olan ilim, fikir ve gönül ehli, dinî hayatı üçe ayırmışlardır:

1. Allah’ı hakkıyla bilmek ve tanımak ki buna Marifetullah diyoruz.

2. Nefsi her türlü kötülüklerden arındırmak. Başka bir ifadeyle kendimizi bilmek ve tanımak ki buna tezkiyetü’n-nefs diyoruz.

3. Salih amel sahibi olmak, davranışlarımızı düzeltmek, daima iyilik yolunda olmak. Hem kendimizle hem başkasıyla hem de âlemle ilişkilerimizi Müslümanca yürütmek ki buna da tashih-i amel diyoruz. Bu tasnifi kabul edenler, hakikate giden yolda sıralamayı da buna göre belirlemişlerdir. Buna göre insan ne kadar marifetullaha ererse o kadar tezkiyetü’n-nefs sahibi olur yani Allah’ı ne kadar tanırsa kötülüklerden de o kadar arınmış olur.

Nefsini ne kadar tezkiye ederse o kadar Salih amel sahibi olur; kendisiyle, başkasıyla, âlemle ilişkilerini düzeltmiş olur. Biz, bugünkü dersimizde bunun tersinin mümkün olup olmadığını ele alacağız. Yani “insan ne kadar salih amel sahibi olursa nefsi o kadar kötülüklerden arınır. Nefsi ne kadar arınırsa marifetullaha o derece vasıl olur” diyemez miyiz? Bu tersine sıralama da doğru olamaz mı? Bu sorunun cevabını arayacağız. Bunu yaparken de İslam geleneğinde İmam Gazâlî’nin tecrübesini ve yazdıklarını, modern zamanlardan ise Taha Abdurrahman’ın kavramsallaştırmalarını esas alacağız.

Öncelikle ifade etmek gerekir ki, bir müminin varacağı en büyük hakikat marifetullahtır.

Marifetullah, Allah’ı hakkıyla bilmek ve tanımaktır. Tekvinî ve tenzilî ayetlerini / kâinat ayetlerini ve Kitab’ın ayetlerini, esmâ ve sıfatlarını hakkıyla idrak etmektir. Ancak insan sadece mücerret akılla, düşünceyle, bilgiyle, istidlalle marifetullaha erebilir mi? Ulûhiyeti sadece düşünsel bir konu olarak değerlendirebilir miyiz? İmanı, sadece bir bilgi nesnesi olarak görebilir miyiz?

Hayır, göremeyiz. Allah, sadece bilgi ve düşüncenin nesnesi değildir. Ulûhiyet sadece düşünsel bir konu değildir. İman da sadece bilginin nesnesi değildir. İnsan mücerret mantıksal önermelerle ulûhiyeti idrak eder, ancak marifetullaha eremez. Sadece istidlali delillerle imanını kemale erdiremez. Şüphesiz akıl ve mantık hakikate ulaşmak için gerek şarttır; ancak yeter şart değildir.

 

Akıl ve düşünce elbette önemlidir. Nitekim Kur’an akıl etmez misiniz? Tefekkür etmez misiniz? Tedebbür etmez misiniz?” diyerek bizi düşünmeye davet eder. Ancak fikir ve tefekkür aynı kökten gelse de bizim düşünce dediğimiz şey ile Kur’an’ın tefekkür dediği şey aynı değildir. Düşünme ameliyemizi bir yol ve yürüyüşe benzetecek olursak fikir ve düşünce sathi ve yatay bir yürüyüştür. Tefekkür ise dikey bir yürüyüştür.

Tefekkür idraki yüceltir, idrakin ufuklarını genişletir. Bizi Allah’ın ayetlerinden Allah’ın kendisine yani marifetullaha götürür. Tabir caizse fikir isrâdır, tefekkür miraçtır. Tefekkürde tezekkür vardır. Tefekkür sadece ayetleri idrak etmemizi sağlamaz; ayetlerin delalet ettiği Allah’ı da hatırlatır. İnsan bir ayet üzerinde tefekkür ederken Allah’ı hatırlar, zikreder. Allah da o ayette rahmeti ile tecelli eder ve insan bu rahmetten nasibini alır. Şuur idrakin önüne geçer.

Bu da sadece rahmet değil, aynı zamanda muhabbet doğurur. Akıl, Allah’ın ayetlerini nasıl anlıyorsa kalp de ayetlerle öyle bir muhabbet ilişkisi kurar. Salt akli istidlal ile düşünmek, bir şeyin sadece zahirini anlamamızı sağlar. Bu nedenle herhangi bir eşyayı, bir varlığı anlamak için kullandığımız düşünsel önermeleri Allah’ı tanımak için kullanamayız. Binaenaleyh tefekkür sadece akli istidlal yolu ile bir hakikate varmak değildir. İstibsar dediğimiz vicdani bir basireti de gerektirir. Burhân delili, ancak vicdan delili ve fıtrat delili ile birleşince tefekkür olur. Ancak istibsar için akleden kalbe, fıkheden kalbe sahip olmak gerekir. Bunun için de akli melekeden çok, ahlaki meleke sahibi olmak gerekiyor. Yani arınmış bir nefse, mutmain bir kalbe sahip olmak gerekiyor. Zira bazı bilgilere sadece istidlal yoluyla değil; bazı yaşantılar ve deneyimler sonucu ulaşılabiliyor. Bu da ancak dinî hayatın ikinci aşaması olan tezkiyetü’n-nefs ile olur.

Yorumlar 11 Yorum Var
  • Kurdi 21.03.2024 20:01
    Allah alimlerimizi korusun sayılarını artırsın.
  • Haluk 21.03.2024 18:43
    Sanki dinimiz ilim öğrenmeyin diyor dinimizi bilmeyenler sallıyor ,Allah heryerde ilim sahipleri bana daha yakın diyor xyzt gibiler sallıyor ,zaten Allah a inanan insan çalmaz ama sen delilin olmadığı halde zanda bulunup çalıyorlar diyorsan balya balya para sayanlara gidip destek oluyorsan o zaman hakikat hangisi iyi düşün.Meal okuyun başkalarına kanmayın..Mehmet Hocam çok değerli
  • Adil 21.03.2024 16:50
    Dünyada ki bütün para birimleri, altına göre sabitlenir, FAİZ SİSTEMİ KALDIRILIRSA, BİRDE İSRAF ÖNLENİRSE, BİRDE HERKES ZEKATINI SADAKASINI TAM VERİRSE. ALLAHIN İZNİYLE BİR TANE FAKİR YOKSUL YETİM MUHTAÇ AÇ SEFİL İNSAN KALMAZ. denemesi bedava..
  • Adil 21.03.2024 16:49
    BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM RABBİMİZ ALLAHTIR ALEMLERİN RABBİ OLAN YÜCE ALLAHIN KANUNLARINI İSTERİZ ALLAHIN ADALETİNİ İSTERİZ ALLAHIN RAHMETİNİ BEREKETİNİ FAZLINI KEREMİNİ İHSANINI İKRAMINI LUTFUNU NURUNU RIZKIMIZI MAĞFİRETİNİ MERHAMETİNİ RIZASINI SEVGİSİNİ HOŞNUTLUĞUNU VE DOSTLUĞUNU KAZANMAK İSTERİZ ALLAHIN HUZURUNDA OLMAK İSTERİZ ALLAHA KAVUŞMAK İSTERİZ Amin
  • YASİN 21.03.2024 16:42
    Allah cc Razı Olsun. Yüreğinize sağlık.
Daha fazla yorum görüntüle