Gel/e/meyen sinema ile 'Gelmeyen Bahar'

  • GİRİŞ10.03.2013 09:28
  • GÜNCELLEME10.03.2013 09:28

Bir bitişi cümlesi gibi dursa da, bu, henüz başlayamamış bir yazının girişi...

İbrahim Tatlıses'in, özel televizyonların yaygınlaşması sonrası (devlet televizyonu TRT, arabesk vb icracılar için uzun süre kapalıydı) çok yeni bir memba bulmuştu. 'Klip' dediğimiz televizyona özel 'şarkı süreli film'ler, Tatlıses'in şöhretine şöhret kattı.

Fakat bahsettiğim çerçeve, kliplerin yönetmenliği, yapım firması sahipliği bağlamında oldu.

Tatlıses, kendi kliplerinin yönetmenliğini yapardı. Elbette bu yönetmenlik 'merakı', yine sinemadan gelirdi. Çünkü Tatlıses, kendi filmlerinden bazılarını yönetti (bildiğim kadarıyla 2 film).

Görsel olarak kötü, yönetmenliği sadece ve sadece 'hikaye etme' ile 'oyun verme' noktasına sıkışmış klipler, hala müzik piyasasının vazgeçilmez pazarlama unsuru.

Sonraları, sinema ciddi bir mecra haline geldi memlekette.

Müzik piyasasında sinemaya kayışlar müthiş bir hız kazandı.

Televizyon, sinemanın ciddi bir rakibi olduğundan, mevzubahis isimler ve dışındaki birçokları, sinemada aramaları muhtemel olan 'şeyler'i dizilerde buldu.

Ancak bir yerden sonra diziler, kimilerine yetmedi.

Mahsun Kırmızıgül, bu isimlerin başında geliyor. İlk yönetmenlik denemesi olan 'Beyaz Melek' ile ciddi ilgi gören ve sinema çevrelerinde de takdirle karşılanan Kırmızıgül, -bence- sonrasında farklı bir çerçeveye çekti meseleyi ve sinemasını (varsa) geriletti. Sonraki eserleri, ilk eserinin çok gerisinde kaldı.

Sonra bir de Özcan Deniz vakıası var. Hala yaşamaya devam ettiğimiz bu olay, -'çalıntı senaryo' iddiaları arasında- duygusal-drama filmler üretimi halini aldı. Artık gişede ciddi bir 'Özcan Deniz' olgusu var.

Yönetmenlik koltuğunda oturduğu iki filmi de çok izlenenler listesine girdi (Ya Sonra, Evim Sensin).

Mahsun Kırmızgül ve Özcan Deniz'den sonra 'Küçük Emrah' olarak tanıdığımız Emrah Erdoğan da sinemaya adım attı.

Emrah Erdoğan (soyadını İpek diye bilirdim, demek ki kullanmayacağız artık), 'Gelmeyen Bahar' isimli ilk yönetmenlik denemesi ile vizyona çıktı.

Senaryosunu Emrah Erdoğan ve Tarkan Ateşmen yazdığı halde filmin 'yazan-yöneten'i nasıl Emrah Erdoğan oluyor, açıkçası anlamadım.

Neyse, burasını geçelim...

Emrah Erdoğan'ın filmi vizyona yeni çıksa da, filmin haberini seneler öncesinde almıştım.

Yakın çevremde cereyan eden olay o ki, 'Küçük Emrah', hepimizin bildiği bir sinema eleştirmeninin yol göstericiliğinde (Emrah Erdoğan bu ismi söylediği için ben de not düşeyim; Nedim Hazar), film çekmeye ve sinemayı öğrenmeye başlamıştı.

Duyduğumda ilk söylediğim şey 'helal olsun' olmuştu (ifade tam olarak bu olmayabilir, bu minvalde idi). Zira, televizyon geçmişi ve sinemada oyunculuk tecrübesini yeterli görerek bu işe soyunanların yanında, teknik ve teorik olarak da olaya kafa yorup, ondan sonra fiiliyata geçme durumu, saygı duyulacak bir bakış açısıydı.

Öyle de yaptım...

Saygı duydum...

Açıkçası Emrah Erdoğan kimden, ne kadar kılavuzluk aldı, bilmiyorum.

Emin olduğum bir şey var ki, Emrah Erdoğan'ın -film dili bağlamında- kafası karışık.

Öncelikle belirtmek isterim ki; bazı çerçeveler ve bütün olarak sahneler hakikaten güzeldi. Mezopan ve tek plan uzun sahneler cesurcaydı (görüntü yönetmenin katkısı büyük gibi).

Küçük mekanlardaki sahneler sıkıntılıdır. Çatışmaların büyük kısmının geçtiği 'gecekondu'daki planlarda neredeyse sıkıntı yoktu.

'Şaryo', 'steadicam', 'jimmy' gibi teknik ekipmanla güzel resim verme durumu artık herkesin başarabildiği bir durum. Kaldı ki, bunu zaten görüntü yönetmenleri yapar.

Emrah Erdoğan'dan zaten 'author' yönetmen performansı beklenemez. Bu, önce kendisine haksızlık olur. Lakin -bütün olarak ortaya çıkan esere ve imza atış şekline bakınca- bir iddia söz konusu oluyor. Emrah Erdoğan, 'ben buradayım' der gibi filmini vizyona çıkardı.

Röportajlarında da 'büyük laflar' eksik olmayınca, Emrah Erdoğan kendi filmine zarar vermiş oldu.

Bir sanat dalında eser sahibinin konuşması, eserine artıdan çok eksidir. Zira göreceli olan estetik ve sanatsal algı yönlendirilmiş, yönlenmiş olan algı da yıkılmış olur.

Bu bakımdan Emrah Erdoğan'ın büyük laflar ederek konuşması, eserinin etkisini azaltıyor.

Aslına bakarsanız sinema camiasının genel durumu bu. Piyasaya yeni çıkan bir şahıs içinse bu durum büyük bir dezavantaj olabilir.

Filme geri dönecek olursak...

Ataerkil toplumda kadın olgusunu ele alarak, 'aşırı kötü' erkeklerin çoğunlukta olduğu toplumda 'aşırı iyi' erkeklerin az da olsa meselelere şekil verdiği kanaatini yansıtan Gelmeyen Bahar, 'kadına şiddete hayır' sloganının senaryo edilmiş hali. Ancak senaryoda ciddi sıkıntılar mevcut.

En bariz sıkıntı; Emrah Erdoğan'ın, 'söylemek istediklerini' karakterlere söyletmeye çalışması.  

Kadına karşı şiddet mevzuunda kafasındaki cümleyi karaktere söyletmesi, daha filmin başında sırıtan olgulardan. Halbuki, görsel sanatlarda böyle şeyleri 'olaylar' ve 'durumlar'/'sahneler' anlatır.

Karakterler iyi işlenemeyince, 'karakterinden büyük laflar' ile senaryonun ciddi sıkıntıları resmoluyor.

Epizotlarla, geri dönen kurgu şeklindeki senaryo bir yerde 'elden kaçıyor' gibi.

Kararsız kamera hareketleri ve aceleci tiyatral sahneler film dilindeki tutarsızlığa işaret ediyor.

Filmdeki bir sahne dikkat çekti. Annenin namaz kıldığı esnada vuku bulan bu sahneyi anlatmayalım da,  iyi bir fikir olduğunu vurgulayalım.

Cuma namazına giden, ancak akşamları içen ve pavyona da giden bir tiplemeye sahip olan ana karakterlerden bazılarını eleştirirken, Kur'an-ı Kerim'in kullanılması gayet mantıklı olsa da, didaktik bir manzara arz etmiş.

Filme klip koymak da Emrah Erdoğan'ın tercihi elbet. Ancak uygun düşmediğini belirtmek isterim.

Oyunculuklar da -film gibi- vasatın etrafında dolaşıyor. Beyza Şekerci, Ayten Uncuoğlu, Kerem Kupacı ve Hasan Küçükçetin'in oyunculukları 'iyi' derecede. Ayşe Kökçü'nün canlandırdığı karakterin olgunlaştırılamadığını düşünüyorum. Dolayısıyla oyunculuk da dengesiz seyrediyor.

Toparlamak gerekirse...

İlk yönetmenlik denemesinde Emrah Erdoğan, -görsel olarak- vasatın altında bir film ortaya koymamış. Senaryosundaki ciddi sıkıntılar filmin bütünü olumsuz etkiliyor, elbette. Büyük laflar etmek yerine, küçük yaşanmışlıkları mütevazı şekilde görüntüye almayı denerse, Emrah Erdoğan, sinemamızda iyi bir yer edinebilir.

Bu filmin elbette bir kitlesi var. Kimileri 'ağlama garantili' olarak nitelendiriyor (Mahsun Kırmızıgül filmleri için de öyle söylenirmiş). Standardın üstünde izleneceğini düşünüyorum. Eğer kıstas 'izlenmek' olacaksa, tatmin olunacağını düşünüyorum.

Lakin sınırlar, gişenin ötesine konmalı.

O vakit sınırlar, sınırlamaktan öteye geçer...

Abdulhamit Güler - Haber7

abdulhamitguler@gmail.com

twitter: @_hayirlisi_

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat