Eskiye ve Yeniye Dair İnsan Manzaraları

  • GİRİŞ28.03.2017 07:24
  • GÜNCELLEME29.03.2017 07:37

Bir vakitler Abdülbaki Gölpınarlı derler hoş yürekli bir adam vardı. Gönlü hoş, kendi hoş, kelamı hoştu. Türkiye’nin kültürel dezenformasyonunu an be an gördü, izledi, şahit oldu. Ve bu bozulma bir an kelam olarak döküldü. Geçmiş ve bugün arasındaki farkı “Dün ve Bugün” isimli bir yazısında kaleme döktü. İşte nesiller arasındaki farkı en yalın haliyle gözler önüne seren o müthiş yazı;

Bir çeşit yol tarifi vardı bir çeşit ev tarifi; oraya vardın mı sağ dön solda bir bostan göreceksin doğruca git gene solda köşk önünde koca asırlık bir çınar ağacı cumbalı saray yavrusu bir konak, sağda az meyilli bir yokuş, vur o yokuşa aşağı yukarı 200 adım ötede sağda bahçesinde salkım söğüt küçük bir kuş yuvası gibi ahşap ev, 14 numara… karşısında küçücük bir bakkal var, bakkal İbrahim efendi… İşte o ev Selvinaz kalfanın evi.

Bir çeşit gidiş vardı bir çeşit dosta gidiş, yanları açık tek yahut çift atlı sayfiye arabasına kurulurdunuz, yanınızda torununuz, önünüzde damat bey, yaya bir saatte varılacak yola sağı solu seyrede ede yarım saatte varırdınız. Arabaya binerken arabacı yerinden iner yardıma müheyya dururdu varacağınız yere varınca  “duur” dediniz mi yine durur hemen yerinden atlar önünü kavuşturur hizmete amade bir hal alır gerekirse tutunmanız için elini değil kolunu uzatır parasını alınca da teşekkürler eder hayırlar dilerdi.

Bir çeşit hitap vardı bir çeşit söz söyleyiş, kadına hanımefendi denirdi, erkeğe beyefendi, yaşlıca ve sakallı zata efendi hazretleri, erkeğe paşam diyenler bulunurdu ama bunlar ekalliyetlerdi yani azınlıklar. Seyyar satıcıların sesleri besteliydi, sözleri ezgili ürküten can alan uyuyanı uyandıran ses yoktu.

Ezan namaz kılmayana bile bir ruh sükunu idi, bir nağme vakfesi, bir huşu anı… sabah salası. Sabah ezanı sabadan, öğle, ikindi, yatsı ezanları önce hazırlanmış vekablardan, akşam ezanının ise bambaşka bir ahengi bambaşka bir okunuş tarzı var.

Mahalle kahvesinin bir çeşit vazifesi vardı. Bir çeşit içtimai toplantı yeriydi orası Mahallenin. Her sabah işine gidenler oraya uğrarlardı. Herkes birbiriyle bir kere daha görüşürdü hasta yoksul hayaliyle, kimsesiz kadının haline orada çareler aranırdı bulunurdu. Doktor yollanırdı ilaç alınırdı, kömür gönderilirdi, para toplanırdı, bunlar yollanır gönderilirken de yollayanlar gönderenler söylenmez yardım edenler bildirilmezdi. Akrabanızdan biri gönderdi ismini hatırlayamıyoruz denirdi.

Bir çeşit külhanbeylik vardı bir çeşit emniyet kolu, mahallenin namusundan mesul sayardı kendilerini bunlar. Mahallenin bekçisine, karakoluna yardımcıydılar. Bunlar yüzünden mahalle emindi, rahattı. Bunlar yüzünden uykuda rahatsız olmazdı kimse. Uyuyan uyanacağı saatte uyanırdı, geçinirdi mahalleliden bunlar. Ellerinden bir kaza çıkarsa hapishanede mahalleli yardımcıydı bunlara.

Boğaz, Göksu, Haliç, Kağıthane, Kıyılardaki yalılar, oralardaki musiki alemleri, hanım iğnesi kayıklar, nağmeler, elemler, emeller bütün bunlar ne söze sığar ne yazıya gelir… dostluk vardı, vefa vardı, söz vardı, öz vardı, sükun vardı,  rahat vardı, ruh vardı, huzur vardı, feyiz vardı, zevk vardı, neşe vardı, edep vardı, can vardı, canan vardı, hicran vardı, aşk vardı…

Şimdi yolu sormayın, bilen yok ki. Evler burunsuz dümdüz yüzlü hepside birbirinin aynı tanınmaz ki. Yağmur, hele kar yağmaya görsün, güzel havada bile bulunmayan dolmuş hatta taksi nereden bulunacak? Şoför arkadaş sakallıya “baba, amca”, gence “abi” diyor, kadına artık “ba(ğ)yan” demeyi de unutmuş “teyze, yenge, abla” diye hitap ediyor. Kızarsa ihtiyar, erkeğe “moruk,” kadına “cadı” diye bağırıyor. Vapurda boş yer yok belli yer kalmamış, babadan “bizimki,” anadan “koca karı” diye söz ediyor genç. “Ulan” ve bundan da bayağı sözler birbirlerine tabii hitapları. Bir şey konuşulurken ııııığ, ııııığ, ııııığ diye inilti bir adet olmuş, yirmi sözlü bir cümlede en az on kere “tamam mı” demek tabii bir söz söyleyişiymiş.

 

Ezan artık inanana “Aziz Allah” dedirtmiyor, adamı ürkütüyor “La havle” dedirtiyor.

seyyar satıcıların sesleri canından bezdiriyor adamı. Mahalle kahvesi hiç kalmadı. Külhanbeylik haraççılık olmuş, hizmetçi ev sahibine düşman, geceyle gündüz belli değil, yollar pislikle dolu, apartmanlarda oturanlar birbirlerini tanımıyor hatta birbirlerine düşman, her gün bir olayla dertli, elektrik muma, gaz lambasına muhtaç ediyor adamı. Ağaçlar kesilmekte, çeşmeler musluksuz. Ormanlar yanıyor, kalan çeşmelerin kitabeleri aynaları kırılmayı bekleyen boynu bükük zavallılar.

Seyyar satıcı pazarı çiğ renkli kilimlerle örtülü gözleri zedeliyor, pislik birikintileri ayakları kaydırmada, biber, et, soğan kokuları buram buram, borazanlı satıcıların sesleri kulakları tırmalıyor, ve bu meydanlıktan çıkmış meydanın sonunda irfan merkezimiz: Üniversite…

Müzik bağışlayın p..çleşmiş, ne doğulu ne batılı, fakat şu muhakkak ki bizim değil, değil, değil ve değil ve pek çok deli zır deli ve biz bu ülkede artık garibiz, ihya olur gurbet vatan veya vatan gurbetlenir. Bütün bunlar benliğimizi kaybetmekten meydana gelmiş, benliğini kaybeden varlığını bulamaz, gününü bilmeyen bu gününü anlayamaz, bu gününü anlamayan yarınına hazırlanamaz.

Milliyet evdir, yapıdır, temeldir, şekildir, binadır, maddedir, havadır, sudur… Hayal değil ve bir millet kendi varlığından çıkarsa başka varlıkları görüp aşağılık duygusuna kapılır ve bugünkü hale gelir…

Üstadın ruhuna sağlık. Mekanı cennet olsun.

 

 

Yorumlar4

  • polen 7 yıl önce Şikayet Et
    amin
    Cevapla
  • abdurrahman yalcin 7 yıl önce Şikayet Et
    nede güzel dün ile bugünü elinize sağlık..
    Cevapla
  • Murat Acar 7 yıl önce Şikayet Et
    sizinde okumamiza vesile oldugunuz için yureginize sağlık
    Cevapla
  • Yaren 7 yıl önce Şikayet Et
    çok hoş bir yazı olmuş ellerinize sağlık.Allah yar ve yardımcınız olsun...
    Cevapla
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat