Osmanlı Bir Vakıf Medeniyetidir

  • GİRİŞ08.06.2017 07:38
  • GÜNCELLEME09.06.2017 07:43

Osmanlı medeniyetinin ve Osmanlı toplumunun en bariz özelliklerinden biri hayır ve hasenatta, yardımlaşma ve dayanışmada yarışma melekesiydi. Bu sayede Osmanlı ülkesi bir “Vakıf Medeniyeti” ve “Vakıf Cenneti” haline gelmişti. Vakıf, hayır yapma ve yardımlaşma anlayışının kurumlaşmış bir ifadesi ya da mahsulüydü. Osmanlı’da hayatın her alanını kucaklayan bu köklü hayırseverlik duygusu ve ameliyesinin kaynağında da İslam inancı yatıyordu.

Toplum ve medeniyet hayatında vakıfları hep ön planda tutan Osmanlı, onları hem dünyaya hem de ahirete bir hizmet vasıtası olarak görmüştür. Yedi iklim, üç kıtaya adeta çil çil serptiği on binlerce vakıf müessesesi ile insanlığın ve merhametin zirvesini” yakalamıştır. Başta padişahlar ve sadrazamlar, sonra da bütün devlet ricali ve varlıklı kişiler, az veya çok güçlerine ve imkânlarına göre vakıflar tesis ederek veya mallarından bir kısmını vakfederek “vakıf insan” olmanın benzersiz birer numunesi olmuşlardır.

            Yabancı Seyyahlar Şaşkınlıklarını Gizleyemezler.

Fransız Seyyah Du Loir, Osmanlı’daki misafirperverlik, misafirhaneler, yolculara, kimsesizlere, fakirlere, mahkûmlara ve hastalara karşı aklın ve hayalin sınırlarını aşan, toplumun geniş kesimlerini saran bu hayırseverlik ve hayırda yarışma furyası hakkında şaşkınlık ve hayranlığını gizleyemeyerek şu çarpıcı tespitleri aktarır;

“Bütün Türkiye’de imaret denilen misafirhaneler vardır. Buralarda hangi dine mensup olursa olsun bütün fakirlere ihtiyaçları nispetinde yardım edilir. Hiçbir ayrıma tabi tutulmaksızın bütün yolcular imaretlerde üç gün kalabilirler ve kaldıkları müddetçe de her öğün yemekte, vakıf şartı gereğince birer tabak pilavla ağırlanırlar. Şehirler ile yol boylarında imaretlerden başka her türlü şahsa kapıları daima açık duran kervansaraylar da vardır. Bazı Türkler de hayrat olarak yol boylarında yolcuları susuzluktan kurtarmak için çeşmeler yaptırırlar. Bazıları da şehirlerde sokaklardan gelip geçenler için sebiller yaptırır; bunlar için de tıpkı dairelerde olduğu gibi aylıklı memurlar vardır; vazifeleri isteyenlere su vermektir. [1]

Aç kurtlardan, Kanadı Kırık Leyleklere…

Şehirlerde insanlarla birlikte yaşayan kedilere, köpeklere, dağ başlarındaki aç kurtlara yiyecek hazırlamak ve sakat leyleklerin hayatlarını garantiye almak için hayır müesseseleri bina eden büyük ecdat, bu konuda benzersiz işlere imza atmıştır. Fransız seyyah J. de Thévenot’un, 1656’da İstanbul’da gördüğü, tanıştığı ve sohbet ettiği Türklerin hayvan sevgisiyle ilgili kendisini hayrette bırakan müşahedeleri, Osmanlı toplumunun vakıf ruhunu kavrama ve uygulamada hangi noktalara ulaştığının müthiş göstergelerinden biridir;

“Türklerin bazıları ölürken haftada şu kadar defa şu kadar köpeğe ve şu kadar kediye yiyecek verilmek üzere birçok iratlar (miras, nafaka) bırakırlar yahut bu hayrın işlenmesini temin için fırıncılarla kasaplara para verirler ve onlar da bu gibi vasiyetleri büyük bir sadakatle ve hatta dindarca bir riayetle yerine getirirler. Onun için her gün et taşıyan birtakım kimselerin vâkıf şartına göre ya köpekleri veya kedileri çağırıp etraflarına toplanan hayvanlara et parçaları atışları görülecek şeydir. Bunlar bizim nazarımızda çok gülünç olmakla beraber onlarca öyle değildir.”[2]

17. yüzyılda Osmanlı topraklarına seyahat etmiş olan Fransız avukat Guer, Osmanlıların hayvanlara besledikleri ilgi ve şefkatten, onlar için yaptıkları hayret verici hizmetleri anlatırken, çarpıcı bir misal olarak Şam’da gördüğü “kedilere ve köpeklere mahsus hastane”den şaşkınlıkla söz etmiştir. Ayrıca 9 Şubat 1829 tarihli belgede geçen, yük hayvanlarıyla ilgili şu ikazlar, Osmanlı’nın hayvan haklarını koruma hususundaki incelik ve titizliğinin çarpıcı delillerinden birisidir. “Hamalların, Cuma günleri hayvanları çalıştırmamaları, hayvanlara güzelce bakmaları, yüklerini boşalttıktan sonra hayvanlara binmemeleri eskiden beri uyulan bir usuldür. Ancak son zamanlarda buna uyulmadığı görülmüş olup, gerekli tedbirler alınacaktır.[3] Buna benzeyen ve yük hayvanlarına iyi davranılması, iyi beslenilmesi ve haftada bir gün dinlendirilmesi hususunda 1580 senesinde padişah iradesi ile bir ferman bile yayınlanmıştır.[4]

Böyle Vakıf Olur mu Hiç Demeyin…

            Osmanlı döneminde üç kıtada ecdat tarafından Allahın yarattığı her türlü canlıya hizmet vermek için çeşitli vakıflar yapılmıştır. Yazımıza konu olan bu vakıf kurumlarının sadece birkaçının isimlerini zikredersek sanırım ne demek istediğimiz daha net bir şekilde anlaşılır;

            Sokak kedileri ile ilgilenen Darül Miyav yani kedi vakfı, aynı şekilde köpeklerle ilgilenen Darül havhav yani köpek vakfı, hasta leyleklerle ilgilenen Guraba-i Laklakan, Mahalle mahalle gezip çocuklara helva dağıtan vakıf, Gölleri temizleyen vakıf, yaz aylarında evlere soğuk su dağıtan vakıf, yetim çocukları pikniğe götüren vakıf, şehir depolarında azalan su rezervini arttıran vakıf, Görme özürlülerin işlerini yapan vakıf, Cuma gününü şenlendirmek için eğlenceler tertip eden vakıf, Borçlu olanların borcunu ödemeye yardım eden vakıf, Anadolu’dan gelen misafirleri İstanbul’da ağırlayan ve ihtiyaçlarını karşılayan vakıf, evlenme çağına gelmiş ama kimsesi olmayan yetim kızların  çeyizini donatan vakıf, bakıma ihtiyacı olan evleri restore ederek yaşanır hale getiren vakıf, çöplüklerde fidan yetiştiren vakıf, kış mevsimi geldiğinde yiyecek bulamayan aç kurtları doyuran vakıf, Van gölünde acil yardım gemisi dolaştıran vakıf, Borcunu ödeyemediğinden dolayı hapse düşenin borcunu ödeyip mağdura yardım eden vakıf, Sakatlanan ve hastalanan göçmen kuşları tedavi eden vakıf,[5] herkese günde iki defa bedava yemek veren Darüzziyafe vakfı, çalıştıkları evlerde eşya kıran hizmetçilerin zararını ödeyen vakıf, her sokağa 2 doktor tahsis eden ve hastaları evlerinden alan vakıf….

            Uzun lafın kısası, biz dünyaya insanlığın ne olduğunu öğreten şanlı ve yiğit bir atanın torunlarıyız. Selam olsun karanlık dehlizlerde yolunu bulmak için bu ataya sarılan o şanlı nesle… Vesselam.

Şehzadebaşı Camii’nin Vezneciler istikametindeki dış duvarında bulunan sadaka deliği

 

 


Sultanahmet Camii’nin At Meydanı’na çıkan kapısındaki Sadaka Delikleri

 Sümbülefendi Camii’nin Bahçesindeki Sadaka Taşı

 


Süleymaniye Camii bahçesindeki Sadaka Taşı

 

 

Mahmutpaşa Camii

Çeşmesinin sadaka delikleri ve çeşmenin bugünkü hali

 

 

 

[1] http://www.turkiyegazetesi.com.tr/Genel/a419354.aspx

[2] http://www.moralfm.com.tr/hayati-kucaklayan-osmanli-vakiflari-cn146147.html

[3] İsmail Çolak, http://www.zaferbilimarastirma.com

[4] Ahmet Refik Altınay,İstanbul Hayatı, Kültür Bakanlığı, Ankara 2000.

[5] www.arkitera.com 

 

Yorumlar2

  • Murat Acar 6 yıl önce Şikayet Et
    Çeşme ve sebil yapan toplumdan her kuruma her meydana insan evladı için hiçbir Hayrı ve vazifesi olmayan heykelleri yapan topluma .hey gidi zaman hey
    Cevapla Toplam 2 beğeni
  • isa 6 yıl önce Şikayet Et
    Nereden nereye. Bunlari alip daha ilerletecegimize Avrupanin ve örnek akdigimiz sözde medeni batinin, insanligi ve insanligimizi unutturan degerleri ile donatilmis, yolunu-izini sasirmis nesiller yetistirmis durumdayiz. ALLAH YAR ve YARDIMCIMIZ OLSUN. Ahmet beye en icten tesekkürler.
    Cevapla Toplam 2 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat