Sevr Antlaşması İmzalandı Diyenler Cahildir “1”

  • GİRİŞ22.08.2017 07:11
  • GÜNCELLEME24.08.2017 07:10

Ağustos ayı çok da gündem de olmasa da esasında tarihimizn acı bir vesikası olan ve Sultan Vahideddin Han tarafından “tüm musibetlerin anası” şeklinde isimlendirilen “Sevr Barış Projesi” ayı.

Bu belgeyi asla unutmayalım, unutmayalım ki sendelediğimiz an emperyalizmin bize hangi musibet belgeyi dayatacağını iyi belleyelim. Dört sene süren ve bizim mağlubiyetimiz ile sonuçlanan 1. Dünya Savaşı’nın ardından Avrupanın vahşi devletleri bize bir idam fermanın sundular ve imzalayıp kabul etmemizi istediler.

Ana hatları 24 Nisan 1920'de San Remo Konferansı'nda kararlaştırılan Sevr Antlaşması, 11 Mayıs 1920'de incelenmek üzere Osmanlı Hükümeti'ne verildi. Antlaşması'nın kabulünü kolaylaştırmak ve Sevr hükümlerini uygulamak üzere, İtilaf Devletleri'nin teşvik ve desteği ile Yunan ordusu da 23 Haziran 1920'de Anadolu'da ve Trakya'da saldırıya geçti. Bursa'nın, Balıkesir'in, Uşak'ın ve Nazilli'nin ardı ardına işgali ile Sevr'in uygulanmasını sağlamak ve Antlaşma maddelerinde herhangi bir değişikliğe meydan vermemek, Osmanlı Sultan’ı ve Hükümetini zora sokup boyun eğdirmek bu saldırıda esas amaç olmuştu.

Sevr Antlaşması'na göre, Osmanlı İmparatorluğu parçalanıyor, Türk Milleti de yaşama hakkından yoksun bırakılıyordu. Rumeli sınırımız aşağı yukarı İstanbul vilayetine sınır olarak tayin olunuyordu. Batı Anadolu ( İzmir ve havalisi) Yunanlılara verilecekti. Güney sınırı ise, Mardin, Urfa, Gaziantep, Amanos dağları ve Osmaniye'nin kuzeyinden geçmekte ve bu sınırın güneyini Fransa'ya bırakmakta idi. Doğuda Bayazıt, Van, Muş, Bitlis ve Erzincan'ı içine alan bir Ermenistan, Irak ve Suriye arasında bir Kürdistan kurulacaktı. Bunun dışında, Türkiye'ye bırakılan topraklar nüfus mıntıkalarına ayrılmakta; İtalyanlar Antalya ve Konya, Fransızlar Adana, Sivas ve Malatya bölgesi üzerinde, İngilizler de Irak'ın kuzey kısmında nüfus bölgeleri tesis ediyorlardı.

İstanbul'da ise hükümet ve padişah oturacak fakat, İstanbul milletlerarası bir şehir olacak, Boğazlar'da ordusu, donanması, bütçesi ve organize kuruluşları ile bir komisyon bulunacaktı, Türklere bırakılan bölge, hâkimiyet hakkı en ağır şekilde sınırlanmış, Ankara ve Kastamonu vilayetleri ve dolayları idi. Sevr'e göre, memleket dâhilinde bulunan azınlık, Türklerden daha fazla haklara sahip oluyor, vergi vermeyerek, askeri hizmet yapmayarak imtiyazlı (ayrıcalıklı) bir durumda bulunuyordu. Türk tâbiyetinden çıkanlar birçok yükümlülüklerden kurtulduğu gibi, yeniden hiç kimse Türk tâbiyetine de giremeyecekti.

Devletin askeri kuvveti, her bakımdan sınırlanarak azami miktar 50.700 kişi olacak; Tank, ağır top, uçak bulunmayacaktı. Askerlik de gönüllü olacak, donanma ise 7 gambot ve 6 torpidodan ibaret olup, donanmada denizaltı da bulunmayacaktı. Diğer taraftan malî ve iktisadî hükümler, Osmanlı Hükümeti ile Meclisin yetkilerini hiçe saydıracak şekilde sınırlayıcı ve külfet teşkil eder mahiyette olup, Osmanlı Devleti'ni İtilaf Devletleri'nin müşterek sömürgesi haline, getiriyordu. İngiliz, Fransız ve İtalyan devletlerinin temsilcilerinden kurulu Mali Komisyon, Osmanlı Devleti'nin gelir ve giderlerini düzenlemekte ve devletin yetkilerini devletlik sıfatı ile bağdaştırılmayacak şekilde bağlamakta idi.

Osmanlı İmparatorluğu’nun son Hükümdarı Sultan Mehmed Vahideddin Han, bu antlaşmayı kabul ettiği, onayladığı iddiasıyla hainlik vasfını kazanmış bulunmaktadır. Peki, ama Sultan gerçekten böyle rezil bir belgeyi onayladı mı? Ya da onaylamadıysa ortada bulunan bu mevcut ihanet kavramı da nereden çıktı. Şimdi gelin hep beraber bu konu üzerinde duralım ve “Sevr” denilen ucube hakkında ne düşünmüş bir bakalım.

Türk Milleti’nin varlığını yeryüzünden ebediyen silebilmek için bir “ölüm fermanı” olarak hazırlanan Sevr Anlaşması, İtilaf Devletleri tarafından 10 Ağustos 1920’de imzalanmıştır.

Bu sırada büyük bir telaşa kapılan Sadrazam Damat Ferid Paşa da, “Reddedersek hemen Yunanlılar İstanbul’u istila edecek.” iddiasının hâsıl ettiği derin kaygı ve korkunun ve “ne kurtarabilirsek kârdır.” düşüncesinin tesirinde kalarak, kendini antlaşmayı onaylamak mecburiyetinde görmüştür.[1] Fakat fevkalâde ağır maddeler içermesi, padişah kendi isteği ile ya da zorla imzalasa dahi geçerlilik kazanabilmesi için antlaşmayı onaylayacak bir Osmanlı Meclisi’nin bulunmaması (Çünkü Kanun-i Esasi’ye “Anayasaya” göre padişahın onayından evvel meclisin onayı gerekiyordu. Oysa İngilizler tarafından çalışamaz hale getirilen meclis, 11 Nisan’dan beridir kapalıydı.) çok önemliydi. Antlaşma, Türk tarafı adına fiilen kabul edilmemiş, ölü doğmuş ve gerçekleşme imkânı bulunamamıştır.[2]

Birinci Bölümün Sonu.

 

 

 

Sevr Antlaşması’na göre Türkiye

 

[1] Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, C;2, Sf; 20, İstanbul,1989

[2] İsmail Çolak, Sultan Vahideddin Han., Sf; 50

Yorumlar2

  • emin abdulhamid 6 yıl önce Şikayet Et
    Sevr nedeniyle işgal edilen tek karış toprak yoktur. Yunan işgali vs. Sevr'den çok öncedir. Hiç bir zaman uygulamaya konulmak için planlanmadı. Anadolu'ya geçenler Sevr sayesinde daha fazla destek ve güç topladı. Sevr İstanbul hükümetine karşı propaganda malzemesi olarak kullanıldı, TBMM güç ve destek kazanırken Osmanlı'ya Sevr'i dayatmaları garip değil mi? Hani sözde ittifak kurdukları Osmanlı! Sevr'in ortaya atılmasının sebeplerinden biri de Lozan'ı zafer gibi sunmaktı.
    Cevapla Toplam 14 beğeni
  • Mesut ŞEN 6 yıl önce Şikayet Et
    Rabbimiz bizi bu duruma asla düşürmesin.
    Cevapla Toplam 5 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat