Koca Devlet Nasıl Çöktü “2”

  • GİRİŞ19.04.2018 07:23
  • GÜNCELLEME20.04.2018 07:22

Cumartesi gününden devam;

1911 yılından beri süregelen Balkan ve Birinci Dünya Savaşları, geride yoksulluk ve sıkıntı içinde acı çeken mısır ve süpürge tohumundan yapılmış ekmeği bile güçlükle bulabilen, savaşta yakınlarını kaybetmiş olmanın üzüntüsüyle yaşayan milyonlarca insan bırakmıştı. Asker, sivil yaklaşık üç milyon insan kaybedilmiş geride kalan 11 milyon nüfusun çoğu verem, zatürre, frengi, sıtma, uyuz vb… hastalıklardan savaş sakatı kalmıştı.[1]

 

 

Birinci Dünya Savaşına yaklaşık 2.850.000 lik bir orduyla giren, savaştan 500.000 ölü, 400.000 iyileşemeyecek derecede yaralı, 1.565.000 hasta, kaçak ve kayıpla çıkmıştır. Yine savaş ve diğer nedenlerden dolayı doğu vilayetlerinde 500.000 Müslüman hayatını kaybetmiştir.[2] Enflasyon korkunç boyutlara tırmanmış, 1914–1920 tarihleri arasında İstanbul’da temel ihtiyaç maddelerinin fiyatları %1350 artmıştı.[3]

            Buna paralel olarak, aynı dönemde yani altı sene içinde memur maaşlarında ancak %50 oranında artış sağlanabildiğinden, memurların satın alma gücü %60-80 oranında düşmüştür.[4]

            İstanbul halkının bir diğer sıkıntısı ise kömür yokluğu ve bundan kaynaklanan sorunlardı. İstanbul’da su, elektrik, tramvay ve arabalı vapur hizmetleri için günde ortalama 1200 ton kömür gerekiyordu. Mütarekeden önce Almanya’dan İstanbul’a günde ortalama 300 ton kok kömürü geliyor ve bunun çoğu mühimmat yapımı ve savaş gemilerinde kullanılıyordu. Ancak kamu hizmetleri için Karadeniz kıyılarından gelen kömürü de destekliyordu.[5]

Mütareke’den sonra Almanya’dan gelen kömürlerin arkası kesilmiş, stoklar da erimişti. Alman subayları, Türkiye’den ayrılmadan önce, Zonguldak maden ocaklarındaki makineleri bozmuşlardı ve bu yüzden Zonguldak madenlerinden İstanbul’a kömür gelmiyordu. Kömür yokluğu nedeniyle Boğaziçi ve diğer hatlardaki vapur hizmetleri kısıtlanmış, tramvay hizmetleri ise tamamen durmuştu. Halka günlerce, elektrik ve su verilemiyordu. Sokakların aydınlatılamaması nedeniyle de başıbozukların çıkarttığı anarşik olaylar artmıştı. Çöplerin kaldırılması, sokakların temizlenmesi gibi en doğal belediye hizmetleri durma noktasına gelmiş ve çok kötü şartlarda yürütülmeye çalışılıyordu.[6]

            6 Haziran 1919 tarihinde ikinci kez İstanbul Belediye Başkanlığına getirilen Cemil Topuzlu hatırlarında şehri nasıl bulduğunu şöyle anlatmaktadır;

            “Şehri çok pis buldum. Temizlik İşlerine gereği gibi bakılamadığından sokaklarda, boş arsalarda binlerce arabalık çöp birikmişti. Tamirat yüzü görmediğinden, sokaklar geçilmez haldeydi. Geniş caddeler bile çok karanlıktı. Birçok gezici esnaf en işlek yolları ve meydanları doldurup gelip geçenleri rahatsız ediyordu. Gıda maddeleri satan bütün esnaf hatta kasap ve ekmekçi dükkânlarının önündeki camekânları tamamen kaldırmışlardı. Çöpleri kaldırmak için erkek çöpçü bulamadığımdan kadın çöpçü ve kadın arabacı kullandım.”

            Birinci Dünya Savaşı yıllarında üretimdeki ve Dış Ticaret hacmindeki büyük düşüş de, İstanbul’daki gıda sıkıntısının en temel nedenlerinden birini oluşturmuştur. Ülkedeki erkek nüfusun önemli bölümünün silâhaltına alınması ve genel savaş şartlarının etkisi nedeniyle tarımdaki üretim, savaş öncesine oranla %50 gerilemişti.

Savaş yıllarında buğday üretimi %47, tütün %51, kuru üzüm %54, fındık %65, yaş koza %69, koyun sayısı %45, keçi sayısı %33 oranında azalmış,[7] Dış Ticaret hacmi de savaştan önceki seviyesinin onda birine düşmüştü.[8]

Milli Mücadele’nin başlarında da Milli Kuvvetlere mensup çetelerin köprüleri tahrip etmesi sonucu Anadolu’dan İstanbul’a yapılan erzak sevkiyatı tamamen kesilmiştir. İngilizler de buna ;

            “Siz İstanbul’un açlığa mahkûm olmasını tercih ettiniz. Şimdi Amerika’dan buğday getireceğiz, fakat yalnız İstanbul’un Hıristiyan halkına dağıtacağız. Müslüman halkı düşünmeyeceğiz. Çünkü buna siz sebep oldunuz”.[9] Demişlerdir.

            Bu durumdan dolayı İngilizlerin, İstanbul Hükümetini suçlamasının sebebi çok açıktır. Zira İstanbul Hükümeti İngiliz baskılarına rağmen Anadolu harekâtına sıcak bakmaktadır.

            Birinci Dünya Savaşından önce Osmanlı İmparatorluğu, ithal etmekte olduğu un ve buğdayın %29’unu Fransa’dan, %28’ini Rusya’dan, %22’sini Romanya’dan, %13’ünü Bulgaristan’dan, %8’ini de İtalya’dan ithal ediyordu. Ancak Bulgaristan dışındaki diğer ülkelerin düşman tarafında yer almasıyla bu ülkelerden yapılmakta olan ithalât tamamen durmuş, stokların da kısa zamanda erimesiyle başta İstanbul olmak üzere tüm ülkede buğday ve ekmek sıkıntısı baş göstermiştir. İstanbul’un yıl boyu et ihtiyacını karşılayan kasaplık hayvanların %11’i şehir içinden, %42’si Trakya ve Rumeli’den, %27’si Bulgaristan’dan, %20’si de Anadolu’dan karşılanıyordu. Savaşın sonuna doğru Bulgaristan’ın İstanbul’a yönelik et ihracatını tamamen durdurması, diğer bölgelerden yapılan canlı hayvan sevkiyatının da yarı yarıya düşmesi sonucu İstanbul’da et tüketimi savaş öncesi yıllara oranla üçte bire inmiş, buna karşılık fiyatlar tam yirmi kat artmıştır.[10]

            Tamamına yakını Avusturya-Macaristan’dan ithâl edilen şekerin ithalâtı da savaş yıllarında durma noktasına gelmiş, ancak bin bir zorlukla kurulan bağlantılar neticesinde 1916 tarihinin sonlarına doğru az da olsa bu ülkeden şeker ithalâtı mümkün olabilmiştir. Böylece et ve un’da görülen aşırı fiyat artışı şekerde de gözlemlenmiştir. 1913 yılında İstanbul’da perakende olarak kilosu 2–2,5 kuruştan satılan şekerin fiyatı 1919 Kasım’ında 54, Ocak ayında ise 76 kuruşa çıkmıştır.[11]

İstanbul’da un ve ekmek sıkıntısına neden olan bir başka faktör de Anadolu şehirlerindeki aşar ve iaşe zahirelerinden arta kalan hububatın, Osmanlı Hükümetleri tarafından, ihtiyacı olan diğer bölgelere sevk edilmek üzere Amerikan Yakındoğu Yardım Heyetleri’nin tasarrufuna bırakılmasıdır.

Anadolu’nun değişik bölgelerindeki 1917 ve 1918 yıllarına ait aşar ve iaşe zahirelerinden arta kalan 2.300.000 kilo buğday, 1.880.000 kilo arpa, yaklaşık 2.000.000 kilo mısır, 13 Ağustos 1919 tarihli Meclis-i Vükelâ kararı gereğince kurtarılmış vilayetlerle, ihtiyacı olan diğer vilayetler halkına dağıtılmak üzere Amerikan Heyeti’ne teslim edilmiştir. Yine Simav, Gediz, Uşak, Kütahya, Eskişehir, Bilecik, Konya, Kayseri, Samsun ve Bolu ambarlarında bulunan zahirenin yerel ve askerî ihtiyaçlar karşılandıktan sonra artan kısmının yardım heyetine verilmesi kabul edilmiştir.[12]

            Hükümetlerin savaş yıllarında gıda sıkıntısına karşı almış olduğu bütün önlemlere rağmen kıtlık her geçen gün daha da artmış ve 1918 yılı sonunda gıda tüketimi savaş öncesine göre ortalama %40 azalmıştır. Bu durum en fazla şehirlerdeki yoksul ve orta halli nüfusu

mağdur etmiş, zenginlerle yoksullar arasındaki gıda dengesini tamamen bozmuştur.

                        Bu zamların, zaten geçim sıkıntısı içinde olan halkın durumunu biraz daha ağırlaştıracağını düşünen hükümet, memurlara yapmakta olduğu gıda yardımlarının kapsamını genişletti. Şura-yı Devlet ve Hariciye memurlarına da petrol, zeytinyağı, bulgur, un, nohut ve fasulye yardımı yapması kararlaştırıldı. 27 Mayıs 1919 tarihinde bir ihracat nizamnamesi hazırlayarak pek çok gıda maddesinin ihracatını yasakladı. İhracatı yasaklanan maddeler şunlardır; Buğday, arpa, ve bunların un ve mamulleri, irmik, nişasta, bulgur, patates, mısır, fasulye, nohut, diğer hububat ve bakliyat, her çeşit yaş sebze, yumurta, peynir, et,, zeytin, yağ, ve zeytinyağı, diğer bitkisel yağlar, şeker ve şekerleme, pekmez,bal, saman, yulaf, ot ve diğer hayvan yemleri, canlı hayvanlar, deri, kereste ve her çeşit inşaat malzemesi, maden ve odun kömürü, kok, ispirto, petrol ve mamulleri, halı hariç yün ve yünlü dokumalar, haşhaş tohumu ve yağı, tuzlu balıklar, çay, kahve ve kibrit[13] Çünkü zaten bu malzemeler Anadolu halkının ihtiyaçlarını bile karşılayamıyordu.

Anadolu ve İstanbul halkı bütün bu ekonomik sıkıntılarla uğraşırken, ahlakî manâda da rezalet de diz boyu idi. Halk, ahlakî zaaf içerisine düşmüş, maneviyat namına Türk’ü Avrupalıdan ayıran faktörler tek tek tarih sahnesinden siliniyordu.  Tanzimat’la beraber su üzerine çıkan ahlaksızlık artık toplum içerisinde kendisine yer bulmuş, halk ahlaksız kurumların varlığına alışmıştı.

            Memleketi korkunç bir hayat pahalılığı, ahlâksızlık, ihtikâr, sefalet, açlık, küstahça ve

hırsızca elde edilen servetler, yetkilerin kötülüğe kullanılması, rüşvet ve hırsızlık, ve daha bin

bir türlü iğrenç rezaletler diz boyu alıp yürümüştü.[14]

 

 

 

 

[1] Ergün Aybars, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, 1.cild,  Sf:155.

[2]  Yusuf  Hikmet  Bayur,  Türk  İnkılabı  Tarihi,  Cild  3,  Kısım  4, Sf,  787,   Ankara, T.T.K.  Yayınları 1983.

[3] Stefanos Yerasimos, İstanbul 1914-1923, Sf; 85, İletişim Yayın,    İstanbul, 1996.

[4] Vedat  Eldem,  Harp  ve  mütareke  Yıllarında  Osmanlı  İmp. Eko.,Sf;131, T.T.K.Yayınları,  Ankara, 1994.

[5] Orhan  Duru,  Amerikan  Gizli  Belgeleriyle  Türkiye’nin   Kurtuluş  Yılları, Sf; 13, Milliyet Yay., İstanbul,  1978. 

[6] Orhan Duru, a.g.e., Sf: 13-15.

[7] Korkut Boratav, Türk İktisat Tarihi, 1908-1985, Sf:24, Gerçek Yayınevi, 1993.

[8] Mehmet Temel, İşgal Yıllarında İstanbul’un Sosyal Durumu, Sf;  29, Kültür Bak., Yay. 1.Baskı, İstanbul, 1998..

[9] Hüsamettin Ertürk, İki Devrin Perde Arkası, Sf: 387,İst, 1957.

[10] Vedat Eldem, a.g.e., Sf: 8-10.

[11] BOA, a.g.dos., numara:91

[12] Metin Ayışığı,  Kur. Savaşı’nda Türkiye’ye Gelen Amerikan Heyetleri, Basılmamış Doç. tezi, Sf: 63--67, Balıkesir 1995.

[13] Mehmet Temel, a.g.e., Sf; 41.

[14] Lütfi Simavi, a.g.e., Sf; 343.

 

Yorumlar3

  • ali 6 yıl önce Şikayet Et
    yalan istanbul hükümeti anadoludaki hareketi destekliyordu da atatürk hakkında idam kararını kim çıkarttı milleti de kendinizi de kandırıyorsunuz
    Cevapla
  • Zeynep 6 yıl önce Şikayet Et
    İşte ittihatçıların pisliğini yüz yıldır temizle temizle bitmiyo. Bu kadar veballe Rabbimin huzuruna çıkacaklar. Hak kadı olduğu yerde bu zulmün hesabı sorulmaz mı? Böyle bir milletin hem maddi hem manevi hem ahlaki zillet içinde yaşamaları için ellerinden geleni yaptılar. İnsanın yüreği çatlıyo. Ama inşallah üstadimız Kadir Mısıroğlunun dediği gibi Rabbimin Cemal sıfati bizim üzerimizdedir. Artık İslamla yoğrulmuş milletimin bahara hasreti inşallah son bulacak. Sizler gibi hak aşıklarını çoğaltsin bizim sesimiz nefesimiz olmaya devam edin inşallah. Rabbimden Ayasofya için özgürlük diliuorum.
    Cevapla
  • Hokkabazndüşmnı 6 yıl önce Şikayet Et
    Rabbim devletimize ve milletimize bir daha o kötü günleri göstermesin.
    Cevapla
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat