Yeni Türkiye'nin teminatı ve çimentosu

  • GİRİŞ02.09.2014 09:30
  • GÜNCELLEME02.09.2014 09:30

Bir iktidarın -AK Parti hükümeti iktidarını geçtim- ve de devletin altındaki halıyı seçim dışında ve üstüne üstlük atanmışları kullanarak çekmeye kalkışanlara karşı bugünkünden farklı nasıl bir tavır alınması beklenirdi acaba?

Seçimle işbaşına gelmiş bir hükümetin parlamento çatısı altında muhalefetin çabalarıyla zayıflatılması ve halkın oylarıyla da gönderilmesi yerine işte bu tişörtlü iletişim yönteminde görüldüğü gibi sloganvari, toptancı ve ithamcı bir söylemden kaynağını bulan bir darbe girişiminde bulunulduğuna sadece 17 ve 25 Aralık tarihlerindeki medya değil, tüm dünya tanıktır.

Kendisini çaresiz hisseden 'endişeli modernlerin' oyunu hak etmediği halde alan ana muhalefetin lideri de darbe girişimleri tezgâhındaki dokuma sürecinde hangi renk iplik olarak 'süsleme' sanatına katkı sağladığını anlamazdan gelmeye devam ediyor ve Cumhurbaşkanı ile ancak savaş gibi mücbir bir sebep nedeniyle görüşebileceğini ifade ediyor...

12 Mayıs 2012 tarihinde o günlerde açıklanan MetroPoll araştırmasıyla ilgili yazdıklarımız, (sonradan bu ajans ne hikmetse bir türlü güven skalamın içine giremedi, sonuçları itibariyle...), -hem de 17 Aralık ve 25 Aralık'ta olup bitecekleri aklımızın köşesinden bile geçirmezken- aradan geçen iki küsur yılla birlikte şapkayı bir kez daha önümüze koyup düşünmemize vesile olabilse keşke. Silahlı Kuvvetler'in üzerine kısmen şuursuzca gidildiği o dönemde yapılmış bu araştırma ve sonuçlarından yola çıkarak şöyle demişiz:

'MetroPoll'ün 'Türkiye'de Darbeler ve Darbe Yargılamaları' başlıklı son araştırması, Cumhuriyet'in 100. Yılı'na odaklanılarak yürütülen gelecek tasarımı çalışmalarına bir zihniyeti deşifre etmesi açısından son derece kıymetli veriler sunuyor. Bu araştırma sonuçları, bizdeki azınlıkta da olsa mevcut 'darbeci ruh' ile Jakoben anlamda radikal bir yıkım arzusu arasında dağlar kadar fark olduğunu düşündürüyor.

'Herhangi bir nedenle ordunun darbe yapmasını onaylar mısınız?' sorusuna %79.1 'onaylamam' derken, %17.1'i 'onaylarım' ve %3.8'i 'cevabım yok' diyor... Yüzde 17.1'lik kesimin ayrıca araştırılıp irdelenmesinde yarar var. Çünkü 'onaylamam' diyerek darbelere karşı çıkan herkesin çevresinde bu %17.1'lik kesimden birilerine, sayıları az da olsa, mutlaka rastlanacağından eminim. İş veya akraba çevrenizde 12 Eylül 1980'in ilk aylarındaki 'soluk alma' dönemini hayatı boyunca unutmayanlar yok mu?'

Ya işte böyle demişiz; 'Asacaksın, altında ağlayacaksın' başlıklı bu eski yazımızda... 12 Eylül'ün milleti tıknefes bırakan terör ortamından bîzar olmuş, bîtap düşmüş bir halkın düçar olduğu cehennem yıllarının ardından gelen 'Turgut Özallı zamanlar'ın ise yaraların sarılmaya ve özellikle de liberalizmin kendi yolunu açmaya çalıştığı bir kilometre taşı olarak bugünkü 'Yeni Türkiye' zeminine çok önemli bir hazırlık seferberliği olduğu malum. Hem askeri hem de bürokratik vesayetlerden nasıl da bıkıldığının ve sıyrılmak arzusuna Turgut Özal'ın nasıl tercüman olduğunu yine yaşayanlar gayet iyi hatırlıyor.

3 Kasım 2002 seçimleri, ülkenin bu vesayetleri tümüyle üzerinden atmak istediğinin ilk ve çok belirgin bir işaretiydi elbette. Ardından gelen tam dokuz seçim boyunca bu ülkenin sandığa giden insanlarının desteğini sürekli arkasında hisseden AK Parti hükümetlerinin ekonomik ve sosyolojik değişim anlamındaki büyük kazanımlarının yanı sıra 'üçüncü alanda' (Yumuşak konular; 'soft issues') zaafa düştüğü dönemlerden birine ait bir uyarı yazısı olarak gördüğüm için o günkü tespitlerimizden bazı alıntılar yapma ihtiyacı duydum:

'Şu sıra gelen giden vuruyor ya Silahlı Kuvvetler'e... İçim bir tuhaf. Herkes her şeyi söylüyor, ancak TSK'dan elini kolunu bağlayıp oturmasını bekliyor. Gıkını çıkarsa, çakıyorlar bir tane. Askerin kendini ifade etmesine, iletişimin 'i'sini devreye sokmasına tahammülleri yok. Bir yandan 'Niye darbe yapmadın!' diye vuruyorlar; öte yandan 'Niye darbe yaptın ya da yapmayı düşündün!' diye... Şizofrenik bir durum... Bu bölge, bu coğrafyada, bu tarihte yaşayan bir ülkenin silahlı kuvvetleri, Kuzey Avrupa ülkelerinin ordusu gibi konumlanamaz. Varoluş nedeni, görevi, yapılanması, toplum içindeki algısı örneğin Danimarka Ordusu ile aynı olamaz... Yani evrensel kurallar konamaz bu konuda. Toplum nezdinde onlarca yıldır kurumlar arasında en yüksek itibar ve güven puanına sahip olan TSK'nın puanlarının yavaş yavaş düşmeye başlamış olmasına sevinelim mi, üzülelim mi?'

'Ben üzülenlerdenim. Morali, motivasyonu, itibarı zayıflatılmış bir Türk Silahlı Kuvvetler teşkilatının ne kendine hayrı vardır, ne ülkesine ne de bölgesine...

Bu nedenle Başbakan'ın uyarısına tamamen destek vermek gerektiğini düşünüyorum... Uzatmayın bu yargılama işini. Mehmet Akif Ersoy'un İstiklal Marşı'nı neden 'Kahraman Ordumuz'a ithaf ettiğini unutmadan daha fazla yıpratmayın, kahir çoğunluğu vatana hizmet vermekten öte bir şey düşünmeyen ailemizin bu büyük ve güçlü olması gereken parçasını...'

YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat