İdeolojik olmayan dış politika olur mu?

  • GİRİŞ02.09.2014 08:51
  • GÜNCELLEME02.09.2014 08:51

Türkiye dış politikasının “ideolojik” olduğu tespitinde bulunan bu yorumcular, bu “ideolojik dış politikanın” bir hata olduğu görüşündeler.
Öncelikle bir noktayı açığa kavuşturarak başlamakta fayda var. Türkiye'nin dış politikası ideolojiktir. Tıpkı Amerikan'ın, Rusya'nın, Fransa'nın, İngiltere'nin, İran'ın, Suudi Arabistan'ın dış politikasının ideolojik olduğu gibi. 
Zira ideolojik olmayan bir dış politika iddiası, zaten sosyal bilimlerin temel nosyonlarına ve uluslararası ilişkiler teorisine terstir. Her siyasi tercih, her stratejik karar, belli bir ideolojik arka planın izini taşımaya mahkûmdur. Siyasi duruş ve ideolojik eğilimden azade bir karar alma süreci olabileceği zannı, 19. yy ilkel pozitivizminin, laboratuvar şartlarında bir siyaset bilimi olabileceği inancının, bayat ve günü geçmiş bir yansımasıdır. 
İdeoloji kaçınılmaz olarak dış politika dizaynında önemli rol oynar. Hatta ilginç bir şekilde, ideoloji dış politikanın meşrulaştırılmasında bazen realpolitik'ten daha ikna edici ve meşru bir argüman olarak görülür. Örneğin, Rusya, Ukrayna'daki yayılmacı politikasını meşrulaştırmaya çalışırken, “etnik Rusları korumak” gibi ideolojik bir motivasyonla hareket ettiği iddiasındadır. Veya İran, Suriye'de Esad rejimini askerî ve siyasi olarak destekleme gerekçesini, “radikal Sünni İslam'a karşı ılımlı bir seküler rejimi” desteklemek olarak beyan etmiştir. Benzer şekilde Bush yönetimi, Irak müdahalesini tamamen ideolojik gerekçelerle meşrulaştırmaya çalışmış, “Irak'a ve Orta Doğu'ya demokrasi götürmek” gibi değer yüklü bir argümanla savunmuştur. Tüm bu dış politika kararlarında kuşkusuz ki ideoloji kadar realpolitik de belirleyici olmuştur. Ancak günün sonunda bu politikalar savunulurken, bu kararların ideolojik tarafı baskın çıkmıştır. Elbette bunda ideolojinin, ulvi değerlerin ve kutsalların, geçici çıkarlardan daha ikna edici ve masum algılandığı yönündeki intiba etkindir. 
Bu anlamda “ideolojik olmayan bir dış politika” olabileceğine yönelik yanılsama, ancak ve ancak Kemalist zihniyet gibi otoriter rejimlere mahsustur. Zira dünyanın en saygın Osmanlı tarihçilerinden olan Şükrü Hanioğlu'nun Sabah gazetesinde yayınlanan “Cumhurbaşkanlığı seçimi: 'Devlet adamı-siyasetçi' yarışması” başlıklı makalesinde belirttiği gibi, Türkiye'de askerî vesayet siyaseti küçümseme ve itibarsızlaştırmaya çalışırken bunların alternatifi olarak “devlet adamlığı” ve “devlet idaresi” gibi kavramları öne çıkarmıştır. Vesayet rejimi, siyasetin siyasetçilere ve siyasi tercihlere bırakılamayacak kadar mühim olduğu inancı ile, karar alma süreçlerini halkın oyu ile seçilen temsilcilerinden “korumaya” çalışmışlardır.
Bundan elbette dış politika da azade olmamıştır. Türkiye yakın tarihinde, dış politika askerler tarafından dizayn edilen, sınırları vesayet rejimi tarafından belirlenen bir alan olmuştur. Birçok ideolojik tercih, “devlet idaresi” kavramı altında örtülmüştür. Ermenistan ve Kıbrıs meselelerine bakışta hakim olan çözümsüzlük ısrarı, ideolojik bir tercih olarak değil, tartışılmaz ve mutlak bir ulusal çıkar dayatması olarak lanse edilmiştir. Benzer şekilde, Irak Kürdistan hükümeti temsilcilerine karşı olan son derece olumsuz bakış, tamamen ideolojik bir tercihten kaynaklansa da, bir “devlet politikası” olarak tamamen sorguya kapatılmıştır.
AK Parti döneminde sadece iç siyaset değil, dış politika da sivilleşmiştir. İlk defa dış politikada nihai kararlar, halkın seçtiği şahıslar tarafından belirlenmeye başlamıştır. Birkaç ay önce röportaj yaptığım Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin ikinci Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat şu sözlerle ifade etmişti bu değişimi: “Askerin zamanla gücü azaldı ve Kıbrıs sorununda Türkiye'de sivil yönetim ağırlık kazandı. İlginç bir şey var: 2002 yılında Türk diplomasisi Kıbrıs sorununun çözümüne, 2003 yılında kuşkucu yaklaşırken, 2004'te bu kez sahip çıkıcı oldu. Bu çok önemli bir gelişmedir. Eski dışişleri bakanlığını da biliyorum, yenisini de. [Bu iki farklı dışişleri bakanlığını] Mukayese edemezsiniz. Eskiden 'Şahinler'den kurulu bir ekip varken, âdeta askerî makamlardan daha askerî bir duruş sergileyen bir bakanlık, sonra Türkiye'nin çıkarlarına uygun, dünya dili konuşan bir bakanlık haline geldi. Çok büyük fark var.”

Devamı için tıklayın >>>

 

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat