Kemal Tahir'in gözüyle Osmanlı ve Hilafet...
- GİRİŞ22.04.2013 07:58
- GÜNCELLEME22.04.2013 07:58
Meslek olarak tarihçi olmasa da, Osmanlı tarihi ve bu arada özellikle de yakın tarihimizle ilgili yazdıkları ciddi tartışmalara sebebiyet veren bir isimdi Kemal Tahir.
'Komünist olduğu' gerekçesiyle 1938'de 15 yıl hapse mahkum olan ve 12 yılını demir parmaklıklar ardında geçiren Kemal Tahir, hapishanede başladığı ve vefatına kadar sürdürdüğü tarih okumaları sebebiyle, çevresinde bulunan sol kesimden isimlerin tepkilerine sebep olan bir bakış açısı geliştirmesi ve bunu romanlarında kullanması ile tanınır.
Kemal Tahir'in Osmanlı'nın kuruluşu ve gelişmesi ile ilgili olduğu kadar, tarih sahnesinden çekilişi ve sonrasında kurulan Cumhuriyet'le alakalı yazdıkları ve özel sohbetlerinde konuştukları, meslekten tarihçi olanlarda bile zor bulunacak bir sadelik arz eder ve bu haliyle çok önemlidir. Çünkü belki onlarca cilt tutan detaylar arasından süzüp bizlere aktardığı hususlar, meselenin tam da bam telidir çoğunlukla.
Kemal Tahir'in konuyla alakalı bazı görüşleri, İsmet Bozdağ'ın anlatımı ile şöyle:
"Yıllardır konuşuyoruz, görüyorum ki hâlâ Osmanlı'yı hafife alanlarımız var. Dünyada kurulmuş imparatorluklar -en kabadayı- yüz elli iki yüz yılda paramparça olduğu halde, Osmanlı İmparatorluğu'nun neden 600 yıl sürdüğünü hiç düşünmüyor muyuz? Bütün imparatorluklardan gereken tarih dersini almış ve buna göre bir çekirdek model kurmuştur da ondan!.."
"imparatorlukları ne böler, eritir, bakalım? Soylu rakipler mi? Roma İmparatorluğu'nun parçalanması böyle olmadı mıydı? Osmanlı İmparatorluğu'nda padişahtan başka soylu yoktur: Herkes reaya..."
"İmparatorlukları bölüp parçalayan başka ne vardır? Aile mi? Yani imparator öldükten sonra, 'Yerine, sen geçeceksin, ben geçeceğim kavgasına tutuşan oğullar mı? Osmanlı'nın gözüyle devlet, oğlundan da kardeşinden de yücedir. Hiç bakmaz, devlete zarar vereceğini sezdi mi keser, koparır kellesini... Bu neyi belirler; Osmanlı'nın, devletin sürekliliği uğruna kendi ailesini bile feda ettiğini değil mi? Bu nasıl bir devlet tutkusu, insanlık trajedisidir!"
"Başka ne götürür imparatorlukları? Servet, zenginlik, maddi varlık mı? Osmanlı reayasında ne zengin vardır, ne zengin olmanın yolu! Para tutabilmek, küpü doldurabilmek için reayadan çıkıp askerî sınıfa girmek gerekir; yani yönetici kadroya geçmek. Reayadan çıkıp yönetici kadroya geçtin mi, mala-mülke, refaha, paraya kavuşursun ama, canın da padişahın iki dudağından çıkacak tek söze asılı kalır."
"Zengin olmanın başka yolu ne? Büyük toprak sahibi olmak, ticaret yapmak... Büyük toprak sahibi olmanın yolları kapalı; çünkü toprak önce Allah'ın, sonra da O'nun adına padişahın... Padişah her çiftçiye, bir ailenin hak edebildiği ölçüde toprak verir. Aile büyürse, toprak da büyür, aile küçülürse, toprak da küçülür. Dalavere ile başkasının toprağını kapatmanın yolu yok ki, büyük toprak ağaları türesin! Öyleyse toprak yolu ile zengin olmanın da kapısı örtük. Bu yol da işlemiyor!"
"Zengin olmak için Osmanlı insanına kalıyor ticaret... Evet, ticarette her zaman para vardır. Ancak bu para işi, Osmanlı töresinde, ahlâkında küçük görülen işlerdendir. Kınalızade Ali Efendi'nin Ahlâk kitabına, Ahlâk-ı Âlâ'i'ye bakınız göreceksiniz ki ticaret, Osmanlı ahlak ve töresinde üçüncü sınıf bir iş olarak gösterilmiştir; analar oğullarının beşiğini sallarken boşuna, 'Benim oğlum Paşa olacak' demez."
"Başka nasıl parçalanır imparatorluklar, bakalım: Zulümle, adaletsizlikle!.. İster ekonomik, ister sosyal ve politik olsun, adaletsizlik devletleri de hatta aileyi de -son hesaplaşmada- yıkar, öyle değil mi?.. İşte, Osmanlı modeli, 'Adalet mülkün temelidir' demek suretiyle yalnız adalete büyük önem verdiğini açıklamış olmaz, aynı zamanda adalet uygulamasının devlet görevlilerince eksiksiz yapılmasını zorunlu kılan bir yönetim formülü ortaya kor..."
"Nedir bu yönetim formülü? Demin, 'Askerî sınıfa girenlerin hayatı, padişahın iki dudağı arasındadır' demedik mi? Peki kim bu askerî sınıf? Yönetici kadro! Yönetici kadrodan padişahın istediği tek şey nedir? Adalet! Adalet bırakılır da, zulüm ve baskı rejimi kurulursa, bunu padişah haber almaz mı hiç. Ne olur sonra?"
"Görüyorsunuz, Osmanlı devlet ve yönetim düzeni, öylesine bir model oluşturmuştur ki, hem devletin sürekliliğini sağlamak için gerekli bütün önlemleri almış bulunuyor, hem de zulüm ve baskı rejimine gidecek kapılan, kendi bünyesinin gereği kapamış oluyor. Bu, dünya devletine açılan en gerçekçi penceredir."
Osmanlı'nın sonunun nasıl geldiğine dair yorumu da ilgi çekici Kemal Tahir'in:
"Batılı dediğimiz kravatlı yamyam, insan eti yemekten başını aldığı bir sıra, her nasılsa nasıl, Hıristiyan kilisesinin nas'larını rafa kaldırmış ve onun yerine akıl bayrağını göndere çekmiştir. Burjuva marifeti olan bu iş, kısa bir zamanda Batı'ya bir üstünlük sağladı. Hıristiyanlığa dayanan altrüist ahlâk yerine, aklın piçi olan egoist ahlâk geldi oturdu. Osmanlı devlet adamları bu olup biteni görüyorlardı. İflas etmek üzere olan namuslu mahalle bakkalına: 'iflastan kurtulmak istiyorsan, kerhane aç!' diyen namussuz gibiydi Batı, Osmanlı'nın karşısında!.. Onurlu Osmanlı, insan eti yiyen yamyam olmayı onuruna yediremediği için, benimseyemedi 'egoist ahlâk' düzenini. Ve sonunda Osmanlı, bu amansız açmazda başına gelenin sebebini düşündükçe, 'Tanrı'ya karşı bir kusuru olduğu' inancına vardı!.."
"Biliyorsunuz, okuyanlarınız görmüştür, Kur'an'da, birçok yerlerde, bazı toplumların Tanrı buyruklarına karşı geldikleri için cezalandırıldıkları yazılıdır. Osmanlı için Batılı'ya benzemek, cezanın en büyüğü idi! Kendisine zina önerilen namuslu bir kadının kendini kaldırıp uçuruma atması gibi, Osmanlı da kendisini tespihe, ibadete verdi ve Tanrı'nın günahlarını bağışlayıp canını 'Batılı' rezilinden kurtarmasını beyhude bekledi. Yani, bizim anlayacağımız, bir kristalle bir taş çarpışmış, taş kristali kırmış! Taş mı değerli, kristal mi, diyorum size... Hadi, cevap isterim!.." ( İsmet Bozdağ, Kemal Tahir'in Sohbetleri; S. 59 vd. Emre Yayınları; İstanbul, 2006)
Ve Kemal Tahir'in Osmanlı sonrası ile alakalı bir yorumunu aktararak, bitirelim:
"Dünyayı derinden kavramış bir ekonomik, politik, dinsel organ olarak, (...) Halifelik üzerine verilmiş kararın iyice düşünülüp düşünülmediği, uzak hesaplar yapılarak mı alındığı iyice araştırılmalı, böyle bir kararın ekonomik, sosyal politik bakımdan bugün bulunduğumuz yere bakarak en çok kimlerin işine yaradığı derin derin incelenmelidir." (Kemal Tahir, Notlar/Batılaşma, S. 56; Bağlam yayınları, İstanbul 1992)
Ekrem Kızıltaş - Haber7
ekremkiziltas@gmail.com
Yorumlar2