'Dokunma, bırak geçsin!..'

Babası ile birlikte tarlada çalışmakta olan çocuk, yükseklerden geçmekte olan bir yolcu uçağı görür ve seslenir:

  • GİRİŞ17.09.2014 07:47
  • GÜNCELLEME17.09.2014 07:47

 "Babaaa, bak uçak geçiyor!.." Adam, işine devam ederken oğluna cevap verir: "Dokunma, bırak geçsin!.."

Babanın, muhtemelen 10 bin metre yüksekten geçmekte olan bir uçakla ilgili olarak, çocuğuna 'bırak geçsin' demesi, yalnızca hoş bir fıkradır. Halleri bu baba ve çocuktan pek farklı olmayan birilerinin, önce devleti kolaylıkla ele geçirme hayalleri kurmaları ve bunun olmayacağını anlayınca da, cürümlerine bakmayıp devletle savaşmaya karar vermelerine ne demek gerek, bilinmez.

Kontrolleri altına almak istedikleri herkesçe bilinen bir kurum olan MİT'in önemli isimlerini ve bu arada Müsteşarını, hem de tam Başbakan'ın ameliyatta olacağı farz edilen bir saatte ifadeye çağırma girişimi, ilk ve en önemli alarm ziliydi. İstedikleri olmadı. Mesele, görünüşte suhuletle kapatıldı ya da daha doğrusu, kapatılmış gibi yapıldı.

28 Şubat şartlarında okullarını devlete devretmeye razı olduklarını beyan etmiş çevrelerin, uzun süre beraber yürüdükleri bir kadronun 'dershaneler' konusundaki niyeti sebebiyle birden feverana başlamaları, yeteri kadar ilgi çekiciydi. Dershanelerin bir 'araç' mı, yoksa uğruna her şey feda edilebilecek bir 'amaç' mı olduğu sorularının cevabı aranırken; 10 senedir beraber yürünen kadroların 'tarihin en büyük yolsuzluklarını yaptıkları' iddiaları havada uçuşmaya başladı. 

'Daha önceleri nerelerdeydiniz?' sorusunu duymazdan geldiler. İmar yolsuzlukları konusunda çıkardıkları gürültünün de, pek lehlerine olmadığını kısa sürede anladıkları için bu konuda ısrarcı olmadılar.

Mesele; 'sütten çıkmış ak kaşık'lara hiç yakışmayacak bir biçimde; devletin ilgili birimlerinde kayıtları olmadan yürütülen teknik takipler, dinlemeler, hazırlık soruşturmaları ve 'tanıdık hakimler'den alınan gözaltı ve mali tedbir kararları üzerine bina edilen iddiaların hepsinin de çok kof olmasıydı.

Planları, her aşamada kendilerinden olanların devrede olacağı varsayımıyla hazırlanmıştı ve zincir kopunca, hedeflenen olmadı.

Gelinen aşamadaki halleri, üzücü.

Her şey kötü, her şey eksik, her şey yanlış, onlara göre. Arada sırada her nasılsa rastlayabileceğiniz düzgün şeyler ise, sadece başka türlü olma ihtimali olmadığı için öyle...

Ne kadar gelişiyor olursa olsun, ekonomik ve sosyal durumun kötü, hatta çok kötü olduğu kanaatindeler... Sağlıkta, eğitimde, bayındırlıkta alınan mesafeleri görmüyor gözleri. Geleceğe yönelik muhteşem yatırımlar zaten umurlarında değil.

Uzunca bir süredir devam eden istikrar, 'keşke olmasaydı' demelerine sebep oluyor...

Dünya üzerindeki bütün ülkeler, her ne yapıyorlarsa doğru; Türkiye Cumhuriyeti her ne yapıyorsa yanlış şeklinde algı oluşturma gayretleri neyse, ama ülke içinde yürüttükleri bazı operasyonlarla dışarıya malzeme taşıma gayretleri, akılları durduracak kadar garip.

Bir bardak su için, içinde oldukları geminin altını oymaya kalkıştıklarının farkında bile değiller...

Doğuştan muhalif olanlarda varlığına alıştığımız ve yalnızca aşırı kötümserlerde olabilecek acaip bir ruh hali, sonradan olma muhaliflerde de yerleşmiş durumda.

Doğuştan muhalif olanlara azıcık da olsa yakışan bu hal; sonradan muhalifleşenlerde ciddi şekilde sırıtıyor. Nasıl sırıtmasın ki, kısa bir süre öncesine, yani mesela 17 Aralık 2013 öncesine kadar ak dediklerine kara, kara dediklerine ise ak demek durumunda kalıyorlar...

Tarlada çalışan baba 'uçak geçiyor' diyen çocuğuna: 'Dokunma, bırak geçsin' yerine, mesela yapamayacağı bir şey söyleseydi, ortaya hoş bir fıkra çıkmazdı... Devleti ele geçiremeyeceklerini anlayanların onunla savaşmaya kalkışmaları da, hiç hoş değil...

Ekrem Kızıltaş - Haber 7

ekremkiziltas@gmail.com

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat