14 Aralık 17 Aralık’ın rövanşı değil!

  • GİRİŞ17.12.2014 08:34
  • GÜNCELLEME18.12.2014 08:22

Değil, çünkü 14 Aralık, ‘farklı düşünceleri dolayısıyla’ köşeye sıkıştırılan ve uzun bir müddet özgürlüklerinden mahrum bırakılan insanların şikayeti üzerine başlamış adli bir süreç.

Gözaltına alınanlardan bazıları basın mensubu olduğu için, yaşananları basın özgürlüğü açısından değerlendirmeye çalışmak da gerçekçi değil: Eğer yapılanlar suç ise değil gazeteci, kim olurlarsa olsunlar, adaletin karşısına çıkmaları gerekir...

17 Aralık Operasyonu’nun üzerinden bir yıl geçti. Bu süre içerisinde köprülerin altından çok sular aktı ve ‘Cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluklarını yaptıkları’ gibisinden iddialarla sansasyonel bir şekilde gözaltına alınan ve tutuklananların tamamı serbest kaldığı gibi; mahkemeler da söz konusu kişiler hakkında soruşturma yapmayı gerektirecek bir durum olmadığına karar verdiler.

Ancak birileri, kendi ayaklarına sıkmak olduğunu nihayetinde anladıkları için olsa gerek, imar usulsüzlüklerini artık konu dışı bıraksalar da, yolsuzluk vurgusu yapmayı ısrarla sürdürüyorlar...

Üzerinden sene geçtiği ve suçlananların tamamı hakkında mahkemeler tarafından ‘takibata gerek yoktur’ kararı verildiği halde; ‘aslında büyük yolsuzluklar yapıldığı, ama mahkemelerin baskı altında kalarak lehte kararlar aldığı’ iddialarına sarılanlar; bunun nasıl olup da olabildiğini izah edemiyorlar.

Mahkemeler kendilerine sunulan dosyalarda bulunan delillere göre hareket edeceğine ve bu dosyalar gizli olmadığına göre, hangi hakim dosyadaki belgeler açık bir suçu işaret ediyorsa ‘takibata gerek yoktur’ kararı verebilir ki?..

‘17 ve 24 Aralık operasyonlarının aslında hükümete karşı bir darbe girişimi olduğu’ kanaatini destekleyen en önemli husus, dosyalarla ilgili teknik takip ve dinlemelerin POLNET’e ve savcılığa intikalinden sonra da UYAP sistemine girişinin yapılmamış olmasıydı.

Bir yıldır süren ve daha da süreceği anlaşılan meselenin aslında tam olarak ne olduğunu, dönemin İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Turan Çolakkadı’nın 26 Aralık 2013 tarihinde yaptığı basın toplantısındaki şu sözleri net olarak ortaya koyuyordu: “Her önüne gelen kendiliğinden bir şey yaparsa kaos olur. Bırakalım faksla, telefonla bildirmeyi; iki yıldır hiçbir bilgi verilmeden yürütülen soruşturmalar var. Kayıtlara başka isimler girilmiş, ya da hiç kaydedilmemiş. Yani bir savcı isterse yırtar, yok eder, isterse istediği zaman işleme koyar, bilen gören yok.”

17 Aralık’ta ileri sürülen iddialarla alakalı olarak şu ana kadar müşahhas herhangi bir olgunun ortaya konulmamış olmasını bir tarafa bırakalım. 25 Aralık’ta ‘rüşvet’ suçlaması ile gözaltına alınmaya çalışılan ve her birisi Türkiye açısından büyük öneme sahip projeleri üstlenmiş kişilerin mal varlıklarına el koyma kararı alınması, dikkat çekici bir uygulama idi. Rüşvetin kime verildiği belli olmadığı gibi; bunlar yerine, rüşvet verdiği iddia edilen kişilerin mal varlıklarına el konulması kararı, hukuki açıdan anlaşılmaz bir durum…

25 Aralık’ta müteahhitleri hedef alınan projelerin hemen hepsinin ‘yap-işlet-devret’ usulü ile ihale edilmiş olması da ayrı ve önemli  bir mesele.

‘Savcıların isterse yırtıp yok edebileceği, isterse işleme koyabileceği’ soruşturma dosyaları ile operasyon başlatıp darbe gerçekleştirmeye çalışanlarla ilgili olarak yapılacak şeyler vardır elbet, bekleyip, göreceğiz… Ancak tarihi yakın olsa da, 14 Aralık başka bir konu...

Ekrem Kızıltaş – Haber 7

ekremkiziltas@gmail.com

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat