Erbakan'dan önce, Erbakan'dan sonra…
- GİRİŞ27.02.2013 09:22
- GÜNCELLEME27.02.2013 09:22
Toplumun önemlice bir kesimi tarafından tanınıp, takdir ve takip ediliyor olsa da; çoğunluk tarafından gerektiği gibi anlaşılamayan bir insandı Erbakan Hoca.
Türkiye'de daha önce benzeri görülmedik bir kalabalığın iştirak ettiği cenazesi, kendisini yanlış anlamakta ısrar eden çevrelerin bir tür özrü gibiydi belki de.
Bulunduğu çevrenin de katkılarıyla, daha üniversite yıllarında iken ülkenin makus talihini değiştirmeyi kafasına koymuştu. Zaman içerisinde; önce İslam Alemi'ni sonrasında ise dünyanın mazlum bütün halklarını da işin içine dahil ederek, bu hayalini genişletti: Hedefi ‘Yaşanabilir Bir Dünya' idi artık.
Bütün ömrü bu ideali gerçekleştirme yolunda geçti. Ve kim ne düşünürse düşünsün, tasarladıklarının önemli bir bölümünün gerçekleştiğine, kalanların da gerçekleşebileceğinin emarelerine tanıklık etti Erbakan Hoca.
1950'li yıllarda İTÜ Motorlar Kürsüsü'nde, ‘at nalı çivisi bile yapamayan' Türkiye'nin motorunu yapma işine soyundu. Gümüş Motor Fabrikası'nın kuruluşunu gerçekleştirip, bulabildiği hemen her ortamda bu ülkenin kendi motorunu, otomobilini, kamyonunu yapabileceğini ve böylelikle ayağa kalkabileceğini seslendirmeye başladığında, bütün bunların ötesindeki hedefini de belirlemişti zaten.
Kendi motorunu, otomobilini, kamyonunu yapacak bir Türkiye'nin, bölgesindeki ülkelerin de sömürülmesine mani olabileceğini ve giderek dünyayı sömürenlerin karşısına, onları adalet ve hakkaniyete çağırabilecek bir güç olarak çıkabileceğini biliyordu.
Erbakan Hoca'nın bildiklerini bilen başkaları da vardı ve onların menfaatleri ve daha doğrusu ajandaları, bu türden girişimlerin engellenmesini gerektiriyordu.
Sanayi Daire Başkanlığı, Genel Sekreterlik ve arkadaşı Süleyman Demirel Başbakanlığındaki siyasi iktidarın polis marifetiyle son verebildiği Genel Başkanlık dönemiyle Odalar Birliği yılları, mücadelenin su yüzüne çıkmaya başladığı yıllar oldu.
Şurası kesindi ki, Türkiye'nin kalkınması; bunun için de insanlarını maddi ve manevi bilgilerle donatması gerekiyordu.
Erbakan Hoca, bildiklerini ülke çapında birçok kişinin de öğrenmesini sağlamış ve kervan harekete geçmişti artık.
Bağımsızlar Hareketi, Milli Nizam Partisi, Milli Selamet Partisi, Refah Partisi ve devamı…
Su gibiydi Erbakan Hoca ve beraberindekiler… Onlar akmayı, karşıtları da yollarını kesmeyi sürdürüyorlardı. Ancak su akmak zorundaydı ve engel tanımaz, önü kesilirse de akacak başka bir mecra bulurdu mutlaka; öyle de oldu.
Baskı, tehdit, kapatılan partiler, darbeler, hapisler, yasaklar… Umurlarında bile değildi…
Türkiye'nin yaygın (ağır) sanayiye kavuşması ve bununla beraber, insan unsurunun yaşanan fetret dönemi sebebiyle zayıfla(tıl)mış manevi dinamiklerinin de geliştirilmesi gerekiyordu.
Kısmi farklılıklar olsa da, benzer bir manzara arzeden İslam Dünyası'nın da uyarılması ve sürece dahil edilmesi, önemli bir adımdı. Bir sonraki aşama dünyanın diğer mazlum ülkelerini kapsıyordu.
Bir varlık yokluk mücadelesiydi bu ve dolayısıyla kazanılmaması gibi bir ihtimal olamazdı.
27 Şubat 2011'de ‘En Yüce Dost'a uğurladığımız Erbakan Hoca, durmak bilmeyen bir azimle yürüttüğü çalışmaları sayesinde; farklı bir Türkiye, farklı bir İslam Alemi ve dahası farklı bir dünya bıraktı bize. Yaşanan gelişmelerin ne kadarında etkisi olduğu, bakışa ve tabii ki bakana göre değişir.
Ancak; siyasetinde, bürokrasisinde, sanayi ve ticaretinde; bir zamanlar bulundukları kasabadan dışarı çıkmayı bile aklından geçirmeyen insanların ağırlıklı olarak hakim olduğu bir Türkiye'de yaşıyoruz artık.
Bu günlere gelinebilmiş olunmasının arka planında; öyle olduğuna inanarak, ‘bunu yapabilirsiniz' diyen ve yapılabileceğine bizleri de inandıran Erbakan Hoca'nın payı çok büyüktür…
Vefatının ikinci yılında bir kez daha rahmetle anıyor ve mekanının Cennet-i Ala olmasını niyaz ediyorum.
ekremkiziltas@gmail.com
Yorumlar3