İyi okuyun açıklıyorum…

  • GİRİŞ17.12.2014 10:04
  • GÜNCELLEME18.12.2014 09:50

Anayasa Mahkemesi Raportörü Osman Can, hazırladığı “türban raporunu” mahkemeye teslim etti. Herkes, içinde ne olduğunu merak ediyordu. 

Gazetedeki odamda oturuyordum. Bizimki telaşla içeri girdi. Belli ki yönetim tarafından sıkıştırılmıştı. “Abi” dedi: 
-Uğraşıyorum ama raporun içeriğini öğrenemedim. Sen de bir bakar mısın? 

“Olur” dedim, tanıdığım isimleri aramaya başladım. Ancak hepsinin cep telefonu kapalıydı. Sabit hattan arasam, sekreter çıkacak, zaten görüşmem mümkün olmayacaktı. Cep telefonlarını açmalarını beklemekten başka çare yoktu. 
Bizimki yanıma birkaç defa daha geldi. Sonuncusunda “Abi çok önemli” dedikten sonra dehşet verici sözler söyledi: 

-Ben polisi de aradım. Onlara da bir şey ulaşmamış. Ne olur biraz daha zorla. 

Anayasa Mahkemesi ve polis! Şimdi “Ne ilgisi var?” diyeceksiniz? Ama ben anında ilgiyi kurdum. Çünkü gazete el değiştirmiş, Ankara’da yönetime de Pensilvanya’ya yakın bu kişi gelmişti. Daha önce polis kaynaklı haberler yazmasıyla tanınıyordu. Elbette Anayasa Mahkemesi’ndeki bir raporu polise cehaletinden sormamıştı. Belli ki, “dinlemelere takılan bir bilgi olup olmadığını” araştırıyordu. 
Paralelci polis-paralelci gazeteci arasında paslaşmalar vardı. İşte o dönemde “gazeteci” dediğimiz bazı isimler böyle çalışıyordu! Dehşet vericiydi, ama maalesef olay buydu! 

O gün tesadüf televizyoncu arkadaşım İsmail Dükel’le karşılaştım. Tadı yoktu; ne olduğunu sordum, anlattı… 
Çalıştığı televizyon el değiştirmiş, benim yazdığım gazetenin sahibi tarafından satın alınmıştı. İlginçtir, O da “bizimki” dediğim isimle tartışmıştı. “Geldi, elleri cebinde içeri girdi” dedi: 
-Gazeteci değil, zafer kazanmış bir kumandan edası vardı. Çalışanlara tepeden bakıyordu. Abuk sabuk konuştu. İçeride şov yaptı, son derece de küstahtı. 

“Dayanamadım” diye devam etti: 

-“Çık buradan” dedim. Allah’tan çıktı. Yoksa çok tatsız olaylar olacaktı. Bu nasıl bir adam, bu nasıl bir gazeteci? 
Hiç unutmuyorum, ben de kendisine yaşadığım olayı anlatıp “İşte bu öyle bir gazeteci” cevabını verdim. 
“Bizimki” dediğim o isim kim mi? Şimdi adını vermeyeyim, ama bugün Türkiye’de değil. 17 Aralık Operasyonu’nun ardından işler sarpa sarınca apar topar terk edip gitti. 

Ben “gazetecilik” mesleğine yıllarımı verdim. Öyle bir yerlere dayanıp tepeden de başlamadım bu işe. Polis, belediye, gece muhabirlikleri yaptım. Yıllarca Meclis’te koşturdum, başbakanları takip ettim. Savaş bölgelerinde görev yapıp, tankların ezdiği aracın içinde kaldım, günlerce dağlarda yattım. 
Neler yaşadım, neler!.. 

Şimdi kimse kalkıp bana “basın özgürlüğü”, “medyaya darbe”, “demokrasi” gibi laflar etmesin. Kimin ne yaptığını, kimin elinin kimin cebinde olduğunu, kimlerin kimlerle ne işler tuttuğunu iyi kötü bilirim. Yıllarca basın özgürlüğüne kimlerin nasıl darbe vurduğunun, kimlerin medyayı ne şekilde ele geçirmeye çalıştığının kitabını da yazarım. 

Sen gazeteciliğini “biat kültürü” üzerine bina edeceksin. Mesleğe belli bir amaçla başlayıp, hep aynı merkeze bağlı olarak hareket edeceksin. Bağlı olduğun yer ne derse ona göre davranacaksın. Hatta televizyonlara çıkıp, “Evet, ben bu yapının bir elemanıyım” diye itiraf edeceksin. O yapıyı aklamak için tartışmalar ve kavgalara gireceksin. Üstüne bir de senin gibi düşünmeyen herkesi “öteki” olarak göreceksin. 
Sonra “özgür basın” nutukları atacaksın. Ayıptır be, en hafif ifadeyle ayıp. 

yazının devamı için tıklayınız

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat