Büyük Resim ve Üçüncü Yol

  • GİRİŞ20.01.2015 10:50
  • GÜNCELLEME21.01.2015 08:17

Osmanlı Devleti, tarih sahnesinden çekildiğinden beri bu böyledir.

Aslında Devlet-i Aliyye’nin son yüz elli - iki yüz yılında başladı bu durum. Yıkılışı ile de resmen cari oldu. Osmanlı’nın hitamı ve Müslümanların kurumsal olarak (devlet-halifelik) sahipsiz kalmasıyla adeta tarihin doğal nehir yatağı değişti. Neticesinde ortaya; kaosun, çatışmanın, düzenli ya da düzensiz şiddetin dolduracağı büyük bir siyasi boşluk ve eksiklik çıktı.

Bu yüzden muhkem coğrafyasında, bütün unsurlarıyla birlikte “biz idraki” bilinçli olarak zedelenmiş Türkiye’ye, bir asırdan fazla süredir “Doğulu muyum?”, “Batılı mıyım?” veya “Hangisi olmalıyım?” sorularıyla “kim”lik bunalımı dayatılıyor.

Bu ikisinin (Doğu-Batı) hem dışında ve hem de içinde olup dengeyi sağlayan sacayaklarının üçüncüsü kırılınca dünya kaçınılmaz olarak bir sarkaç bunalımı yaşıyor. İki kutup arasında salınıp dururken düzen tutmuyor, çıkarlar çatışıyor, siyasi, iktisadi ve askerî bakımdan güçlüler sahipsiz/hamisiz kalmış zayıfları, insani erdemlerini gömer gibi gömüyorlar.

Yaşanan karmaşadan ve iki güç, iki taraf arasındaki dengesizlikten istifade etmek için tam nirengi noktasında bekleyerek gri zamanları kollayan (İsrail gibi) fırsatçı mürailer türüyor.

Yaşadığı veya şahit olduğu zulüm ve barbarlıklar karşısında “Adalet” hissinin isyan noktasına ulaştığı münferit başkaldırılar neticesinde kaçınılmaz olarak “terör” çıkıyor ortaya. Ardından bu hissi, çıkarları için provoke ve maniple ederek profesyonel algı yönetimi yöntemleriyle fırsata dönüştüren “derin/üst akıl(lar)” sahne alıyor...

11 Eylül’de, Charlie Hebdo olaylarında, neredeyse bütün İslâm coğrafyalarında vuku bulan katliamlar ve bundan sonra da yaşanacaklar;  tam bir fasit daire.

Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kuruluşlar ise içi ve arkası boş Hollywood film setleri gibi sadece görüntü verebiliyorlar. Üstelik çoğu kez de parazitli.

Şu çıkarım gerçekliğini zamanla ispatlamıştır; Terör, kendisini bir uluslararası politika enstrümanı olarak kullananı ve buna göz yumanı önünde sonunda vurmaktadır.

Var oluştan bu güne, çıkarların siyaseti yönlendirmesi tabiidir. Hiç bir tedbir bunun önüne mutlak anlamda geçemez. Sistemde, tüm insani ilke ve erdemlerden soyutlanarak menfaatlerin mutlak hâkimiyeti -deyim yerindeyse tanrılaştırılması-, paradigmanın hâkim ve cari görüşü olarak elitlerin(!) elinde kendine zemin buluyor.

Dünya geleceğini, aklın ve mantığın kurallarının tersine işleyen iki kutuplu veya tek kutuplu bir sisteme mahkûm ederek karartıyor. İki veya tek sütunlu dünya sisteminin insanlık için felakete gebe olduğunu onlarca fiziksel veya sosyal normla, kuramla veya bilimsel teori neticesinde ispat etmek mümkündür (Birinci ve İkinci Dünya Savaşı ve onlarca küçük savaşın yaşandığı son yüzyıl gösteriyor zaten).

Örneğin çatışan iki taraf, benzer donanımlara sahip üçüncü bir tarafın varlığı, müdahalesi ya da arabuluculuğu yoksa birisi yenilmeden veya boyun eğmeden çatışmayı sonlandıramıyor.

Bu bireysel çatışmalarda olduğu kadar kurumsal (devletlerarası -dikkat uluslararası değil-) çatışmalarda da insanlığı utandıracak acayip bir durumdur.

Yukarıdaki makro örnekti. Şimdi de iki erkek çocuğu olan ailelerin yaşadıklarından yola çıkarak misalin mikrosunu verelim; Ailede, sosyal çevrede ve hayatta aynı rollere, aynı şartlara, çıkarlara ve çok yakın statülere talip olan/maruz kalan iki kardeş farklı yoğunluklarda çatışırlar. Bu insan tabiatından/fıtratından kaynaklanan bir kaçınılmazlıktır. Akrabalık (kardeşlik) konumu dahi bunun önünü alamıyor.

Aileye üçüncü kardeş geldiğinde çatışma, anlaşmazlık ve tartışmaların bitecek derecede azaldığı görülür.

Uluslararası ilişkiler teorisyenlerinin iki taraf arasında “denge” diyerek bahsettiği şey, benzer statüde bir üçüncü yoksa ütopyadır. Bozularak durmuş saatin günde yalnızca iki kez doğruyu göstermesi gibi anlıktır. Onu sağlamak kıl kadar ince ayarlamalar ister ve sürdürülebilirliği de mümkün değildir. O kadar hassastır ki bir bakkalın horoz terazisinde bile azıcık üflemeyle taraflardan birinin lehine öbürünün aleyhine bozuluverir. Sonra doğası gereği tekrar salınarak diğerinin lehine yönelir.

Sosyal bilimlerde “tam denge” mümkün değildir. Bu yüzden toplumsal ve siyasi alanlardaki her şey “eksik denge” yani dengesizlik üzerinden yürüyor. Politikalar tıpkı kapitalizmde olduğu gibi kâr/çıkar/menfaat maksimizasyonu üzerine kurgulanıyor. Bedelini ise yine sahipsiz masumlar canlarıyla, mallarıyla ve kararan gelecekleriyle ödüyorlar.

Hayır, Batı’nın meselesi din de değildir. Hiç bir zaman da olmamıştır. O sadece Anglosakson iktidar sahiplerince toplumsal hâkimiyeti sağlayan bir “kudret helvası” olarak kullanılageldi. Pagan veya sonrasında Pagan motifli Hristiyan Roma’nın, Avrupa’nın ve Vatikan’ın siyasi ve dinî tarihi bunun ispatıdır.

İnsan aklı ve insanlık tarihi, kapitalizm ve komünizm dışında da üçüncü yol(lar) olduğunun sağlamasıdır. Hem de birden fazla kez.

Bir üçüncü (yol, kutup, sütun) sahneye çıkmadan dünyada kaos azalmayacak, masumlar buna yakın ya da daha yüksek yoğunlukta -acı ama- ölmeye devam edecektir.

Nazariye ve muakale bunu söylüyor.

ŞİFRELİ MESAJ HATTI:

Matematik: “Üç ikiden büyüktür

Geometri: “İki noktadan bir çizgi, en az üç noktadan ise denge çıkar

Sosyal bilim: “Hımm!

 

İhsan Toy - Haber 7

ihsantoy@tasam.org

http://twitter.com/caricare1773

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat