Gülen’in din otoriteleri dikta projesi

  • GİRİŞ20.12.2014 12:06
  • GÜNCELLEME21.12.2014 09:13

 Gerçekte aktif bir politikacıyken,  kendisini sivil ve dini bir cemaatin lideri olarak gösterebildi ve bu göz boyacılık sayesinde faaliyetini rahatlıkla sürdürebildi. Bir yalan sürekli tekrarlandığında maalesef inandırıcı olabiliyor ve insanların hemen gözüne çarpması gereken basit gerçekler kolaylıkla gözardı edilebiliyor. Halbuki Gülen’in bir siyasal doktrini vardır ve bu görüş  demokrasiyle ve millet iradesiyle hiçbir şekilde bağdaşmaz. 


Gülen hareketi siyasal projesini anlamak için Sızıntı dergisinin 2013 Kasım-Aralık sayılarında çıkan ‘Kargaşadan nizama’ başlıklı makalelere bakmak kâfidir. Bizzat kendisi ve takipçilerinin yıllardır hemen her konuda aldıkları siyasal tutumlar hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak kadar açıktır.

Gülen hareketinin savunduğu ideolojiye göre demokrasi ve millet iradesi insanların egoist yaratılışından dolayı ‘anarşi’ye, kargaşaya yol açar. Buna karşı çare aşırı sağın deyimiyle  ‘sinarşi’dir.  Yani iki başlı ortak yönetim gereklidir.  Batı’daki tarihsel aşırı sağ ideolojinin bir buluşu olan bu sistemde bir otorite vardır, bir de iktidar. Otorite vicdanî, dini, milli veya entelektüel önderliktir ve teoride güç kullanmaz. İktidar ise adaletin sağlanmasını güç yoluyla temin eden bir icra organıdır. Ülkede bir de ekonomik alan bulunur ki bu da üçüncü bir erktir.

Bu sistemde iktidar otoriteye bağlı olmak zorundadır. Otorite ülkedeki eğitim uzmanlarından oluşur.  Son söz her zaman otoriteye ait olmalıdır. Otoriteyi tanımayıp ülkeyi halkın istemlerine göre yöneten her iktidar sahibi  ‘tiran’ sayılır.  Bu görüş İslam geleneğinde ve kendi öz tarihimizde asla bulunmayan imtiyazlı bir ruhban sınıfı oluşturmakta ve ülkemizin bir ‘din âlimi’ ekibi tarafından yönetilmesini istemektedir. 

Demokrat ve liberal olarak tanınan bazı aydınlar işte yıllardır bu görüşü taşıyıp, sırtlamışlardır. Onların ‘Gülen’ isminin arkasına ‘hocaefendi’ unvanı eklenmesindeki anlamı hâlâ sorgulamamaları şaşırtıcıdır.  Fethullahçılar,  Türkiye’de İran’daki ‘velayet-i faki’ benzeri bir sistem kurmak peşindedirler.  Bu,  gerek Avrupa aşırı sağının, gerekse Batı’nın İslam dünyasına soktuğu fitnenin  kaynaklandığı 19’uncu yüzyıl düşünürü diyalogcu Hıristiyan Alexandre Saint-Yves’in görüşüdür.
 
Bir ülkeyi dini esaslara göre yönetmekle, ülkenin bir din adamları sınıfı tarafından yönetilmesi iki ayrı şeydir. Tüm ülkelerin yasalarında az veya çok dini esaslardan kaynaklanan bir ruh vardır ve insanların doğuştan gelen hakları tarih boyunca hep böyle yorumlanmıştır.  Yöneticinin veya yönetimin ilahi bir karaktere sahip olması özelliğine de değişik ülkelerde rastlanmıştır.

Ama bizzat ruhban sınıfı oluşturularak, idareyi bu sınıfın ele almasına Batı Avrupa geleneği dışında pek rastlanmaz. Humeyni’nin ‘âlimlerin velayeti’ sistemi de Şiiliğe sonradan sokulmuş bir kavramdır. Ve İslam dünyasında bu özelliğe sahip olan tek rejim sadece İran’dadır.  

Batı Avrupa’da Papalık idaresinin, İran’da molla rejiminin ve Türkiye’de Fethullahçılığın ortaya çıkışı benzerlikler göstermiştir. Roma devleti çöküp Batı barbar Germenlerin eline geçince kilise,  eğitim veren tek kurum olarak ayakta kaldığı için yönetimi ele geçirmiştir.

Yazının devamı için tıklayın...

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat