Milletin antivirüs programı nasıl çalışacak?

  • GİRİŞ24.04.2017 10:05
  • GÜNCELLEME24.04.2017 10:05

Referandumda hükümet sisteminde yapılan reform ile Türkiye yepyeni bir sürecin önünü açtı. CHP’nin kendi başarısızlığını örtmek için ortalığı karıştırmaya çalışmasının bu tarihsel gelişimin önüne geçebilmesi mümkün değil.

Süreçte hep bilgisayar örneğini vermiştim. Hükümet sistemi devletin işletim sistemidir. Bir bilgisayarın istenen hizmeti üretebilmesi için iyi çalışan bir işletim sistemine sahip olması gerektiği gibi, devletin de iyi bir hükümet sistemine sahip olması hayati sonuçlar üretir. Eğer hükümet (işletim) sisteminde virüs varsa, eskiyse, virüsler, atalet ve vesayete açık kapılar içeriyorsa, devlet de düzgün çalışamaz.

Aslında yapılan bu eski, hantal, virüsle dolu sisteme “milletin antivirüs programını” yüklemekti. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin anlamı budur.

Konuyu bu boyutta tartışmak çok daha faydalı olabilecekken, müesses nizam ile özdeşleşenler ölümüne bir engelleme histerisine kapıldılar. Aynı eğilim bazı Avrupa ülkelerinde de görüldü. Söylem ve yöntemler örtüştü. Bunun nedeni Türkiye’nin daha iyi yönetilecek ve tarihe geri dönecek olmasındandı.

Rakip devletler için bu tavır anlaşılır bulunabilir. İçeride de bu değişimi engellemeye çalışmak meşru bir haktır. Konu bizim açımızdan değerlendirildiği gibi algılanmak zorunda değildir.

Zaten sorun da burada ortaya çıkmıştır. Terör örgütlerinin hayır kampanyasına hiçbir itiraz gelmemiş, Avrupa’nın kabul edilemez tavırları telin edilmemiştir. Konu normal mecrasında tutulmak istenmemiş, olağanüstülük yaratma gayreti tüm gayrımeşru çabaları memnuniyetle karşılamıştır.

Bununla da kalınmamış, milletin karar vereceği ve temelinde teknik bir mesele olan hükümet sistemine dönük değişim çabaları “kan” söylemiyle karşılaşmıştır. “Oyların sayılmayıp tartılacağı”, “Kan dökmeden bu değişimin mümkün olmayacağı”, insanları sokağa dökme çabaları demokratik bir mücadeleyi rayından çıkartma arzusuyla çevrelenmiştir.

Oysa muhalefet tüm bu gayrımeşru söylem, müdahale ve terör örgütleriyle arasına mesafe koymaya çalışıp kendi itirazını vatandaşa anlatmaya çalışsaydı, daha işitilebilir olurdu. PKK’ya “Sen kim oluyorsun” denebilse, Avrupa’dan gelen müdahale girişimlerine milli ve yerli bir tavır konabilse, ülkeye karşı oluşan tehditlerde hükümet ile dayanışma gösterilebilse, muhalefet çok daha saygın bir pozisyon elde etmiş olurdu. Ama her şeyden önce asli görevini yapmış olurdu.

Milli politika ile parti politikasının çelişmesi düşünülemez olmalıydı. Ama uzun zamandan beri, herhangi siyasi bir mücadelede dahi alınan pozisyonlar ülkeyi ateşe atmayı göze alacak bir savrulma içerisinde. Bu kabul edilemez bir durumdur.

CHP’nin başını çektiği muhalefetin “sınırlarını” kaybettiğini üzülerek görüyoruz. Siyaset ile ülke menfaatleri birbirine karşı konumlanamaz. Çünkü bu tüm ülke vatandaşlarının zararına sonuçlar üretir. Yönetim değişsin diye ülkeyi ateşe atacak bir düşkünlük muhalefet etmek olmaz. Şiddete kapı aralamak siyaset değildir.

Anayasaya göre YSK’nın kararları kesin olduğu halde, meşru itiraz sınırlarını aşarak konuyu ilgisiz kurumlara götürmek, sokağa davetiye çıkarmak, hatta AİHM’e başvurmayı düşünmek de muhalefet yapmak olmaz, onu kendi kitlesiyle birlikte marjinalleştirmeye yarar.

Kutuplaşmayı üreten de asıl olarak bu yıkıcı, faydasız tavırdır. CHP’nin ülkeye verdiği en büyük zarar, gayrı-siyasi yöntem ve anlayışları siyaset alanına taşıyıp bunları normalleştirmesidir. Anormal olanı normalleştirmek siyasetin reddidir.

Hasılı, yeni sistemde toplumun genelini kucaklamak zorunda olacak siyasi partiler, artık bu kadar başıboş davranamayacak. Birkaç dönem içinde siyasetin ciddi anlamda normalleştiği görülecektir.

Sistemin millete emanet edilmesi sadece siyasi partileri değil, tüm temsil alanlarını sarsacaktır.

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat