CHP Genel Başkanı Merkel konuştu...

  • GİRİŞ17.08.2017 09:10
  • GÜNCELLEME17.08.2017 09:10

Alman Şansölyesi Angela Merkel, dün Türkiye hakkında yaptığı değerlendirmede, Gümrük Birliği anlaşmasının genişletilmeyeceğini ve iki ülke arasında zor bir dönem yaşandığını ifade ederek, ek bazı önlemler almak zorunda kaldıklarını ifade ediyordu. Tersi kanıtlanmış olsa da, Alman yatırımcıların zor duruma sokulduğu tezini yineledi. Ancak her şeye rağmen diyaloğa devam etmek durumunda olduklarını ifade etti.

Merkel, yaklaşan seçimler ve yükselen popülizmin de baskısıyla olsa gerek, “her şeye rağmen diyaloğa devam etmeliyiz” cümlesini temellendirmeye çalışıyordu ki, esas mesele orada kurduğu cümlelerdeydi. Şöyle ki:

“Şunu da gözardı edemeyiz. Türkiye sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümetten ibaret değil. Neredeyse yüzde 50’si anayasa referandumuna hayır dedi. Onların da bizden beklentisi var. Sert pazarlıklar sürdürmemiz, yanlış uzlaşmaya girmememiz lazım. Biz bizden umutlanan ve bizimle diyalog isteyen bu yüzde 50’ye yanlış sinyal de vermemeliyiz.”

Şimdi bu cümlelere söylem analizi yaptığınızda, öncellikle Merkel’in Türkiye konusuda ciddi bir sıkışıklık içinde olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz. Yakında gerçekleşecek seçimler öncesinde, karşısında sırtında yumurta küfesi olmayan SDP ve Lideri Schulz ve ırkçı hareketler var. Türkiye, uzun bir süredir bilinçli bir itibarsızlaştırılma kampanyasının hedefi. Erdoğan artık Alman ortaokul çocuklarının bile Alman siyasetçi zannettiği bir yerli fenomen.

Ama öte yandan da, Türkiye ile ilişkiler öyle elinin tersiyle itilecek türden de değil. Bunun ciddi sonuçları olacak ve Türkiye bu sonuçları göğüslemeye son kertede tereddüt etmeyecektir. Açıkçası, Merkel’in, her şeye rağmen, aklı başından gitmiş bir Avrupa’da kötünün iyisi olduğunu söylemek de mümkün. Almanya’daki Türkler ilk kez blok olarak oy verebilecekleri sosyal demokratlardan yoksunlar. Bu açıdan Merkel Türk oyları için ilk kez bu kadar şanslı.

Bu durumda, Merkel hem popülizme karşı Erdoğan/Türkiye karşıtlığından yararlanmak, ama diğer yandan Sosyal Demokratların marjinalleşmesiyle Türklerden gelecek oylara da talip olmak isteyecektir. Bu da ince bir hat üzerinde yürümeyi gerektiriyor. Bu açıklamanın siyasi okuması aşağı yukarı böyle olmaktadır.

Ama öte yandan, açıklamada yüzeye vuran bir itiraf da var. Merkel, sanki Türkiye’nin içinde politika üreten siyasi bir aktör gibi konuşuyor. Hatta bundan da öte, sanki Türkiye’deki siyasetin de üzerindeki bir vesayet odağı imişçesine sözler sarf ediyor. Merkel, Türkiye’nin Erdoğan ve hükümetten ibaret olmadığını, kendilerinden, yani Almanya’dan umutlanan kesimleri de umutsuz bırakmamak gerektiğini söylüyor.

Bunun bir amacı, Almanya’da yaşayan milyonlarca Türk’ü etkisini, Türkiye’de yaşadığını farz ettiği bir kesimle dengelemek olabilir. Diğeri de, Türkiye ile ilişkilerin kopmasını destekleyenlere karşı kendisine bir hareket alanı bırakma isteğidir. Burada başka argümanlarla bunu söylemeye cesareti ve gücü olmadığı ortada.

Ancak, bu üstenci söylemin sadece güçsüzlükten değil, Avrupa’nın yeni Türkiye’ye olan antipatisinden kaynaklandığı da göze çarpıyor. Türkiye’nin bir aktör olarak ortaya çıkması, kolayca manipüle edilemiyor olması bir problem. İkinci problem, Avrupa’da merkez partilerin Fransa’da olduğu gibi çökmeye başlaması. Üçüncüsü de, Batı’nın o bildik Doğu’ya bakış açısındaki kibir.

Sayın Erdoğan’ın bir Avrupa ülkesindeki seçimden sonra, seçimi kaybedenlere dönük böyle bir mesaj vermesi nasıl karşılanırdı? Bu ikili ilişkilerdeki en temel kuralı çiğnemek ve o ülkenin egemenliğine saygısızlık anlamına gelirdi.

Almanya’nın 2019 seçimlerinden de ümitli olduğu ortaya çıkıyor. Kılıçdaroğlu’nun Focus dergisine verdiği mülakatın içeriği de kampanyanın dış destekli olacağını teyit ediyor.

İttifaklar kurulmuş, sadece arada böyle dile vuruyor. Gözünüzü kapatsanız Merkel mi, Kılıçdaroğlu mu konuşuyor ayırt edemezsiniz…

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat