Veliaht Prens kurtarılabilecek mi?

  • GİRİŞ25.10.2018 09:23
  • GÜNCELLEME25.10.2018 11:14

İsrail’in ana akım gazetelerinden Haaretz’de çıkan yazıdan şu cümleyi alıntılayalım:

“50 yıl boyunca İsrail ile önemli bir anlaşma imzalamayı kabul edecek bir Arap lider bulabilmek için dua ediyorduk.”

 

 

Cümle, Muhammed Bin Salman’ı tarif ediyor.

Cemal Kaşıkçı cinayetinin baş aktörünün kim olduğu, bütün yolların nereye çıktığı gün gibi ortada iken, Washington’da, Tel Aviv’de, Kahire’de, Dubai’de ve tabii ki Riyad’da Veliaht Prens’in bu suikastla doğrudan ilişkisinin dillendirilememesini bu cümleye bakarak anlamlandırabiliriz.

Allah’tan ABD Başkanı Trump’ın dilinin kemiği yok da, olan biteni, kimi zaman olduğu gibi uzun uzun üzerinde düşünmeden kavrayabiliyoruz.

Amerikan basınının Türk makamlarına atıfla yayınladığı cinayet kanıtlarının ürettiği sorgulama ile Muhammed Bin Salman’dan vazgeçmenin getireceği bedel arasında gidip gelen Trump, Kaşıkçı’nın hayattayken yazılar yazdığı Washington Post’a verdiği demeçte, “Bölgede İsrail’i korumaya yardım edecek başka kimsemiz yok” deyiverdi.

Kaşıkçı cinayetinin gündemden düştüğü andan itibaren neler olabileceğini hesap ederken, hareket noktasının burası olduğunu şimdiden not etmiş olalım.

Trump, ortaya dökülen kanıtları örtbas etmenin güçlüğü nedeniyle şu an için, bir gün öyle bir gün böyle konuşuyor olsa da, mesele unutulmaya terk edildiği andan itibaren, 2 Ekim öncesine dönüş için bütün fırsatlar kullanılacaktır.

PRENS’İN GÖZDEN ÇIKARILACAĞINA DAİR BİR İŞARET GÖRÜNMÜYOR

Dün Suudi Arabistan’da, Prens MBS’nin 2030 vizyonunu tanıtmak amacıyla ikincisi yapılan “Çöldeki Davos” toplantıları, geniş çaplı boykot kararlarının gölgesinde geçti.

Ama bu durum genç Prens’in çok da umurunda değil gibiydi.

Kendisi gibi giyinen birkaç düzine adamın fotoğraf çekme yarışına girip ‘Megastar’ muamelesi çektiği bir ortamda salona geldi, olan biten hiçbir şeyden haberi ve sorumluluğu yokmuş gibi Ürdün Kralı Abdullah’ın yanına oturdu.

Önceki gün yansıyan bir fotoğraf karesi ise, daha bir içler acısı ve daha bir pervasızca idi:

Kaşıkçı’nın oğlu Saray’a çağrılmış, cinayetinin bir numaralı sorumlusunun taziyelerini kabul ediyordu.

Mısır’da darbeci general Sisi,

Birleşik Arap Emirlikleri’nde Prens Muhammed Bin Zayed,

Suudi Arabistan’da ülkenin iplerini 50 yıl boyunca elinde tutması hedeflenen Muhammed Bin Salman…

ABD ve İsrail, bu üçlü üzerinden Ortadoğu’nun 21.yüzyıl fiziki ve zihinsel haritasını yeniden çizmek istiyor.

Projenin merkezinde, İsrail’in bölgedeki bütün taleplerini yerine getirip, Arap ulusçuluğu üzerinden yeni duvarlar inşa etme misyonu kendisine verilen Muhammed Bin Salman var.

İlk adım ABD’nin İsrail’deki büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşımasıyla atılmış oldu.

ERDOĞAN’LI TÜRKİYE’Yİ NEDEN İSTEMİYORLAR?

Projenin Türkiye’ye dokunan kısmında neler olup bittiği de artık bir sır değil.

Birleşik Arap Emirlikleri’nin Gezi olaylarından başlayarak 15 Temmuz’a kadar gelinen süreçte, Erdoğan yönetimini iktidardan uzaklaştırmak için yürütülen bütün kirli işlere fon sağlaması, 15 Temmuz gecesi eller ovuşturulurken bir gün sonra panikle farklı bir dilin devreye girmesi, yeterince fikir veriyor.

Bu adamların Erdoğan nefretinin arkasında ne olduğunu da biliyoruz.

Arap sokağında canlılığını koruyan demokrasi, insan hakları, onurlu yaşam, hak/adalet arayışları, adil seçimler gibi kavramların ilham kaynağını hala Erdoğan’ın yönettiği bir Türkiye oluşturuyor.

ABD ve İsrail’in bu bölgede çizmeye çalıştığı yeni fiziki ve zihinsel haritanın Türkiye’ye düşen hissesinde, bu ülkenin gönül coğrafyasıyla ilişkili bütün damarlarını tıkamak ve eskiden olduğu gibi içe kapanık bir ülke haline dönüşmesini sağlamak var.

Örnek, Suriye’nin kuzeyinde, PKK/YPG bölgesinde bulunan ABD varlığının şimdilik 100 milyon dolarlık Suudi parasıyla korumaya alınması.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Salı günü yaptığı grup konuşmasının bütününü böyle bir farkındalık üzerinden okuyabiliriz.

Kaşıkçı cinayetinin bütün sorumlularıyla birlikte çözülmesi için ‘sağlam bir irade’ ortaya koyup, Suudi Arabistan’a karşı öteden beri gösterile gelen ‘özenli ve sabırlı dili’ muhafaza etmek.

Bundan daha onurlu, daha dengeli ve daha akıllıca bir tutum sergilenemezdi.

Ama karşı taraftaki pervasız tutum, gösterilen bu özeni bile boşa çıkartabilir.

Siz bir de şunun düşünün:

Türk istihbaratı, emniyeti, Kaşıkçı cinayetinin bütün kanıtlarını ortaya çıkarıp, meseleyi uluslararası bir mesele haline dönüştürmeyi başaramamış olsaydı, o zaman ne olurdu?

Yenişafak

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat