Osmanlı aydınları

Osmanlı aydınları, çöküşe geçen Devlet-i Aliyeyi kurtarmak için çeşitli fikir hareketlerine sarıldılar.

  • GİRİŞ18.12.2014 08:37
  • GÜNCELLEME19.12.2014 08:38

Bunlardan biri Batıcılıktı.

Çünkü Batı denilen Avrupa devletleri hızla yükseliyor, Osmanlı çöküyordu. Bunun temelinde bilimin yattığını biliyorlardı. Bilim adamları, keşfettikleri her yeniliğin, elde ettikleri her bilimsel gelişmenin  papazların “dine aykırıdır” duvarına tosladığını görünce onlar da çareyi dini toptan red etmekte buldular.  Tanrıtanımaz bir bilim ortaya çıktı.

Bu tanrıtanımaz bilim bir takım kutsalları da çürüttü. Çürüyen kutsallar eski dünya düzeninin yıkılmasına yol açtı. Bireysel hürriyet ve teşebbüs fikri gelişmeye başladı. İnsanlık yeni bir devreye girmişti ve Batı eski dünya karşısında muazzam bir teknolojik üstünlük elde etmişti. O güç ile, Avrupa’nın eski moral değerlerini yerle bir ettiği gibi eski dünyanın da tüm değerlerini sarsmıştı.

İslam gibi, temelleri hala aklın inceleme alanı içinde bulunan bir dinin mensupları bile derin bir şekilde sarsıntıya girdiler ve bu maddi üstünlük karşısında dinlerini gözden geçirme ihtiyacı duydular. Batıda yapılan reformlar gibi İslam’da da bir takım değişikliklerin yapılmasını istediler. Çünkü sanıyorlardı kı, batıda olduğu gibi bizde de bilimin gelişmesine din mani oluyor. Mamafih yakın Osmanlı geçmişinde dindar görünümlü kitlelerin bilim karşıtı sayılabilecek olaylara kalkıştıkları, rasathane yaktıkları, nakkaşhaneyi basıp yıktıkları, “bu gavur icadında Kur’an basılamaz”[1] diyerek bilimin gelişmesinin ve yayılmasının en önemli vasıtası olan matbaaya karşı çıkıldığı biliniyordu.

Bu tür gelişmelerden etkilenen bir takım Osmanlı aydınları, devlet-i amliyenin kurtarmanın yegane çaresinin Batıcılık olduğuna inanıyorlardı. Batının bilimi ve teknolojisi diğer tüm değerleriyle alınıp taklit edilirse memleket kurtulur sanıyorlardı. Buna Batıcılık dendi.

Bir kısım insanlar da çöküşün sebeplerini, devletin etnik orjininden uzaklaşmış olmasına bina ediyorlardı. Devleti kuran asli unsur, devlet erkeni ele geçiren unsurlar etrafından dışlandığı ve devlet fıtri aktivasyonunun yitirdiği için yeniden orijinine dönmeliydi. Yani Türklük bilincini tazelemeliydi ve devlet o değerler üzerinde yeniden inşa edilmeliydi. Bunların Osmanlı için önerdikleri çare Türkçülüktü...

Bir kısım insanlar da vardı ki, çöküşü, toplumun ve devletin  dini esaslara bağlılığını zayıflatmış olmasına bağlıyordu.  Toplum dine bağlılığını kaybetti. Ahlak çöktü ve sonra devlet çöktü. Eğer dini değerlere yeniden bir dönüş sağlanırsa devlet de ayağa kalkardı. Bu kesim, batıdaki gelişmeleri de, bzden alınan değerlerin batı tarafından uygulanmasına bağlıyorlardı. Bir yandan dini değerlere dönerken öbür yandan batının bilimi ve faydalı sanatlarını alıp topluma tatbik etmeyi düşünüyordu. Bizim dinimiz bilime mani değildi ama toplum sadakat ve selamet açısından bozulmuştu. Bir tarafıyla Batıcı sayılacak ama İslami değerlerden de vaz geçemeyen Namık Kemal, “Görüp ahkam-ı asrın münharif sıtk u selametten...” diyerek dönemin dejenere halini iyi aktarır...  Tam islamcı aydın olan Mehmet Akif ise “Doğrudan doğruya Kurandan alarak ilhamı/ Asrın idrakine söyletmeliyiz İslamı” diyerek net bir şekilde İslamcı aydınların zihin haritasını aktarmıştır.  Onlara göre kusur İslamın kendisinde değil, zaman içinde oluşan yanlış uygulamalardandır. Onları zamanın ahkamı ile tadil etmek yeterdi... Bu da İslamcılık oldu.

Bir grup da vardı kı Osmanlıcılık diye özetleyebileceğimiz, tüm Osmanlı unsurlarının yeniden bir arada yaşamasını temin edecek anlayış, kurum ve kuralların ithal veya inşa edilmesiyle bunun mümkün olabileceğine inanıyorlardı. Esasında her birisi aynı zamanda batı dayatması olan Tanzimat gibi reformlarla yapılmak istenen de uydu. Amaç, “İmparatorluk bünyesindeki tüm kavim, cemaat ve milletlerin din, mezhep ve etnik farkları gözetilmeksizin adalet, hürriyet, eşitlik ortamında beraber yaşamalarını temin etmek”ti.

Bu açıdan Osmanlıcılık kökleri itibarıyla en eskiye dayanan bir anlayıştı fakat onun gerçek mimarı II. Abdülhamid’dir. Abdülhamit hakikaten muhteşem denilecek milli ve maddi çabalarla o güne kadar Osmanlı diye tanımlanan halkların yeniden bir çatı altında huzurla yaşayabileceğine inanıyor ve bunun imkanlarını var etmek için büyük bir madid manevi inşa faaliyeti başlatmıştı. Osmanlı armasına varıncaya kadar bir çok alanda derin değişikliklere girişti. Çünkü eskiden tabaa –i sadıka denilen Ermeni gibi unsurlar bile artık huzursuzdular ve Osmanlı çatısı altında olmak istemiyorlardı. 

Bunların geremediği, görmek istemediği, dünyanın değişmekte olduydu ve imparatorlukların çöküşe zorlandığı idi. Mamafih II. Abdülhamid, doğal ömrü kadar iktidarda kalsaydı, hakikaten de bu coğurafyanın bugünkü şekli bu olmayacaktı...

Şöyle veya böyle bur fikirlerin ve akımların hiç biri Osmanlıyı kendisine biçilen akibetten kurtaramamış ve Osmanlı yıkılmıştı. Ama bu akımların her birisi kendi taraftarlarının zinde tutarak varlıklarını sürdürmüşlerdi.

Osmanlı yıkılıp halklarının her birine de uydurma bir devlet verilince Türklere de kendi devletlerini kurma hakkı verdiler.  Türkiye Cumhuriyeti devletini kurma hakkını Batı doğal olarak kendi taraftarları olan Batıcılara verdi. Batıcılar, İslamcı ve Osmanlıcı gurup karşısında zayıf kalmamak için Türkçüleri de yanlarına alarak ellerini güçlendirdiler. Cumhuriyeti bu iki akıma kurdurdular ama temel unur Batıcılardı.

Devlet kurulduktan ve oturmaya başladıktan sonra Batıcıları, sistemi tek başına götürebileceklerine inanarak, Türkçüleri Dışladılar. 1940 lı yılların başlarından itibaren Sistemi tamamen ele geçiren Batıcılar, sistem içindeki Türkçüleri ayıkladılar. Sandılar ki işi tek başına götürebilirler.

Bunun başaramayacaklarını kısa zamanda gördüler.  O ana kadar tek parti çerçevesinde götürülen sistemi aynı şekilde sürdüremeyeceklerini gördüler. Çünkü muhalefetin yarattığı karşı enerji iktidara nefes aldırmıyordu.  Dahilde muazzam bir direnç uluşmuştu. Batı da bunu görerek iktidarı yeni tedbirler almaya, yeni partilere fırsat vermeye zorladı. Çok partili döneme geçildi ve sadece altı yıl sonra, yani Türkçülerin dışlanmasından altı yıl sonra iktidar, 1946’de dehşet ir darbe yedi. Fakat bunu tek particilik refleksiyle savuşturdu.  Batıcılar bu ülkede iktidarın tek bir anlayış ile götürülemeyeceğin anlayınca İslamcıları yanlarına çekmeye çalıştılar. Müthiş bir dini eser furyası ve dini okulların açılması başladı. 1943-46 yıllarında hem imam hatip okullarının açılması sağlandı hem  de sayısız dini eser yayınlanarak Batıcılar, iktidarlarını korumak için İslamcıları yanlarına çekmek istedi. Ancak bunu başaramadılar.  Muhalif olanlar hızma geliyorlardı çünkü. Muhalefet iktidar olmak için bastırıyordu.

Çünkü Türkiye’de kurulan  iktidar sisteminin kendisini ayakta tutabilmesi için daime en azı iki akımın ittifakına ihtiyaç duyuyordu. Eğer Batıcılar, yeterince güçlendiklerine inanarak Türkçüler’i dışlamamış olsalardı, İslamcı ve Osmanlıcı ittifakın başarısı olan 1950 devrimi belki de 80 yıllara sarkardı.

1950, sistemin Batıcıların kontrolünden çıkmasıydı. Kaybettikleri iktidarı darbe ile alabileceklerine inandıkları için bu kere de asker eliyle Batıcı ve Türkçü ittifakı oluşturuldu ve darbe yapıldı. Nitekim Bediuzzaman o sıralarda bazı konularda uyardığı menderese, önceden haber vererek, “Halkçılar(batıcılar), Türkçüleri de elde ederek seni tam mağlup etme ihtimali var” diyecektir... evet Batıcı ve Türkçü ittifakı bir kere daha kurularak İslamcı ve Osmanlıcı ittifak olan Demokrat Parti’yi iktidardan indirmişti.

Bu durum 1965’e kadar sürdü.  1965’de İslamcılar ve Osmanlıcıların ittifakı bir kere daha sağlandı ve AP tek başına iktidar oldu. Ancak AP içindeki masonlar, Demirel ikna ederek, onu İslamcıları dışlamaya zorladılar. Tam başarılı olamasalar da hakikaten içerde bir kırılma var ettiler ve İslamcılar ayrılıp yeni bir parti kurma ihtiyacı duydular. Milli Nizam. O tarihten sonra ta Özal’a gelinceye kadar İslamcılar ile Osmanlıcıların tam bir ittifakını göremiyoruz. Osmanlıcılar iktidar olmak için zaman zaman Türkçülerle, zaman da zaman da hem Türkçüler ve hem de İslamcılarla ittifak kurarak ancak iktiar olabildiler (MC Hükümetleri)

1950’den sonra ilk Osmanlıcı akım ile İslamcı akımın ittifakı 1983 seçimlerinde kendisini gösterdi. Özal tek başına iktidar oldu.  Ancak özal7ın arkasında dört eğilim de vardı. Bu dört eğilim kısa müddet sonra birbirinden ayrışmaya başladı. Önce İslamcılar dışlandı sonra Osmanlıcılar dışlandı ve Anap dağılıp gitti. İktidar, malesef baş döndürücüdür. Bir müddet sonra her marifeti kendinden bilecek hale geliyor ve sistemi tek başına kontrol edebileceğini sanıyor.

Halbuki Türkiye’nin yapısı bunu kaldırmıyor. En az iki akım ittifak etmeden iktidarın sürdürülebilir olması gerçekleşmiyor.

1990 yıllarda her akım kendi başına iktidar olmayı denediği için ülke koalisyonlardan başını kurtaramadı.  Bu arada batıcılar iktidarı bir kere daha ele geçirmek için postmodern darbe denilen 28 Şubat girişimini başlattılar. O dönemde birinci parti durumuna gelmiş olan İslamcı akımın temsilcisi Refah Partisi’ni iktidardan indirdi. Tabii İslamcıların o ittifakı yine Osmanlıcı ittifakın parti olarak destek vermesiyle sağlanmıştı. DYP-Refah ittifakı.

29 Şubat, toplumda derin bir kırılma meydana getirdi ve partiler üzerinde yapılan ittifakların güçlü iktidarı getirmediğini gördü.

AK Parti, böyle bir ortamda toplumun karşısına çıktı. Tabi bu arada Türkiye’nin dış müttefikleri de gelişmelerin farkında idiler. Onlar genelde Batıcı akımın iktidarda olmasını tercih ediyorlardı ama toplumun giderek İslam’a doğru evirildiğini de görmezlikten gelemiyorlardı. Eğer Batıcı akımdan yana olan tercihlerini sürdürseler, Türk toplumunu kaybedeceklerini gördüler . İslamcı akımın hızla güçlendiği –Çünkü 28 Şubat eliyle mağdur edilmişlerdi ve toplumsal muhalefet onlardan yana kaymıştı- 1999’dan itibaren tedbir almaya başladılar kendilerince ve birlikte çalışabilecekleri bir İslamcı lider aradılar. Sonunda da buldular. Bu lider, daha önceden yeterince mağdur edilmişti ve İslamcılığı ile de toplumun sevgisini kazanmıştı. Tıpkı Özal’da olduğu gibi, her eğilimi içine alacak bir konuma getirmek istediler. Milli görüş çizgisinden gelen ekip, müthiş bir değişime uğradıklarını yansıttılar. Böylece  Erbakan’dan bu yana İslamcı akımdan uzak durmaya çalışan Osmanlıcıları yeniden kendileriyle zeminde ittifak etmesini sağladılar.

Bendeniz bu itti fakı defalarca hatırlattım ve dedim ki, “Milli görüş çizgisinden gelen AK Partinin (Yani İslamcıların) en büyük başarısı Demokrat geleneği benimsemiş Nurcuları (Osmanlıcı) kendilerine oy vermeye ikna etmiş olmalarıdır. Aman yaman bu ittifakı bozmayın. Bozarsanız iktidarınız uzun ömürlü olmaz” dedim. Okurlarım bunu hatırlarlar. 

Bu ittifak son seçimlere kadar geldi. Son seçimlerden önce Osmanlıcı kesim kendi içinde parçalandı. Daha doğrusu, İslamcı akım, her dönemde yaşanan hatayı bir kere daha tekrarlayarak tek başına iktidarı sürdürebileceğini var sayarak Osmanlıcı akımı dışladı.[2] Haklıyı haksızı tartışmıyorum. Durumu tespit ediyorum. Şu anda bu ayrışmaların devinimine tanıklık ediyoruz. İş nereye  var, Osmanlıcı ve İslamcı akımın ittifakı bütün cepheleriyle yeniden tesis edilir mi edilmez mi bilmiyorum ama eğer bu ayrışma devam ederse sistem, İslamcı akıma tek başına iktidarda kalma hakkını uzun süre vermez. 

Zira, AK Parti iktidarı Osmanlıcı ve İslamcı akımların bir ittifakıydı. Bu ittifak bozuldu. En azından eskisi kadar güçlü değil.  Şu anda AK Parti İslamcı akımın temsilcisi olarak iktidarda. Bu durum henüz tam belirgin hal almamış olsa da öyle. Osmanlıcı kesim yeniden ayrışmaya başladı. İktidar için asıl tehlike bu. Hizmet hareketine karşılık, merkez nurculuk hala iktidarın yanında. Ama ayrışma başladı.

Eğer iktidar Osmanlıca akımı yanında tutmayı sürdüremezse önümüzdeki dönemde yeni bir koalisyonlar çağı yaşanabilir.

Tabi bu durum yeni ittifaklar da getirebilir. İlginç olanı, ta baştan itibaren birbirinin temel zıddı olan  Osmanlıcılık ile Batıcılık arasında flört dönemine girilmiş olmasıdır. Şu anda denilebilinir ki İslamcı iktidara karşı Batıcılar, Türkçüler ve Osmanlıcılar bir ittifaka doğru gidiyorlar. Birileri, bu mekanizmayı harekete geçirdi. Haberiniz olsun. Tuhaf bir dönemden geçiyoruz. Türk milleti ya topyekün kaybedecek, ya da 300 yıldır kaybettiği şeyi birlikte elde edecek!

Mevla görelim neyler neylerse güzel eyler.

[1]) Halsbu ki matbaaya karşı çıkışın altındaki sebep kitap yazmakla geçinen katiplerin bireysel geçim tilaşı idi. Matba gelirse işsiz kalırız diyerek el altından toplumu tahrik etmişlerdi.. MAB)

[2]) Eğer Tayyip Erdoğanın direnci olmasaydı Cemaat ve ikitadr ayrışması çok daha erkek başlardı. AK Parti içindeki keskin İslamcılar çok daha erken dönemlerden itiaren Osmanlıcı akımı temsil eden cemaate karşı sert tedbirler alacaklardı. Ama dönemin başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan tüm o girişimleri biz kardeşiz refleksiyle akim bırakıyordu. Sonunda o da ikna edildi ve ayrışma başladı... (MAB)

Yorumlar23

  • akram 4 yıl önce Şikayet Et
    Çok güzel bir analiz olmuş 1 Numaralı dip not her şeyi özetliyor birileri Din'i her zaman kendi menfaatine kullandığı bir araç olduğu katipler bile din kisvesi altında.Fetöşçülerde yme din kzvesi altında temiz insanların dini suistimal ederek kullanmışlar...Rad suresi 11. eski halimizde yeni halimizde özetliyor.Hem Alla'ın ipini sım sıkı sarılarak hem de batının değerlerini almalıyız.Müslüman ülkede yaşıyoruz kapıyı pencereyi sım sıkı kapatıyoryuz pantolonun arka cebinde otobüse metrobüse dolmuşa binemiyoruz.Ne zaman bunlarar cüzdanım cep telefonum çalınmaz duygusu ille bineriz o zaman ayete göre Allah'da bize verdiği nimetini iyi yönde değiştirecektir.
    Cevapla
  • Ekrem ORAL 9 yıl önce Şikayet Et
    Ağabey temel yorum hatası şu olmalı: Osmanlıcılık ve İslamcılık birbiri ile farklı şeyler değildir. Her İslamcı aynı zamanda Osmanlıcıdır da. 600 yıllık devlet ömrünün sırrı buradan geçer. Velev ki, Osmanlı Padişahları sadece Osmanlıcı olsaydı ne işleri vardı Mısır'da Hicaz'da? Bence sizin kastettiğiniz Osmanlıcılar Demokratlar ki, onlar da ittihat ve terakki hareketinden beslenirler. Osmanlı da ise demokrasi yoktu malumunuz. Olayları bu eksende düşündüğümüzde günümüze daha iyi bakarız.
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • Çelebi 9 yıl önce Şikayet Et
    Daha önce dedim, MAB aynı çizgide üstüste 2 yazı yazamaz. Sonraki yazısında kesin AKP güzellemesi okuyacağız.
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • Aksoy 9 yıl önce Şikayet Et
    Ayrışmanın sebeplerini yazmadan bence bazı şeyler eksik kalıyor bence. Bu hali ile (yanlış anlamış olabilirim ama)meseleyi alt iktidar çekişmesi olarak gören görüşe katıldığınızı çıkartıyorum, ancak bu görüşe tamamen katılmıyorum. Bu tartışmadan yeni bir ittifak doğar mı, bence müslümanlar islamcıların nasıl bir yol izlediklerini görürse çok farklı bir ittifak doğacaktır.
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • Z Düzenli 9 yıl önce Şikayet Et
    SAdece ve sadec müslüman olmayı içine sindiremeyip, kendini hala bir grup ismine atfetmek ne yaman kaybediştir. Diğer taraftan, Gülen taraftarlarının izafi var oluşlarını Osmanlıcılığa bağlamak. Yazar canı sıkılmış ve yazmış işte.
    Cevapla Toplam 1 beğeni
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat