Kimler Kudüs ve Adaletten yana?

  • GİRİŞ23.12.2017 09:41
  • GÜNCELLEME25.12.2017 07:23

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kudüs konusunu görüşmek üzere İslam İşbirliği Teşkilatı üye ülkeleri olağanüstü toplantıya çağırdı. 57 İslam ülkesi 13 Aralık 2017 Çarşamba günü İstanbul’da toplandı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Trump’ın tek taraflı BM kararlarına aykırı olarak aldığı İsrail’in başkenti Kudüs” kararı hukuken ve tarihi olarak hükümsüz ve meşru değildir. ABD yönetimi bu yasadışı kararını geri çekmelidir. Bizim nezdimizde işgal altındaki Doğu Kudüs Filistin’in başkentidir. İsrail bir işgal ve terör devletidir,” diyerek katılımcı ülkelerin devlet başkanlarının azmini, kararlığını ve özgüvenini zirveye çıkarmıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan sonra söz alan Mahmut Abbas heyecan veren tarihi bir konuşma yaptı. “ABD artık barış görüşmelerinde       arabulucu olarak asla kabul edilmeyecektir. Kudüs, Filistin toprağıdır ve Filistin’in ebedi başkentidir,” çıkışı doğrusu o güne kadar Mahmut Abbas’a karşı içimde az da olsa var olan “güvensizlik duygusunu” alıp götürdü. Filistin davasında Suudi Arabistan’ın kabul oyu vermesinin yanında ABD ve İsrail yanlısı tutumu ve Küresel Neronların yanında yer almayı tercih etmesi sebebiyle bitmiştir. Artık öncü ve muhatap ülke Türkiye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır. Batı’nın uzun vadeli planları noktasında; en büyük tehdit olarak gördükleri; İslam, Erdoğan ve Türkiye’dir.

Kudüs Neden önemlidir?

Kudüs Mekke ve Medine’den sonra üçüncü kutsal şehrimiz ve peygamberler diyarıdır. Hz. Muhammed (S.A.V)’in mîrâcı, ilk kıblemiz, Hz. İsa (A.S)’ın doğumu, çarmıha gerilmesi, Hz. Meryem anamız, Hz. Davut (A.S), Hz. Süleyman (A.S) ve diğer peygamberlerin Tevhid meşalesini yaktığı mücadele alanı olmuş yeryüzünde başka bir şehir yoktur. İslam dünyasının merkez şehri olan Kudüs, Yahudilerin ve Hristiyanların da dini mekânlarıdır. Filistin; Hz. Ömer döneminde Miladi 636 yılında fethedildi. Selahaddin Eyyûbi (1187) ve Yavuz Sultan Selim (1516) Kudüs’ü tekrar fethetmişlerdir. Kudüs; 1201 yıl Müslümanların, 401 yıl da Osmanlı Devleti’nin parçası olmuştur. Bu bakımdan Türkiye’nin Kudüs üzerinde “tarihsel manevi” bir hakkı vardır.

Misafir gözlemci sıfatıyla zirveye katılan Venezuela Devlet Başkanı Maduro’nun konuşması adeta bir manifesto niteliğindeydi. İçtendi, samimiydi. Ezilen, sömürülen toprakları ellerinden alınan ve yok edilmeye çalışılan Filistinlilerin feryadıydı; “Ey İslam Ülkeleri Filistinli kardeşlerimizin katliamını izlemeye devam mı edeceksiniz?”  Filistin halkının katillerine ne zaman cevap vereceksiniz, bu zulmü şimdi değil de ne zaman durduracaksınız? ‘Saldırıyı lanetliyoruz’, ‘saldırılardan endişe duyuyoruz’ yapılan sadece bu.

Yeter be artık yeter. “Bu feryadın, çağrının umudu, dayanağı, gücü, sesi, nefesi, direnci ve inancı mazlum halklar nezdinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır,” dedi.

1969 yılında bir Yahudi “Mescid-i Aksa’yı” kundakladı. Terörist; Yahudi veya Hristiyan kökenli olduğunda,  şimdi olduğu gibi o zamanda “Akıl hastası, ruhsal problemleri olan kişi” diye olayı geçiştirmek ve tansiyonu düşürmek ABD, Batı ve işbirlikçi kolonyalist basının işidir. Mescid-i Aksa’nın yakılma girişimi üzerine Fas Kral II. Hasan, konuyu görüşmek üzere Rabat’ta İslam ülkeleri temsilcilerini konferansa davet etti. 40’ı aşkın İslam ülke temsilcisi bir araya geldi. Türkiye’den konferansa dönemin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil katılacaktı. O zaman Bab-ı Âli yağa kalktı. “Laik ve Atatürkçü bir ülke böyle bir konferansa katılamaz. Burada ne işimiz var?” diyerek cansiperane yazıp çizdiler.  İslam Konferansı Teşkilatı (İKT) yeni adıyla İslam Ülkeleri İşbirliği Teşkilatı (İİT) İstanbul toplantısına kadar, Filistin, Keşmir, Afganistan, Bosna, Çeçenistan, İran-Irak savaşı ve Kıbrıs konularında “kınıyoruz, kabul edilemez,” söylemlerinden öte bir varlık göstermemişlerdir.

Zirveye bakan seviyesinde katılan Suudi Arabistan ve mihverindeki BAE, Mısır ve Bahreyn gibi ülkeler;  bir taraftan Doğu Kudüs’ün Filistin’in başşehir olarak tanındığı belgenin altına imza koyarken, diğer tarafta ABD’nin himayesinde, İsrail’in gözetiminde yürütülen, Filistin’in Kudüs’ün dışında bir toprak parçasına (Sina Çölü) razı edilmesi halinde “devlet” olarak tanınacağı ve Veliaht Salman tarafından 10 milyar dolar verileceği ifade edilmektedir ki bu çok tehlikeli bir oyundur. Gelinen bu aşamada Muhammed Abbas’ın bunu kabul etmesi mümkün de değildir.  Aksi intihar olur. Bu teklif yeni bir Theodor Herzl planının devreye sokulmasıdır. İsrailli Bakan Yisrael Katz’ın, “İran karşıtı eksen” olarak tanımladığı başta Suudi Arabistan, Mısır, BAE ve Bahreyn gibi ülkelerin bir araya getirilmesi ve yeni bir bölgesel kalkınma ağı oluşturulması gündeme getirildi. Bu birliktelik ‘Neom Projesi’nin temelini oluşturacağı ifade edilmektedir.

Zirveye gözlemci sıfatıyla katılan bir diğer ülke Rusya, Suriye’de PKK/PYD, Esad ve Suudi Arabistan ile siyasi ve ticari ilişkilerini düzeltirken, İsrail’le de hatırı sayılır sıcak ilişkiler içinde. Rusya, İsrail’in Filistinlilere yönelik şiddet ve katliamlarına karşı ciddi ses çıkartmamaktadır. Zirveden bir gün önce Ankara ziyaretinde Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Kudüs konusunda aynı görüşü paylaştığını söyleyen Putin, bildirinin akabinde karar değiştirdi. Putin’in sözcüsü Peskov “İsrail-Filistin ihtilafında Türkiye’nin tutumu ile Rusya’nın tutumu örtüşmüyor” ifadesini kullandı. Fakat Rus Ortodoks Kilisesi Kudüs’ün tek başına İsrail’e bırakılmasına razı olacak mı, Putin siyaseti üzerindeki etkisi nedir?

Bunu göreceğiz. Bir Siyonist proje olan 1917 Balfour Deklarasyonu İngiltere öncülüğünde bazı Avrupa ülkelerinin destekleriyle vücut bulmuştur.

Yalnız AB Dış İlişkiler Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Mogherini, tek gerçekçi çözüm, “Kudüs’ün iki devletin de başkenti olmasını sağlayacak şekilde, 1967 sınırları çerçevesinde iki devletli çözümdür,” yaklaşımı olumlu ancak İsrail’in yasa dışı yerleşmelerine, insan hakları ihlallerine ve orantısız şiddetine engel olmadılar. Ölümcül güç kullanımına sessiz kaldılar. Zirvede alınan kararların uygulamada karşılaşacağı büyük zorluklar sebebiyle karşı çıkacak, çekimser ve kararlı bir şekilde devam edecek ülkeler olacaktır.  Öncelikle ABD’nin Kudüs kararından vazgeçme ihtimali yoktur… ABD İsrail’e desteğini arttırarak bölgeyi ve dünyayı yangın yerine çevirmekten içtinap etmeyecektir.

Protestanlığın aşırı ırkçı Evanjelik kolu ile Siyonizm arasındaki bir Armageddon (Tanrı İsa’nın düşmanlarına karşı zafer kazanmak üzere yeryüzüne dönmesi) ittifakına karşı çıkan ülkeler, “nükleer bir savaşla yok edilecekler.” İsrail-Kutsal Roma ittifakı kazanacak. Kutsal Roma ABD’nin kendisidir. Bu şer ittifakının dünyayı ateşe sürükleyecek bir projesi olabilir. Ancak İslam kaynakları Hz. İsa’nın böyle bir görevle yeryüzüne döneceğini kabul etmemektedir. Sağına Papazı, soluna Hahamı alan Trump kendisini Hz. İsa’nın yerine koyar mı, göreceğiz. Ancak ne olursa olsun mazlum Filistin halkının haklı taleplerini karşılayacak adaletli ve hakkaniyetli bir çözümün dışında herhangi bir yol ve yöntem sunmanın doğru olmayacağı kesinlikle bilinmelidir. Görevi, Milletlerarası barış ve güvenliği sağlamak olan Güvenlik Konseyinin aldığı Kudüs kararı ABD tarafından 14’e 1 oyla veto edilerek reddedildi. ABD dışında bütün üye ülkeler birlik içinde hareket ettiler. Rusya, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine (BMGK) sunulan Kudüs’le ilgili karar tasarısının ABD tarafından veto edilmesi sebebiyle ABD’yi uluslararası toplumun iradesine aykırı davranmakla suçladı. AB ülkeleri ve Rusya’nın bu yapıcı tavrı oldukça önemlidir.

ABD’nin Kudüs kararına karşı Türkiye ve Yemen öncülüğünde hazırlanan tasarı, BM Genel Kurulunda 128 lehte oyla kabul edildi. BM Güvenlik Konseyinin 4 daimi üyesi de kararın arkasında durdu. Bu tasarı ABD ve İsrail’e “Hukuka ve İnsan Haklarına” karşı saygılı olmaları yönünde önemli bir ikazdır. Ülkelerin onuru, kabadayılığa pirim vermedi. Güç ve para ile tehdit bir işe yaramadı. Bu oylama, teklifi veren Türkiye ve Filistin adına tarihi bir karardır. Bu kararla yalnızlığa düşen ABD geri adım atmayı şeytani gururuna yediremeyecektir.

1917’den 1988 yılına kadar alınan Uluslararası kararlara, sözleşmelere uymayan Siyonist İsrail’in istediği yönde tarihi sürecin akışına izin verilmemelidir. Kudüs’te hak ve adalete dayalı İbrahimi bir ittifak çözüm şeklidir. Kudüs için diplomatik yollar bu güçlü kararla devam etmelidir. Müslümanlar; Allah (C.C.)’ın  “Allah’a ve Resulüne itaat ediniz, dağılıp parçalanmayınız, yoksa rüzgârınız gider, kuvvetten düşersiniz.” (Kuran-ı Kerim) hitabına muhataplarıdırlar. İcabı halinde İslam İşbirliği Teşkilatı Filistinli kardeşlerimizin güvenliği için, “Tahkim Edilmiş Bir Ordu”yu Kudüs’e yerleştirmelidir. Gayret bizden Tevfik Allah’tandır. Kimlerin Kudüs’ün ve mazlumların yanında, kimlerin zalimin zulmünün yanında olduğunu gördük. Bugün tarihi sınavı, adalet ve insan hakları kazanmıştır.

Yaşasın Kudüs, Yaşasın Filistin.

Vesselam…

Yorumlar14

  • Haşim sarihan 6 yıl önce Şikayet Et
    Hocam yureginekslemine sağlık uyuyan dimaglara etki edecek bir yazı olmus allah razi olsun hürmetle ellerinden öperim allaha emanet ol
    Cevapla
  • Servet 6 yıl önce Şikayet Et
    Koca yüreğine sağlık amca
    Cevapla
  • Mustafa ÇALAĞAN 6 yıl önce Şikayet Et
    Çok güzel bir yazı ellerimize sağlık
    Cevapla
  • Adil Akkoyunlu 6 yıl önce Şikayet Et
    Teşekkürler Mehmetim, eline, yüreğine sağlık.
    Cevapla
  • Ahmet sarıhan 6 yıl önce Şikayet Et
    Sayıın ve saydeğer müdürüm alla hakta yana olan filistinlilerin baskı ve zülüm altında mücadelerini sürdürmeye devam ve haklı bir dava olduğunu
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat