Çanakkale Ruhu ve İstiklâl Marşı’nın TBMM’de Kabulü -2
- GİRİŞ23.03.2019 09:43
- GÜNCELLEME26.03.2019 08:43
Bir milletin, bir ümmetin ve büyük bir medeniyetin kaderini emanet ettiği, yüzyıllardır sadakatini, vefasını ve canını esirgemeyen vatan evlatları; müstevlilerin alev saçan toplarına, mermilerine ve bombardımanlarına Çanakkale’de göğüslerini siper ederek hayatlarının baharında şehadet mertebesine erdiği kutsal zamandır Çanakkale Savaşı. 18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi’nin 104. Yılını yâd ettiğimiz bu eşsiz zafer, bu millet var olduğu sürece hatıralarımızdan silinmeyecektir. Akif, Mısır dönüşü Çanakkale Boğazı’na geldiğinde güverteye yöneldi. Çanakkale Harbi’nin yapıldığı Kabatepe, Seddülbahir, Orhaniye, Arıburnu, Alçıtepe ve vadileri geçerken içli bir ah çekti. Dua etti. Şehitlerimize yazdığı şiir dudaklarından dökülmeye başladı:
“Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi? En kesif orduların yükleniyor dördü beşi, …. Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela… Hani, tâ’ûna da züldür bu rezil istilâ!”
İngiliz, Fransız, Kanada ve İngilizlerin himayesinde ki Anzak Birlikleri (Avustralya, Yen Zelanda) ve sömürge ülkelerinden getirdikleri askerlerle denizden ve karadan büyük bir saldırı gerçekleştirdiler. Haçlı İttifakı’nın amacı; Çanakkale’yi geçerek İstanbul’u geri almak, birliğimizin esası olan Hilafeti ortadan kaldırmak, Osmanlı Devleti’ne son vermek suretiyle Ayasofya’yı tekrar Kilise yapmaktı. Ancak kahraman askerlerimizin cansiperane savaşı karşısında yenilen emperyalist güçler geri çekildiler. Akif, bu tarihi savaşı şöyle terennüm ediyor:
“Ölüm indirmede gökler, ölü püskürtmede yer; O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaz-ı beşer… Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak, Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak. … Şüheda gövdesi, bir baksana dağlar taşlar… O, rüku olmasa, dünyada eğilmez başlar, Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor, Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor. … Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker! Gökten ecdat inerek öpse o pak alnı değer. … Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber, Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber.”
Çanakkale şiirini okuyan Süleyman Nazif: “Üstad, bundan böyle şiir yazma. Çünkü Çanakkale Destanı, şiirin zirvesidir,” demiştir. Çanakkale tarihimizin dönüm noktasıdır. Geleceği doğru okumak geçmişi iyi bilmekle mümkündür. Haçlılar hayallerini hiçbir zaman unutmadılar. Unutmayacaklar. Yen Zelanda katliamı bunun bir kanıtıdır. Bir batılı gibi hayat tarzına sahip olmamalıyız. Artık “kendimiz” olmalıyız.
İstiklal Marşı’nın TBMM’de kabulü
TBMM, 1920 yılında o zor günlerin manasını, anlamını ve iman dolu havasını gelecek nesillere yaşatacak, terennüm ve tefekkür ettirecek, kalplere kuvvet ve heyecan aşılayacak bir ‘milli marşın’ yazdırılmasına karar verilmişti. Bu münasebetle o günkü şairlere bir çağrı yapılarak zaferin bir şiirle taçlandırılması gerekliliğinden hareketle yarışma tertip edilmesi kararlaştırıldı. Yarışma sonucunda birinciliği kazanan ‘eser’ için beş yüz lira mükâfat verileceği duyuruldu. Akif ödül sebebiyle yarışmaya katılmadı. Gönderilen ‘yedi yüzden fazla eser arasında herkesi tatmin edecek, o günlerin heyecanını ifade edebilecek bir şiire rastlamadıklarını’ ifade eden Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi, bir mektup yazarak, kazandığı takdirde kendisine para verilmeyeceğini, memleketi böyle tesirli bir “telkin ve tahayyül vasıtasından mahrum bırakmamasını” Akif Bey’den rica etti. 5 Şubat 1921. (1) “Milletimizin ve bütün İslam âleminin birlikte kazandığı istiklal mücadelesini en canlı bir şekilde tasvir ve terennüm eden Muhterem Üstadımız Mehmet Akif Beyefendi’nin mezkûr marşı, Büyük Millet Meclisi’nin müzakeresini müteakip kabule şayan olmuş ve Maarif Vekili Muhterem Hamdullah Suphi tarafından Meclis kürsüsünden büyük alkışlar arasında okunmuştur.” 12 Mart 1921. Söz konusu paranın Meclis kasasında kalmaması adına Akif, parayı alır. (2) Rahmetli Hocamız Mahir İz, paranın “Şarkışla Hastanesi’nde yatan yaralı gazilere hibe edildiğini” hatırlatmaktadır.(3) Bazı kaynaklar, Darül-Mesai’ye, Kızılay’a ve fakirlere dağıtıldığını ifade etmektedir.(4) Ankara ‘Taceddin Dergahı’nda, iman, cesaret, ümit ve heyecanı dile getiren ‘İstiklal Marşı’nın her bir mısrası milletimizin hürriyet ve istiklalinin
sigortasıdır. İki mısrasını sizlerle paylaşmakla yetineyim:
“Garb’nı afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var
Ulusun, Korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar;
Medeniyyet ! dediğin tek kişi kalmış canavar?
Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı! .
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır atanı:
Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı.”
Mehmet Akif’in ‘İstiklal Marşı’nı yazıp aziz milletimize, kahraman ordumuza armağan etmesini müteakip, Süleyman Nazif, “Üstadım, sana vahy mi geliyor, yoksa ilham mı alıyorsun?” diyerek hayranlığını ifade etmeye çalışmıştır (5). Mehmet Akif, “İstiklal Marşı, milletin o günkü heyecanının ifadesiydi. Bu şiir bir daha yazılmaz. Ben de yazamam. O artık milletin malıdır. Milletime hediyemdir”, buyurmuşlardır (6). Akif, en sevdiği yol ve dava arkadaşı Trabzon milletvekili Ali Şükrü Bey’in öldürülmesi ile adeta hüzne boğuldu ve gözyaşlarına hâkim olamadı. Neden, niçin bir dava adamı ortadan kaldırılır? Üyesi bulunduğu Maarif Komisyonu tasfiye edildi. Sebilürreşad kapatıldı. Can dostu Eşref Edip İstiklal Mahkemesinde yargılandı. Birinci Meclis’e son verildi. Akif, İslam medeniyetinin yeniden inşası ve Osmanlı kimliği altında toparlanmasını düşünürken saldırılar başladı. Nurullah Ataç: “O hurafelere takılmış skolastik bir kafa, onda fikir aramak, fikre hürmetsizlik olur”. Falih Rıfkı: “Akif, bütün inkılaplarımızın ve şark tarihinde ilk defa kurmuş olduğumuz hürriyetlerin, laisizmin, tefekkür ve vicdan hürriyetinin aleyhindedir,” diyor. İşte yolların ayrıldığı nokta burasıdır. Akif, vakur, garip ve onurlu yaşadı. Bir kısım sözüm ona şair ve fikir adamları! gibi, tarihine ve medeniyetine ihanet etmedi. Necid Çöllerinden Medine’ye, Çanakkale Destanı, Bülbül, İstiklal Marşı ve SAFAHAT’la bu milletin kalbine sarsılmaz bir taht kuran Akif, dışlanmaya başlandı. İsmail Kara: “Son iki asrın şair, edip ve fikir adamları arasında Akif kadar aramızda yaşayan, her daim canlı ve etkili bir başka isme tesadüf etmek herhalde mümkün değildir.” Ahmet Kabaklı: “O şiirlerinin ötesinde bir karakter anıtıdır. Bir amaç ve fazilet yolunun dönüşsüz yolcusudur,” derken, Hasan Basri Çantay; “Akif, başlı başına bir cihandı,” demiştir.
Hüzünlü Veda
Acı ve ıstırap veren bu elem dolu hadislerden sonra çok sevdiği vatanından ayılma sebebi; ‘rejim düşmanı’ sayılarak takibe alınmasına hayıflanmasıdır. Bu durumda Mehmet Akif’in 1925 yılında vatanını terk edip tekrar Mısır’a gitmekten başka çaresi kalmadı. Aksine bir davranış bütün eserlerinin yasaklanmasına sebep olabilirdi. Zaten kara propaganda başlamıştı. Ayrıca Akif’in yurdu terk etmesi, yeni kurulan batıcı düzenin bir isteğiydi (7). Akif, Mısır’da Safahat’ı tamamlamış ve bastırmış, Kur’an ilmini genişletmiş, Kahire Üniversitesi’nde Edebiyat ve Türkçe dersleri vermiştir. Mehmet Akif, çileli Mısır yıllarından sonra ağır hasta olarak 1936’da İstanbul’a döndüğünde Abbas Halim Paşa’ya ait olan Mısır Apartmanında bir daireye yerleşir. Bakımını, Abbas Halim Paşa’nın kızı Emine Hanım üstlenir. Dönüşünü haber alan devlet, kaldığı daireyi ve Akif’i ziyaret edenleri sıkı takibe almış, hasta yattığı daireyi “İrtica Merkezi” olarak görmüş ve hatta onunla ilgili yazışmalarda “İrtica – 906” koduyla söz edilmiş, Safahat’ın son cildinin bir kısmı imha edilmiş, geri kalanı da Mısır’a geri gönderilmiştir. Sebebi bilinmeyen, akıbeti meçhul bir hastalığın ıstırabı içinde günden güne eriyordu. Kanser hastalığına yakalandığı da ifade edilen Akif, “Teşvikiye Sağlık Evi”ne yatırılmıştır. Zor koşullara rağmen ziyaretine gelenlere artık Mısır’a dönmeyeceğini ifade ettiği belirtilmektedir. Akif, 27 Aralık 1936’da vefat ettiği Mısır Apartmanı’ndan cenazesi alınıp Beyazıt Camii’ne oradan Edirnekapı Şehitliği’ne kadar taşıyan kim varsa hepsi hakkında fişleme yapılmış, raporlar hazırlanmıştır. Bu fişleme ve raporlar; Cumhuriyet Arşivi 121-10-0-0/2-6-1 numaralı dosyada muhafaza edilmektedir (8). Birkaç kişinin omuzunda Cenaze sade bir tabutla Beyazıd Camii’ne getirilir. O anda Emin Efendi Lokantasının sahibi Mahir Efendi, elinde Türk Bayrağı, cenazeye doğru koşar. Üniversiteli yüzlerce genç koşarak tabutun yanına gelir ve ellerinde ki Üniversitenin büyük sancağını tabuta sararlar. Ayrıca Alsancak’la siyah Kâbe örtüsü de tabuta sarılır. Cenaze, namazı müteakip Üniversite öğrencilerinin elleri üzerinde Edirnekapı Şehitliği’ne getirilir. Kur’an ve İstiklal Marşı nidaları arasında defnedilir (9). Merhum Akif’in aziz hatırası önünde saygı ve ihtiramla eğilir, Rabbimden rahmet dilerim.
“Âsım’ın nesli diyordum ya nesilmiş gerçek,
İşte çiğnetmedi namusunu çiğnetmeyecek.”
Vesselam.
___________________________________________________________________________1-İsmail Hakkı Şengüler, Mehmet Akif Külliyatı, Cilt 10, Sh. 194 - 195
2- Mahir İz, Yılların İzi, Sh. 129. 1975 Basım
3- İsmail Hakkı Şengüler, Mehmet Akif Külliyatı, Cilt 10, Sh. 196
4- İsmail Hakkı Şengüler, Mehmet Akif Külliyatı, Cilt 10, Sh. 196
5- Mahir İz, Yılların İzi, Sh. 129, 1975 Basım
6-Aziz Erdoğan, Abide Şahsiyet, Mehme Akif Ersoy, Sh. 184
7- M. Ertuğrul Düzdağ, Safahat, Sh. 62, Mar. Ünv. İlahiyat Fak. Vakfı Yay.
8-Murat Bardakçı, Habertürk Gazetesi, 30. 02. 2018
9 -Mithat Cemal, Mehmet Akif, Sh. 154 – 2. Baskı, Türkiye İş Bankası Yayınları
Yorumlar8