Pusulasız kalınca

  • GİRİŞ03.09.2014 09:23
  • GÜNCELLEME03.09.2014 09:23

Yargıtay Birinci Başkanı Ali Alkan, ‘Devlet işlerinde kişilerin geçici, makamların ise kalıcı olduğu gerçeği’ni hatırlatıp sonra da;

 

“- Mahkeme kadıya mülk değil!” demiş...

 

Peki, kadıların mahkemeyi mülkü gibi kullanmasına ne diyeceğiz?

 

Unutmayalım ki, Menderes ve arkadaşlarını darağacına gönderen de bir mahkemeydi... Ve karara imza atanlar da yargıçtı...

 

“Sanıkların idamına şahitlerin bilahare dinlenilmesine karar verilmiştir” diyen yargının bakışı gelenekselleştirilmiş ve  aynı keyfiyet sürüyor...

 

Ve Başkan Alkan devam etmiş;

 

“- Hukuk devletinde bir davranışın karsılığı, kamu görevlilerinin keyfi tutumlarına veya konjonktüre göre değil önceden belirlenmiş açık, anlaşılır ve herkese eşit uygulanan kurallar çerçevesinde görülür. Hukuki güvenlik ilkesi bu koşullar altında sağlanır.”

 

Kuralların önceden belirlendiği doğru, ama bizde suçlular önceden belirleniyor ve insanlar yıllarca izleniyor, dinleniyor...

 

Sorun da bu...

 

Bir insanın gece yarısı evine kameralar eşliğinde polis ordusuyla girilecek, sonra yakasından tutup götürülecek, sorgulama ve soruşturma süreci devam ederken iddialar medyaya servis edilecek, sağlık kontrolü gerekçesiyle kameralar eşliğinde günlerce hastaneye kelepçeli götürülüp  getirilecek ve operasyon oyunlarıyla günlerce kamuoyuna insanlar rezil edilecek...

 

Ve ardından savcılığa sevk edilecek... Nöbetçi mahkemece tutuklayacak ve demir parmaklıklar ardına gönderilecek...

 

Sonra?

 

İddianame yazılacak, tanıklar çağrılacak, deliller araştırılacak vs...

 

Altı ay sonra binlerce sayfadan oluşan  iddianame, gizli tanıklar,  kırpılmış, montajlanmış tapeler ve hayali senaryolarla kişiler suçlanacak...

 

Tahliye şerhi düşen mahkeme başkanlarına kırk türlü yalan ve iftira oyunları tertiplenerek meslekten attırılacak ve o namuslu ve şerefli yargıçlar karalanacak...

 

Aylar ve yıllar süren komedi duruşmaları  arkası yarın oyunlarına dönüştürülecek... İnsanların bir ömür boyu biriktirdiği en büyük sermayesi olan itibarı, ahlakı, onuru, şerefi, namusu lekelenecek  ve  ömründen  altı yıl çalınacak ve cezaevi köşelerinde, hücrelerde süründürülecek...

 

Ve altı yıl sonra yürütme bu duruma isyan edecek...

 

Yasa çıkartacak...

 

Anayasa Mahkemesi, yanlış olmuş diyecek ve herkes özgürlüğüne kavuşacak...

 

Kaç yıl sonra?

 

Altı yıl...

 

Modern çağın zirvesinde bu nasıl bir yargılama sürecidir ki, bir insanın suçsuzluğunu anlayabilmek için yeni bir yasanın çıkmasına ihtiyaç duyuluyor... Ve altı yıl sonra suçsuzluğu anlaşılıyor? Duvarların ardında geçen altı yılın ne demek olduğunu bilen yargıç var mı?

 

Şimdi bu adalet midir?

 

Yargı bağımsızlığından, dokunulmazlığından, sessizliğinden bunu mu anlamalıyız?

 

İstediğini yap, sonra da adalet sessizlik ister de...

 

***

 

“Cüzdanı ile vicdanı arasına sıkışmış bir yargı” diyen Sami Selçuk’un sözlerini daha unutmadık!

 

Lakin, o günden bu yana başka şeyler arasına sıkıştıklarını da anlamış olduk... İnsanlara kolay dokunulmamalı... Ve hele de itibara... Suçludan delile değil, delillerden suçluya giden hukuk sistemi bu ülkeye hakim olmadıkça daha çok insanın yılları kaybolup gidecek...

 

“Babasını incir ağacının dalına asacak, sonra da oturup gölgesinde ağlayacak yargıçlara sahip olunmadıkça” bir ülkeye adaletin geleceğine inanmayanlardanım...

 

Çünkü, yüzyıldan beri babasını incir ağacının dalına asacak, asan bir yargıç tanımadım... Yargı, siyaseti dizayn etme hastalığından ve siyasi kurumları düşman gibi görme alışkanlığından kendini kurtarmalı...

 

Batılı hukukçular diyor ki;

 

- Yasalar ölüdür, yargıçlar diridir!

 

Ve yine diyorlar ki;

 

-Hukukun bürokrasisi olmaz!

 

Bizdeki hukukun bürokrasi sürecine takılıp da yıllar sonra suçsuzluğu anlaşılan binlerce mağdur insan var... Hukuk mağdur eder mi? Hukuk rezil eder mi? Hukuk çalar mı?  Bir insanı peçete gibi kaldırıp insan çöplüğüne döndürülen cezaevlerine gönderir mi?

Yani, hukuk gürültü değil, sessizlik istiyor... Anlıyoruz da, yıllarca çıkarttığı bu gürültü ne? Kimse bunun hesabını sormayacak mı?

 

Hukukun her yanlış hesabının Bağdat’tan dönüşünü mü bekleyeceğiz?

 

“Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen’e” diyen Shakespeare’nin isyanındaki duruma düşmek istemiyorsak, keyfiyet hukukuna, itibarsızlaştırma, dizayn, karalama ve linç operasyonlarına asla hiç bir yargı mensubu ve polis, asker bulaşmamalı...

 

Çünkü, adaletin ipi yalnız hak ve vicdana bağlı olmalı... Mülke değil... Gelecek kaygısına, terfiye, başka yerlere aidiyet duygularına, pozisyon kapmak ya da korumak stratejilerine ve öfkeye değil... Hukuk, haktır... Hukukçular da pusula...

 

Keyfiyete göre ne tarafa dönerse dönsün, döndüğü yeri kıble ilan ediyorsa orada hukukçu pusula olmaktan çıkmıştır... Sokaktaki bir insanın dahi yakasına dokunurken bin defa düşünmeli...

 

Başkan Alkan diyor ki;

 

- Özgür basının da varlığı başta olmak üzere aykırı düşüncelerin ifade edilmesi sağlıklı bir işleyiş için sigorta niteliğindedir...

 

Evet, ben bu hakkı kullanarak belki de bir çoklarına aykırı gelecek bu düşüncemi yazdım... Lakin, iddianamelerden haber yapmak cinayettir, özgürlük değil... Karalamak, linç etmek, itibarsızlaştırmak için sekiz sütuna manşet atmak  ifadenin hürriyeti değildir...

 

Tutuklanmayı manşetten, tahliyeyi iç sayfada kayıp ilanı gibi verme alışkanlığı basının özgürlüğü olamaz... Özgürlük keyfiyet değildir...

Yazının tamamı için tıklayınız

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat