Esasında Kerkük de bizim Musul da…
- GİRİŞ17.10.2016 07:36
- GÜNCELLEME18.10.2016 07:33
Meseleleri ayrıntılı incelediğinizde seyir içinde seyir olduğunu görüyorsunuz.
Musul tartışması da böyle bir şey… Dünkü hizmetkârımız İbadi’nin idare-i maslahattan iddia ettiği bütün safsataların ebediyen yalan ve gerçek dışı olduğu gibi…
Türk Milleti, binlerce yıldır kendi haritasını kendisi çizmiştir, topraklarını kendisini korumuş, mevcudiyetinin devamını hürriyet denen nazlı ülküyle devam ettirmiş, çokça can vermiş ve bedel ödemiştir.
Yani İbadi gibi gâh o milletin gah devletin hizmetkarı ve mandası olmamıştır. Bakmayın dilinin uzunluğuna… Arkasında efendileri olmasa gıkı bile çıkamazdı zavallının…
Irak Başbakanının çirkefleşen hallerini gördükçe açıkçası acıdım kendisine. Bin yıllık Efendisine böyle pervasızca çemkiren depresif köle kaprisinden başka bir şey değil.
Ta ezelden beri gelen Türk diye bir kompleksi var!
Peki, Musul ve Kerkük meselesi bizim için ne ifade ediyor? Orada olmalı mıyız? Tarihi süreç bize ne anlatıyor?
Büyük Selçuklu ve Osmanlıdan bu yana Musul da Kerkük de birer Türk şehri olmuştur. Yaklaşık olarak bin yıllık bir mazimiz var bu şehirlerde. Her iki imparatorluk öncesinde de bu topraklarda mevcudiyetimiz söz konusu.
Her şeyi bir yana bırakıp sadece II. Abdülhamit Hanın Petropolitiğine baksak dahi bu topraklar üzerinde hala var olan hukuki ve siyasi bir takım haklarımız olduğu açık. İbadi’nin bundan haberinin olmaması mümkün mü?
Okyanus ötesinden gelen yeni efendisinin ağzıyla hareket eden, güçsüz, ağzı burnu kırılmış ve dağılmış, diz çökmüş bir Irak’tan bahsediyoruz. Kendi katiline âşık, yüzyıllarca kendisine kol kanat germiş gerçek efendisine hayli ırak duran bir Irak var karşımızda.
Sultan Abdülhamit Han, sanki bu günleri görmüş ve sezmişçesine daha bir asır önce bölge petrollerinin bulunduğu dev toprakları şahsi mülkü haline getirmiş, tabusunu çıkarmıştır.
O bölgeye demiryollarını Almanlara, petrol yataklarının işletim haklarını yer yer İngiltere ve Fransa başta olmak üzere farklı milletlere vererek orada tekelleşmenin de önüne geçmek istemiştir.
Ancak zamanın ruhunu doğru okuyamayan ittihatçılar bu büyük padişahın politikalarını anlamaktan hayli uzakta olduklarından, bu talihsiz sultanı tahtan indirirken bütün mallarına da el koymuş ve bunları devlet hazinesine aktarmışlardır.
Bugün yaşadığımız bunca sorunun temeli de da işte tam da burada atılmıştır. İmparatorluk dağılınca ve haritaları bu kez başkaları çizince bu toprakları kâğıt üzerinde kaybetmiş olduk. Lakin hakikatte, hukukça bu topraklar hala Abdülhamit Hanın idi.
Ne var ki o zamanın konjonktüründe birilerinin kalkıp da “Efendim Sultan’a mallarını iade edelim” deme lüksü de zaten olamazdı. Lozan’da bu mesele aslında gündeme gelmiş ancak hukukça bu mal varlığı devletin hazinesine geçirildiği varsayılarak konu es geçilmiştir.
Ancak yurt dışına çıkarılmış olan Padişahın varisleri, bu hususu Avrupa ülkelerinde hukuksal olarak takip etmeye çalışmışlarsa da doğru dürüst bir neticeye ulaşamamışlardır. Yalnız Musul ve çevresinde petrol işletmeliği yapan bazı İngiliz şirketleri bu varislere destek vermiş, güya haklarını arayacaklarını öne sürerek İngiliz hükümeti nezdinde bir takım girişimlerde bulunmuş, hatta bazı varislere uzun süre maddi yardımda dahi bulunmuşlardır!
Altını kalın çizgilerle çizmekte yarar görüyorum, uzun süre maddi yardımda bulanan şirketlerine rağmen İngiliz hükümeti bu toprakların Sultan Abdülhamit Hana ait olduğunu uluslar arası arenada kabul etmemiş ve ayak diremiştir!
Hâsılı kelam göz göre göre biz sultan Abdülhamit Hanın bu mülkiyet hakkını tabiri caizse “Kurtlar sofrasında” kaybetmişiz.
Peki, bütün bunların olması gerçekleri değiştirir mi?
Gönül ve mantık diyor ki değiştirmemeli, Mezopotamya anamızın ak sütü gibi helaldir ve üzerinde hak arayışımız her platformda dile getirilmeli ve bu milli mefkûre olarak devletin politikaları arasında mutlaka yer almalıdır.
Bütün dünyaya “Musul da bizim Kerkük de” diye gür bir sesle haykıracağımız günlerin bir an önce gelmesi dileğiyle…
Yorumlar5