Melâmilik ve ''kime ne?'' manifestosu

  • GİRİŞ08.06.2011 09:05
  • GÜNCELLEME08.06.2011 09:05

Nerede bir türkü söylenir, orası Türkiye’dir.

Âşık Nesimi’nin o güzel şiirini hemen hepimiz türkü tarzında dinlemişizdir:

“Ben Melâmet hırkasını,
Kendim giydim eğnime,
Ar ü namus şişesini,
Taşa çaldım kime ne!”

Bazen yanlışlıkla “melanet” hırkası diye telaffuz edilen Melâmet aslında Türk-İslam inanç geleneğinin önemli yapı taşlarından biridir. Melâmet ekolünün yani Melâmiliğin önemli önderlerinden olan Âşık Nesimi’nin şiiri Melâmeti özetler gibidir. Ve “kime ne?” vurgusu ile Nesimi, bir dindar sivil itaatsizlik tarzını ortaya koymaktadır. Tanrı ve insan arasında zerre kadar da olsa bir aracı vasıta ya da kurum tanımaz o.  Hareket ve tercihlerini “el ne der acaba?” esasına göre tanzim etmez.

Yani…

“Kime ne?”  Melâmilikte bir protesto, bir manifesto, bir başkaldırıdır.

Maalesef Melâmilik hakkında yazılan fazla bir şey olmamıştır. Nedenleri arasında bu ekolün “aşkın” tarzını fazlaca taşkın bulan gelenek kadar, Melâmiliğin kendini anlatmak yerine Melâmeti yaşama mantığı da önemli bir etken olmuştur. Dahası, bizzat Melâmet kendini kötü göstermek için özel çaba harcamıştır. Dolayısıyla, halk nazarında kötü “şöhret” edinmeleri Melâmiliğin şiarındandır. Hesabını kula veya kuruma değil, Tanrı’ya verir Melami.

Melâmiliğe dair en uzun ömürlü eseri Abdulbaki Gölpınarlı yazmıştır. Melâmilik ve Melâmiler yayınlanmasının üzerinden yarım asırdan fazla zaman geçmesine rağmen hâlâ konusundaki temel referans kitap olmaya devam etmektedir.  Mevlevi seması nasıl ki bir gösteri değil, ritüel ise, Gölpınarlı için de Melâmilik araştırma konusu değil bizzat inandığı, takipçisi olduğu ekolü ifade etmektedir.  Yani onun yaşam felsefesi ve hayat tarzını…

Gölpınarlı daha önceden Mevlana’nın bütün eserlerini Türkçeye çevirmişti. Rumi'ye de her şeyiyle bağlıydı, “hilafet” ve “destar” sahibi bir Mevlevi’ydi. Ancak Melâmilik onun için bambaşka bir değerdi, hücrelerinde hissettiği bir hayat imlâsı. Nitekim o Melâmiliğin bir tarikat değil, bir yaşam biçimi olduğunu söylerdi hep. İşte bu nedenledir ki, Gölpınarlı mezar taşının "bî ser-u pâ" --başsız ayaksız-- bir Melâmi taşı olmasını istemiş, inancını hayatının sonrasına da aktarmak istemiştir.

Ah, Melâmet, ah!

Sen bir “yol” musun?

Evet ve fakat hayır!

Nasıl mı?

Önce yola bakalım…

Mevlana Mesnevi’sinde şöyle der: “Şeriat muma benzer. Yol gösterir ki ele mum almadan, yol alınmaz. Ele mum alıp yola düştüğünde, yoldaki bu gidişin, yürüyüşün tarikattır.” Ve devam eder. Gideceğin yere varıp, amacına ulaştın mı, bu da hakikattir. Bunun için demişler ki, hakikatler meydana çıktı mı, yollar biter!”

Öte yandan, büyük düşünür Muhyiddini Arabî: “Hakk’ı yollarda arama, çünkü ortada O’na giden bir yol yoktur” diyor. İşte, Melâmilik yoldaki seyirde bir menzilden diğerine gidişi görür. Bir yerde var olunca diğerinde olmamak insana göredir. Her “yola çıkış” aslında bir yoldan çıkıştır. Yolun başı ile sonu iki ayrı menzildir. Evrenin kendi tamamen “yol” olduğuna göre, neden tarikat yani yol olmalıdır ki?

Nitekim Melâmilik yolların bittiği, başka bir deyişle, Allah ile kul arasındaki yolların, uzaklıkların, mesafelerin hiçbir zaman var olmadığına inanır. Fiziki âlemde yol aslında bir bütünden koparılan ve imtiyaz tanınan bir küçük alanı ifade eder. Ayrıca, Allah’ı aramak zaten zımnen onu yitirmişliğe delalet eder. Bu durum hava almak için evin dışına, sokağa çıkmak gibi bir şeydir. Hâlbuki hava her yerdedir.

Melâmilik bu anlamda bir kısım “tasavvuf ehline”  karşı çıkmanın adıdır. Gelenekteki yozlaşmalar arttıkça, geleneğin diğer damarının şahlanmasını, siygaya çekme gücünü ifade eder. Bireysel ve kurumsal kutsallıkların ve dini hiyerarşinin doğurduğu bir dini yorumdur. Melâmiler, kulca ululuktan, ululanmaktan, dava vehimlerinden, kendini göstermekten, halkın sevgi ve saygısını kazanmak çabalarından şiddetle kaçar.

Öylesine ki…

Melâmilikte “keramet” bile insana benlik verdiği için erkeğin “hayız görmesi” olarak algılanmıştır. Kendini herkesten aşağı, herkesi kendinden üstün gören, giyim-kuşam özelliğiyle, tekkeden, vakıftan hazır yemekle, zikirle, vecde gelip çığlık atarak kendisini göstermeye çalışmayan, halktan hiçbir suretle ayrılmayan, kazancıyla geçinen” kesimlerin aksine, iç yüzden Hak'la, dış yüzden halkla beraber olan, hatta halkın saygısını, sevgisini bir “kayıt” bildiğinden, ibadetlerini bile gizleyen, buna karşılık, onların “kınamasından ürkmeyen, hatta “halka kendisini kötü gösteren kişidir" Melâmi.

Melâmilik kınanmanın, ayıplanmanın tiryakisidir. Kınanmak Melâmi’yi sevindirir. İltifat edene iyi bakmaz Melâmi, “bozulur”. Bütün iltifatlar, övgüler Allah’a aittir çünkü. “Şeyhe” bile şehla bakar Melâmi. “Şehlasın!” diyene müteşekkir olur! Freud’un insanlarda önemli gördüğü “takdir görme” duyusu ondan alınmıştır. O nedenle “Be hey kör kadı!” demekten çekinmez Melâmi.

Melâmiler tarihte ve özellikle Osmanlı'nın son dönemlerinde tarikatlar ve - durağan dini bakış açısına sahip din adamlarına karşı mücadele içinde olmuşlardır. Örneğin, Niyaz-i Mısrî bu yüzden sürgün edilmiştir. Dolayısıyla, Melâmilik bir tarikat değil; Kur'an merkezli, dinamik bir bakış açısı ve duruş olarak öne çıkan bir yaklaşım tarzıdır. Kurumsal olmayan tasavvufu İslam'ın "Batın (iç)" kısmı ve derinliği olarak kabul ederler. Dinin zahiri (dış) emir ve yasaklarını "eksiksiz" ve "fazlasız" dosdoğru yerine getirmekle birlikte "Kâmil" insan olmak için her zaman ve her yerde Allah'ı zikretmek ve özellikle Allah'ın varlığı ve birliği ile ilgili itikadî konularda derin bilgi sahibi olmak gerektiğine inanırlar. Melâmi’ye göre tasavvuf, bu açıdan İslam tarihinin sonraki yüzyıllarında ortaya çıkmış bir felsefi ekol değil, İslam'ın özünde keşfedilmeyi bekleyen "gizli bir hazine"dir.

Melâmilik, tarikat ve cemaatlerden farklı olarak belli bir kişinin kurduğu ve o kişinin adıyla anılan bir kurumsal komünal yapı değil, yaratılış amacının zirvesi olan gerçek kulluğun ne olduğunu anlama ve böylece kâmil (olgun) insan olma niteliğidir. Mürşitlerinden keramet veya doğaüstü güçlere sahip olmasını beklemezler. Onlara göre Mürşit sadece nefes almayı, nefesin gereğini işaret eder. Nefes almak sorumluluğu öğrenciye (müride) aittir. Bireyseldir, düsturları vardır, desturu yoktur.

Melâmilik, Allah'ın her kişiye yakın olduğunu ve kişiyle Allah arasına Mürşit de dâhil kimsenin giremeyeceğini savunmuştur. Mürşit ne kadar bilgin ve erdemli olursa olsun, o da diğer insanlar gibi kuldur ve kula ait niteliklerle anılması gerekir. Mürşitlerinden ders ve sohbet şeklinde tahsil ettikleri ilim ve tavsiyelerinin ötesinde bir beklentiye sahip olmadan; Hidayet, Şefaat, Himmet, Tövbe gibi isteklerin yalnız Allah'a arz edilmesi gerektiğini savunurlar. Bu ilmin öğretmenleri de öğrencilerinden asla maddi bir karşılık talep etmemişlerdir.

Ve Melami “O Yâr ile Hoştur!”

Bu “devirde” Melâmiliğin işi ne mi?

Kime ne?

Metin Boşnak – Haber 7
mbosnak@metinbosnak.org

Yorumlar7

  • Ayşonur 5 yıl önce Şikayet Et
    Evet nefes almak kelimesi dönüşür nefesimsin kelimesine. Nefes almak çok önemli nefessiz kalmakta. Hani vardıya ben senin ne Yarin ne de Can'ın ben senin ne sevgin ne Bahar'ın sen benim nefesimsin. Biz yar ile hoşuz. Yüreğinize sağlık.
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • El fakrü fahri 5 yıl önce Şikayet Et
    Hocam elinize sağlık güzel bir yazı olmuş
    Cevapla
  • Ayşenur 6 yıl önce Şikayet Et
    Eski Yazdığınız yazıları unutmadan düşünerek tekrardan okuyorum muhabbetle
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • Ayşenur 6 yıl önce Şikayet Et
    Bu yolda eğitim Şart ve Eğitim'in Başlangıcı ifrat ve tefrit. Kendini yenilemek. Tıpkı mc devlete karşı yeniden Eğitimden Geçmek ve herşeyi düşünceyi yenilemek çok saygılar Metin hocam
    Cevapla
  • Ayşenur 6 yıl önce Şikayet Et
    Hocam çünkü aşık o aşkla sevdiği Uğruna Can'ını koyar açlığı kendine bir borç bilir seven bunu yapmalı durmadan yılmadan çalışmalı.
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat