Sanat üretim ve tüketim

  • GİRİŞ03.09.2015 08:16
  • GÜNCELLEME04.09.2015 08:53

Üstelik kitle bir örnek, homojen bir yapı değildir; ama kitle belli bir ulus olarak tanımlansa bile nitelik açısından daha somut bir insan yığını olduğu söylenemez.. Böyle bir yığın içinde bir örnek olmayan, niteliksel olmayan özellikler daha açık fark edilebilir. Çünkü kitle kavramı, tanımladığının niteliklerini belirtmiş olmaz. Kitle sözcüğünden belirsiz bir kalabalığı anlarız. Bu kavram ne konuşulan dili, ne bağlı olunan inanç olgularını, ne de tarihsel geleneklerle olan farklı ilintileri kapsar. Kitle belli bir toplumsal grubu içerir ama gerçek somutluğunu kazanması için nitelikleri belirlenmiş bir insan topluluğu, yani millet olarak ele alınmış olması gerekmektedir. Ulus da kitle gibi niteliklerinden soyulmuş, toplum mühendisliğinin hammaddesi kalabalıktır. İnsanlık, önce ulus devletlerle kitleleştirildi, bugün de dünya devletinin vatandaşı olduğunu kabul etmeye hazır durumda.

Sosyal bilimlerin raflarında bekleyen ulus ya da kitle  olarak paketlenmiş, soyutlanmış, nicelikselleştirilmiş insan ilişkilerinde sanatın bir yeri var mıdır? İlk planda soruyu şu şekilde de ortaya koyabiliriz:  Sanatla toplumun sözkonusu ilişkilerinde kitle üreten midir yoksa tüketen midir? Sanat eseri bir ürün müdür? İşte kültür endüstrisinin kapısına dayandık, hatta piyasaya daldık bile. Gelenekte anonim ya da ortak bir uğraşın ürünü olarak çıksa bile sanat eserinin belli bir kişi ya da kişilere gelip dayandığı düşünülür. Sanatçı kimliğini halka borçlu değil midir? Sanatçının özüyle milleti oluşturan her bir insanın özü, hatta milletin, medeniyetin ve devletin özü de aynıdır, ülküleri de aynıdır. Bu nedenle sanatın özüyle sanatçının ve hitap ettiği milletin özü arasında bağ olduğu apaçık ortadadır. Dolayasıyla modern toplumlarda sanatın rolünün ne olduğu sorunu sözkonusu ortak özden bağımsız ele alınmak zorundadır; konu, bu iç bağlantıların kopukluğu yüzünden günümüzde farklı yaklaşımlarla ve değişik düzeylerde ele alınmalıdır. Çağdaş sanatın güncel etkinlik sorunlarına doğru yaklaşmak, soruna salt sanatçı (birey) açısından çözüm getirmeye çalışmak değil, millet boyutunu da araştıran bir çalışma ortaya koymayı gerektirmektedir. Aslında millet / medeniyet ile kişilik (insan tekinin öznitelikleri) arasındaki nazik dengenin bilincinde olunmazsa, hiçbir konuda ve hiçbir sorun karşısında heyecan duyulmaz.

Çağdaş sanat araştırmalarının, incelemelerinin, denemelerinin ve yorumlarının can damarını, hep sözkonsu dengenin oluşturduğu görülmektedir. Bu sorunlarla öteden beri ilgili olanların gündeminde hep bu bilinç sorunu vardır, üstelik gittikçe de yoğunlaşmaktadır. Çünkü çağdaş bilimsel ve teknik gelişmelerle yaşam biçimlerine önemli yenilikler gelmesi sözkonusu dengeyi zorlamaktadır. Benlik, kişilik, ahlak, vicdan ve kimlik konuları çevresinde yürütülen tartışma, aslında bilincin bulanıklığından şikayet noktasında toplanmaktadır. Sanatın hayatla ve insanlarla ilişkisindeki, daha da önemlisi sanatçı toplum ilişkisindeki sözkonusu dengenin bozulmasında en büyük etkenin, teknik alandaki hızlı gelişmeyle eşgüdümlü olarak ekonominin yayılmakta oluşudur, denilebilir. Ama bu hızın öyle bir iç mantığı vardır ki kitle bir sarsılmakta, bir toparlanmaktadır; çevrede kalmış toplumlar ise hiçbir zaman toparlanamamaktadır. Sanatçı (birey) da aynı etkenle kitleye, onun içinde erircesine hem karışmakta hem de kopmakta, yalnız kalmaktadır. Bu hızlı, yönsüz ve yozlaştırıcı devinim /  çalkantı insanları geleneklerinden koparmakta artık eski inanç ve değerlerin pek yetmediği yeni arayışlara sürüklemektedir.

Sanatın teknolojiyle el ele vermesi ve piyasada konumlanması, bu arayışlarda bir tür aracı rolü oynamasına bile olanak sağlamaktadır. Modern sonrası tarihsel süreçte sanat eseri, kültür endüstrisinde ürün olmaktan, düşünce de politikanın eli altında durmaktan kurtulamamaktadır bu yüzden.

 

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat