Gericilik ve bölücülük korkuları

  • GİRİŞ07.10.2016 08:06
  • GÜNCELLEME07.10.2016 08:06

Os­man­lı’nın son dö­ne­mi­nin de­ğiş­mez gün­de­mi, dev­le­ti kur­tar­mak­tı. Os­man­lı­cı, İs­lam­cı, Türk­çü ya­hut Ba­tı­cı bü­tün ay­dın­la­rın or­tak pay­da­sı, her ne pa­ha­sı­na olur­sa ol­sun dev­le­ti kur­tar­mak­tı. Bu­ra­da dev­let, pay-i tah­tı, Os­man­lı bü­rok­ra­si­si ya da or­du­su­ de­ğil; dev­le­tin temin ve tem­sil et­ti­ği  aidiyet (bü­tün de­ğer­le­ri, il­ke­le­ri) ve mensubiyeti (ümmet ve ko­lek­tif geç­mi­şi) ifa­de edi­yor­du.

Os­man­lı’da dev­let sa­de­ce ver­gi top­la­yan ya da se­fe­re çık­ıp savaşan, belli sınırlardaki topraklarını koruyan bir teşkilat değildi; aynı zamanda hem ferdin ve cemiyetin (ümmetin) varoluş amacını, ilay-i kelimetullahı  (Allah’a aidiyet, meşruiyet ve sadakatin gereği ah­lak­lı, erdemli ol­ma­yı, öte­ki­ne say­gı­yı) gerçekleştiriyordu hem de birlik ve düzeni (mensubiyetin gereği emniyeti, ada­le­ti, ba­rı­şı, asa­yi­şi) sağlıyordu.

Çünkü kelime şehadet getirmek hem Allah’ı (c.c.) tesbih ve tazim, hem de Hz.Peygamber’in (s.a.v.) ümmetinden olmayı tasdik ve ilan etmekti. Dolayısıyla dev­le­ti kur­tar­mak, aidiyeti (di­ni, imanı, Allah’la bağı) ve mensubiyeti (ümmeti, İslam mil­le­tini, Hz.Peygamber’le (s.a.v.) bağı) koru­mak­ ve sürdürmekti. Toprak kaybetme ve devletin yıkılma ihtimali felaketlerinin doğurduğu Osmanlı’da köklü iki korku, aidiyet (kulluk, Allaha teslimiyet) ve mensubiyetin (ümmetle kader birliğinin) sona ermesi ihtimalinden kaynaklanıyordu.

Cum­hu­ri­yet bir dev­leti kur­tar­ma ope­ras­yo­nuy­du; Lozan’da yeni dev­leti ilan etme, yeni toplum kur­ma ol­du. Os­man­lı ile Cum­hu­ri­yet ara­sın­da de­rin bir sü­rek­li­li­ğin bu­lun­du­ğu­nu dü­şü­nen­ler elbette belli nok­talar­da hak­lı­­lar: Cumhuriyet son tahlilde Osmanlı’dan Anadolu Coğrafyası’nı, üzerinde yaşayan Müslüman halkı, Kur’an-ı Kerim’i ve koca bir medeniyeti (camileri, evleri, mezarlıkları, çarşısı, tekkeleri ve medreseleriyle) devraldı. 

Fa­kat Cum­hu­ri­yet, İngilizlerin işgal edince yapacağı şeyi yaptı; devletin temin ve temsil ettiği aidiyet ve mensubiyet bağlarını parçaladı. Os­man­lı dev­le­ti, din (tevhid, Allah’a aidiyet) ve mil­let (ümmet) üze­ri­ne in­şa edil­miş bir ya­pı, hat­ta ül­küy­dü çünkü. Mer­ke­zi­yet­çi mo­dern­leş­me­yi ve et­no-se­kü­ler mil­li­yet­çi­li­ği il­ke edi­nen Cum­hu­ri­yet’in kurucu kadroları ve toplum mü­hen­dis­le­ri, bu ma­na­da dev­le­tin içini bo­şalt­tı­lar; din ve mil­le­tin ye­ri­ne, po­zi­ti­vist bir se­kü­la­rizm ve nü­ans­la­rı ol­ma­yan dış­la­yı­cı bir et­ni­sizm koy­du­lar.

Te­pe­den in­me­ci mo­dern­leş­me amacını gerçekleştirmeye çalışan yeni Batıcı iktidar ve kad­ro­ları, zec­rî ted­bir­le­re baş­vur­mak­la kal­ma­dı, ay­nı za­man­da Tür­ki­ye’nin din ve mil­let ko­or­di­nat­la­rı­na ya­ban­cı­laş­tı. Batılılaşma, Allah’a aidiyetin yerine bilime, sermayeye ve kapitalist modern uygarlığa aidiyet, İslam milletine mensubiyet de Batı’ya mensubiyet haline geldi.

50’li yıl­lar­da kö­ye ge­len bir kay­ma­ka­mı ya da karakol komutanını gö­ren ço­cuk­la­rın “Ka­çın hü­kü­met ge­li­yor!” di­ye ba­ğır­ma­sı­na şa­şır­ma­mak la­zım. Tür­ki­ye’nin mo­dern dö­nem­de­ki kor­ku­la­rı­nı, devletin temin ettiği ve koruduğu bu iki te­mel bağına ir­ca et­mek müm­kün: Din ve mil­let.

Dün ol­du­ğu gi­bi bu­gün de Cum­hu­ri­yetçi / Batıcı toplum mü­hen­dis­le­ri, Tür­ki­ye’de toplum aidiyet bağını güçlendirip di­nin ala­nı ge­niş­le­di­ğin­de Cum­hu­ri­yet’in ge­ri­ci bir re­jim ha­li­ne ge­le­ce­ği; mensubiyet bağını güçlendirip et­nik ve kül­tü­rel kim­lik­ler ku­cak­lan­dı­ğın­da ise ül­ke­nin üni­ter ya­pı­sı­nın yok ola­ca­ğı kor­ku­su­nu ta­şı­yor­lar.

Bu iki kor­ku ve ön­gör­dü­ğü ge­ri­ci­lik ve bö­lü­cü­lük olarak kavramlaştırılan iki fe­la­ket, Cum­hu­ri­yet’in toplum mü­hen­dis­le­ri­nin bir ta­raf­ta se­kü­ler-mo­dern­leş­me­ci zih­ni­ye­ti­ni, öte ta­raf­ta et­ni­si­te­ye da­ya­lı ulus ta­sav­vu­ru­nu ele ve­ri­yor.

Mustafa Yürekli / Haber7

 

 

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat