İslamofobinin özü emperyalizmdir

  • GİRİŞ19.10.2016 07:59
  • GÜNCELLEME20.10.2016 08:22

Bu bağlamda varlığını sürdürmek için büyümek, kalkınmak ve küresel aktör olmak düşmanları sıraya koyup tek tek yenmek demektir. Güç, çıkar ve çatışma yaklaşımı açısından Batı’nın son üç yüzyıllık tarihi, Amerika’da, Afrika’da ve Asya’da “düşman”larına karşı kazandıkları zaferlerle doludur.

Prof.Dr.Halil İnalcık, Batı’nın gözünde İslam’ın Sovyetler Birliği’nin yerine aradığını belirttikten sonra nedenini de şöyle açıklar: “…Batı, medeniyetini en sert biçimde tehdit eden din-medeniyet olarak İslam’ı görmektedir”

Prof.Dr.Emre Kongar Batı’nın “İslam tehditi” algısını şöyle açıklamaktadır: “Huntington’a göre Batı Uygarlığı’nın göreli etkisi azalmaktadır, buna karşılık Asya Uygarlıkları’nın ekonomik, askeri ve siyasal güçleri artmaktadır. Müslüman ülkelerde nüfus patlaması yaşanmaktadır. Huntington’a göre; 21. yy’da medeniyetler arasındaki asıl etkileşim; Batı, İslam ve Çin Dünya’ları arasında olacaktır.”  

20. yüzyılda Batı, ezici varlığına rağmen Asya’da düşmanlarına Afrika’da yaptıklarını yapamadı. 1952’de BM kurulurken ABD’nin ilk elli yılı çift kutuplu dünya olarak, ikinci elli yılı tek kutuplu dünya olmak üzere yüz yıllık iki plan yaptığı belli..

ABD’nin ikinci yarım asırlık tek kutuplu dünya düzeninin ya da küreselleşme adını verdiği dönemin 25 yılı geride kaldı ve ana stratejisi de anlaşılmış durumda: ABD, BMGK’da müttefiki olan AB ve Rusya’nın, bir başka ifadeyle Hıristiyanlık dünyasının desteğini alarak daldığı Asya’da iki düşmanla karşılaşacağını da öngörüyordur elbette: Çin ve İslam milleti. İlk çeyrek asırda İslam aleminin, ikinci çeyrek asırda da Çin’in işini bitireceğini planlamış olmalı. Dolayısıyla küreselleşme, Çin savaşından önce İslam milletini ezme stratejisidir.

ABD’nin tek kutuplu dünya düzeni stratejisini ikinci dönemin başında Medeniyetler Çatışması teziyle açıklayan Huntington da, zaten açıkça İslam ülkelerinin güçlendiğini ve Batı’nın göreli etkisinin azaldığını belirtmektedir: “Medeniyetler arasındaki güç dengesi değişmektedir. Göreli etkilik bakımından Batı gerilemekte; Asya medeniyetleri ekonomik, askeri, siyasal güçlerini genişletip yaymaktadır. İslam, Müslüman ülkeler ve komşuları için istikrarsızlığa neden olan demografik bir patlama içine girmiştir”  

Huntington, İslam ülkelerindeki hızlı nüfus artışı, İslam dininin daha hızlı yayılması ve İslam ülkelerinin silahlanışı nedeniyle Batı’nın İslam’ı düşman olarak görmesi gerektiğini ifade etmektedir. Ancak Huntington’a göre Batı için İslam ülkelerindeki ayaklanmaların, silahlanmaların ürkütücü bir durumda olması düşündürücüdür. Çünkü Batı, yıllardır Doğu (özellikle de İslam) medeniyetlerini sömürmekte ve fakirleştirmektedir.  

Batılılar, sömürü politikalarını ve tarihlerini gözardı edip İslam ülkelerinin geri kalmışlığını, hızlı nüfus artışını, bu ülkelerdeki açlığı bahane etmektedir artık. Üstelik Batı sömürüsünün sonucu olan kalkınmamışlık, işsizlik, baskı ve göçler Müslümanların Batılılardan nefret etmesine neden olduğunu bilmektedirler. Oysa Batı’da gelişmiş, modern devletlerde yaşayan zengin, tok ve insan haklarına tamamen saygılı vatandaşlar yaşamaktadır. Bu bağlamda medeniyeti temsil eden ABD ve AB, barbarlığı temsil eden İslam dünyasıyla savaşmaktadır.

Medeniyetler Uzlaşması isimli çalışmasında Richard Müller Batı’dan neden nefret edildiği konusunda şöyle demektedir: “Batının emperyal üstünlüğü karşısında Dünya’nın geri kalan ülkelerinde bir düşmanlık baş göstermiştir. Güç dengeleri değiştikçe Batı kültürüne karşı taarruzlar da artacaktır”

Aynı konuyla ilgili olarak New York Observer gazetesindeki köşesinde Richard Brookhiser de şunları ifade etmektedir: “Yeryüzünün herhangi bir yerinde, yaşadığı koşullardan memnun olmayan insanlar, dönüp bize baktıklarında, başka seçeneklerinin de olabileceğini fark ediyorlar. Birazcık aklı olan herkes ya bu ülkeye gelmeye ya da bu ülkeyi taklit etmeye çalışır. Aklından zoru olanlar sorunların sorumlusu olarak bizi görürler, tarihsel olarak aramızda düşmanlık oluşmuş ülkelerden birinden olanlar ise bizi öldürmeye çalışırlar. Bütün Dünya’daki kaybedenler bizden nefret eder, çünkü biz güçlü, zengin ve iyiyiz.”

City Journal gazetesi muhabirlerinden David Hansow’da aynı fikirdedir: “Bizden nefret ediyorlar, çünkü geri kalmış, yozlaşmış bir kültürden geliyorlar. Amerika’nın gücünü ve itibarını kıskanıyorlar.”  

ABD ve Batı’nın, Müslüman ülkeleri geri kalmış, yobaz, fakir olarak görmesi ve bunun sonucunda da Müslüman ülkelerin terörist ülkeler olarak kodlandırılması, 11 Eylül olayının Müslümanların Batı’yı kıskançlıklarının sonucu gerçekleştiği söylemine göre Batı’nın aradığı yeni düşmanın hemen hazır bulduğu Müslümanlar oluşu tesadüf değil, stratejidir. Kısaca İslamofobinin özü, kapitalist Batı’nın emperyalizmidir.

“Kurban” durumunda olan Amerika, 11 Eylül saldırıları sonrasında, kendisine karşı düşman olarak gördüğü Müslüman ülkelerden birisine yaptığı saldırıyla birden “cani” durumuna gelmiştir: Amerika’nın fakir, insan haklarının olmadığı, insanlarının açlıktan kırıldığına inandığı Müslüman bir ülke olan Irak’a saldırısının temelinde buradaki mutsuz insanları mutlu etmeye yönelik olduğu söylenemeyeceğine göre Amerika’nın haklı durumdan haksız duruma düşeceğini bile bile kendisi için herhangi bir tehdit oluşturmayan bir ülkeye saldırması ve  bunu da “komşuları için tehdit ediyor, çünkü kitle imha silahlarına sahip” bahanesine sarılarak yapması, Amerika’nın İslam alemine düşman stratejisi uyguladığının kanıtıdır.

 

Yorumlar1

  • tosun 7 yıl önce Şikayet Et
    ey abd ey batı et elıne bıcak elıne bu iş böyle gitmez. sap doner keser döner bır gün hesap doner
    Cevapla
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat