Yazıyı değiştirmek ve sözlükleri bozmak

  • GİRİŞ29.11.2019 09:10
  • GÜNCELLEME02.12.2019 10:28

Birinci Dünya Savaşı sonunda, 1918’de Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesinden çekilmesinden sonra, milletimize galip Avrupa devletleri tarafından Batı medeniyetine girmemiz dayatıldı. İslam medeniyetini kendi elimizle yıktık, Batılılaştık; hala modern Batı medeniyetine dahil olmaya çalışıyoruz. İslam medeniyetinden kopup uzaklaştık, Batı medeniyetine giremedik ve iki medeniyet arasında kalmış, sıkışan, bizi dramatik bir toplum haline getiren bozuk bir sosyal sistemde çile çekiyoruz.

 

 

Dolayısıyla şairlerin içinde doğup büyüdüğü edebiyat çevrelerinin  verimleri, okullardaki resmi müfredatta “Batı etkisinde edebiyat” olarak adlandırılan, taklide dayalı, zayıf bir ortam olsa da; Batıcılıkla yok olma tehlikesinin hemen dibinde baş gösteren kurtarıcı güç, milletimizin diriliş iradesi, zamanla gelişip sahih bir çizgiye dönüşmektedir.   

Yazarlığın temel meselesi, insanın kendini ifade etmesi ama yazar kendi düşüncelerini paylaşırken, kendilerini ifade edemeyenlerin inanç, duygu ve düşüncelerini de anlatmaktadır. Asıl sorun, yazarın kimlerin duygu ve düşüncelerini aktardığıdır.

 

 

Başımı kaldırıp edebiyat, özellikle şiir üzerinden geriye doğru yakın tarihe bakınca, üç dönem görüyorum.

1908’den başlayıp 1938’e kadar süren ilk dönem, Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı, Milli Mücadele, Kemalist devrimler; kısaca altüst oluşlar, ölüm kalım dönemi, Mehmet Akif Ersoy’un şiirine yansıyan bir dönemdi.

Bu ilk dönemde şiir bağlamında yazının değişimi ve kelimelerin tanımlarını değiştirerek sözlükleri bozma, eli vicdana koyup sorulacak olursa, kütüphaneleri yakma, yazarları zindana kapatma ve asmadan beter değil midir? Genelde estetik ve edebiyatta, özelde poetikada gelenekten kopuş, parçalanma, bozulma ve saçılma ile sonuçlanmıştır.

1939’dan 1989’a kadar süren ikinci dönemde ise, İkinci Dünya Savaşı, çift kutuplu dünya, iki partili demokrasiye geçiş ve darbeler dönemidir ki sözkonusu yarım asır Yahya Kemal Bayatlı, Necip Fazıl Kısakürek ve Sezai Karakoç’un şiirine yansıyan bir dönemdi..

Tanzimat’tan beri süregelen Batı’nın müdahalelerinin bir süreği olarak 1945 Beyaz Devrimi ( DP’nin kuruluş ve iktidarı), 27 Mayıs 1960 Darbesi, 12 Mart 1972 Muhtırası, 12 Eylül 1980 Darbesi kesintisiz süreçlerinde Batılılaşmanın köklü olduğu ve özgürlük falan gelmediği ortaya çıktı. Büyük Doğu ve Diriliş dergileri, medeniyet perspektifinden sanatın ve siyasalın özgürlüğünü, ülkenin bağımsızlığını, İslam milletinin birliğini ve bağımsızlığını savundu.  12 Eylül darbesinde bütün kitap toplatmalarına, yazarların hapse atılmalarına karşı kültürel bir başkaldırı örgütlemeye çalıştık. Çıkardığımız dergiler, bazı konularda özel sayılar yaptı.

1970’ten itibaren Yahya Kemal Bayatlı, Necip Fazıl Kısakürek ve Sezai Karakoç’u kaynak alıp edebiyata getirdikleri özü algılayarak kendi medeniyetimizi kurmamız ve yazmamız gerektiğini düşünen sahih bir poetik damar oluşmaya başladı. Dolayısıyla bu şiir damarının siyasi algısı da edebiyat üzerinden doğup beslendi.

1980 kuşağı da bireyci değil insanın özgürlüğüne, Hak ve hakkaniyet duygusuna, İslam birliğine dayalı bir şiir anlayışı vardı. Biz yeni bir atılımla iki şeyi birden yaptık: Hem İttihat Terakki çizgisindeki Batıcı siyasal iktidarlara hem de edebiyatta o dönem mevcut olan iktidara karşı çıktık.

Bütün kitap toplatmalarına, yazarların hapse atılmalarına karşı dergiler çıkararak kültürel bir başkaldırı örgütledik. Bu konularda özel sayılar yaptık. Gerçekliğin daha yüzeyselleşmiş olduğu bir dönemde edebiyatın ve siyasal alanın özgürleşmesi için mücadele ettik. Bu mücadele içerisinde, Diriliş diye sözünü ettiğiniz değişim yaşandı daha çok. Her arkadaşımız bu süreci farklı noktalardan daha ileri taşıdı.

1990 sonrası küreselleşme ya da tek kutuplu dünya olarak ama sonra çok kutuplu olduğu anlaşılan üçüncü dönem ise günümüz şiirine yansımaktadır. Önce 28 şubat 1998 baskısı, ardından 2002 AK Parti iktidarı ile bir açılım ve kültürel rahatlama, patlama oldu.

Mehmet Akif Ersoy, Yahya Kemal Bayatlı, Necip Fazıl Kısakürek ve Sezai Karakoç’un kitapları üst üste yayımlandı, çok satan kitaplar arasına karıştı. Üstatların eserlerini okumak ve tartışmak belli oranda serbest oldu.

Temel eserlerin ortaya çıkmasında bir özgürlük dönemi yaşandı fakat bu özgürlük çok uzun sürmedi. Çünkü temel meselelerle ilgilenen kimse yoktu ve kadrolaşıp kurtuluş programı yapılamıyordu..

Biz o arada bu kültürel patlamanın hazırlayıcısı olan, ülkenin AK Parti açılımıyla geçirdiği sosyal ve kültürel değişimleri gördük. Yazar, akademisyen, gazeteci, yapımcı ve yönetmen olarak Anadolu şehir ve köyleri dolaştık, insanımızı gördük. Cehalet, yoksulluk, sefalet gördük; kendi gerçekliğimizi tanıdık. Fakat eserlere yansımadı bütün bu tanıklıklar..

İnsan özgürlüğü için başladığımız çalışmalar, toplum ve yaşam için medeniyet inşası mücadelesi boyutunda gelişmemekteydi. Bu üçüncü kırılma önceki iki kırılmadan daha derin ve daha büyüktü..

Yorumlar1

  • Alihan Demir 4 yıl önce Şikayet Et
    Edebiyat tarihini yeniden yazmayı gerektiren bir perspektif sunuluyor.. Bu analiz çerçevesi, özgün, doğru ve yerli.. Teşekkürler üstat.
    Cevapla
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat