Düşmanlık biçimleri: İşgal, savaş ve yaptırımlar..

  • GİRİŞ23.12.2019 08:12
  • GÜNCELLEME25.12.2019 08:47

ABD’nin 2020 Savunma Bütçe Yasası, Türkiye’yi hedef alan yaptırımlar çerçevesinde dünya ve ülke gündeminde tartışmalara konu olmaktadır. Bu vesileyle Türkiye ABD ilişkilerine dair birkaç hususu vurgulamak istiyorum.

 

 

Yakın tarihte, özellikle 2013'ten bu yana yaşananlara bakılırsa, ABD Türkiye ile gittikçe artan yoğunlukta bir savaş yürütüyor.

Aslında ABD'nin 1950’den beri Türkiye'de yapmak istediği şey, yönetimi bir şekilde ele geçirip belirlediği vaziyet ve istikamette tutarak Türkiye'yi yarı sömürge konumda tutmak. Bu gerçek, tüm siyasi çevreler tarafından biliniyor.

 

 

Bu aşamada yaptırımların direkt olarak Türkiye'yi karşısına alması şaşkınlık yaratmadı hiçbir çevrede.

Çünkü biliniyor ki önceki FETÖ'den, PKK-DEAŞ saldırılarından, 17-25 Aralık darbe girişiminden, 15 Temmuz darbe girişiminden nitelik olarak farklı değil son yaptırımlar da. Daha önceki bütün bu olaylar da Türkiye'yi ele geçirme hamleleriydi.

Son yaptırımlar da Türkiye'yi cezalandırma hamleleri. Amerika, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı ve AK Parti iktidarını yıpratıp işbirlikçileri yönetime geçirmek istiyor.  Bu sebeple iktidar değişikliği olmadıkça bu olayların gittikçe yüksek yoğunluğa ulaşacağını düşünüyorum.  

Amerikan yaptırımlarının neyi amaçladığını ve Türkiye tarafından nasıl anlaşılması gerektiğini iyi kavramak için ABD Hazine Bakanı Steven Mnuchin, Katar'ın başkenti Doha'da katıldığı "19. Doha Forumu"nda, açıklamalarda bulunduğu CNBC televizyon kanalında, ABD'nin İran ve Kuzey Kore gibi ülkelere uyguladığı yaptırımların "savaşın bir alternatifi" olduğu şeklindeki ifadelerine dikkat etmek gerekiyor. Bu ifade, “yaptırımları uygulamasaydık askeri güç kullanma yoluna gidecektik” anlamına geliyor.

Amerikan Hazine Bakanı sözkonusu ifadeyi Türkiye’yi kastederek değil, genel olarak kullanıyor elbette; ne var ki Türkiye de Amerikan yaptırımlarına doğrudan maruz kalıyor, o zaman aynı ifadeleri, Türkiye açısından da anlamlandırmak gerekiyor.

ABD'nin bazı ülkelere yönelik yaptırımlarını değerlendiren Steven Mnuchin, "Yaptırımları kullanmamızın nedeni askeri çatışmalara önemli bir alternatif olması ve işe yaradığına da inanıyorum. Kuzey Kore olsun, İran olsun ya da diğer yerler, sorumluluğu ciddiye alıyoruz." diye konuşmuş. Mnuchin, forumda yaptığı konuşmada da ABD'nin, İran gerekli koşulları yerine getirdiğinde tüm yaptırımları kaldıracağını söylemiş ancak gerekli koşulların ne olduğuna dair ayrıntıya girmemiş.

Askeri güç, düşman devletlere karşı kullanılacağına göre, Amerikan yönetimi, “askeri güce alternatif olarak” uyguladığı yaptırımların hedefi olan ülkeleri “düşman devletler” olarak görüyor sonucu çıkıyor bu yaklaşımdan. Yaptırımlarla, tıpkı askeri güç kullanımında olduğu gibi, hedef alınan ülkeye zarar verilmesi söz konusu..

ABD’de Türkiye’yi hedef alan yaptırımların arkasındaki aktörler, Türkiye’yi düşman olarak görüyorlar. Burada sadece zarar vermenin yöntem ve araçlarında farklılık var. Bu açıdan bakıldığında, bir ülkeye, yaptırımlar yoluyla askeri güç kullanımına göre daha fazla zarar da verebilirsiniz. 2018 yılında Amerikan yaptırımlarının Türk ekonomisine verdiği zararı lütfen hatırlayalım bir.

Bu noktada, “birincil” müdahale biçimi olarak işgal ve savaşların ya da “ikincil” müdahale biçimi olarak yaptırımların sonuçları da önemli kuşkusuz. Birincil yaptırımlarda siz doğrudan hedef ülke oluyorsunuz, ikincil yaptırımlar sıtmaya razı etmek için ölümü gösterme. Birincil yaptırımların, işgal ve savaşın hedefi olmak kuşkusuz daha düşmanca politikanın tezahürüdür. Aslında hedef olan ülkeye verdiği zarara göre her ikisi de “düşmanca” tavrın göstergesi..  

Yaptırımların yüksek ya da düşük yoğunluklu olması artık önemli değil. Yüksek yoğunluklu ve açık bir şekilde ABD Türkiye çatışması, Türkiye'yi Batı kampından koparıp bağımsızlaştırır ama uzaklaştırmaz; sözkonusu çatışma,  İslam milletini Asya ve Afrika’da derleyip toparlayacak İslam birliği gibi üstün bir strateji kullanılırsa, Türkiye’yi dünyada ve Avrupa’da daha etkin hale getirir.

Türkiye dış politikası, hilafeti Mısırdan Türkiye’ye getiren Yavuz Sultan Selim’den beri, Batı (ABD ve Avrupa ülkeleri), Doğu (Rusya, Çin, Hindistan, Orta Asya ve Kafkasya) ve Güney (Arabistan Yarımadası ve Afrika) olmak üzere üçlü saç ayağına oturmaktadır. Bizans da güçlü olduğu dönemlerde sözkonusu üç bölgeye yayılıp dış politikasını da sözkonusu üçlü saç ayağına oturmaktaydı.

Dolayısıyla Türkiye dış politikası, bu doğu, batı ve güney yönlerinin, yani üç yönün herhangi birinden çekilmek değil, üçünde de baskın olma ekseninde kurgulanmalıdır.

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat