Üç Tevhit Sembolü: Bediüzzaman, Necip Fazıl ve Karakoç..

  • GİRİŞ19.05.2012 09:41
  • GÜNCELLEME19.05.2012 15:18

Yirminci yüzyıla girerken, İstanbul’daki ortam, adeta Osmanlı’nın yıkılıp yok olacağının habercisiydi: Siyasi çekişmeler, entrikalar, ikbal kavgaları.. Son dönem imparatorluğu, başını kaldıramıyordu. ‘Ne olacak devletin hali?’ sorusuna cevap bulmaya çalıştı herkes.. Ülkenin geleceğini yapılandırmaya dair siyasi tartışmalarda kendini gösterme yarışı yapılıyordu adeta.
Derken patlak veren savaşlar: Balkan Savaşları, Trablusgarp savaşı ve Birinci Dünya Savaşı.. O cepheden bu cepheye koşturan ordu; yenilgiler, toprak kayıpları..  Milli Mücadele’yle yaşama hakkımızı teyit edecektik millet olarak.. Cumhuriyetin ilk yıllarında ve ilk meclis açıldığında, Atatürk ve arkadaşlarıyla, hocalar yan yanaydı.

İLK TEVHİT SEMBOLÜ: BEDİÜZZAMAN

Said Nursî, gençliğinden beri dikkat çeken, aktivist bir yapıya sahipti; dönemin mücahit alimi olarak öne çıkacaktı. Kimseye soru sormaz, ama her soruya cevap verirdi. Osmanlı coğrafyasının ve İslâm dünyasının tanınmış alimleri, Bedüzzaman’la yaptıkları tartışmalarda, üstünlüğünü kabul etmek zorunda kaldılar ve onun gerçekten de “Bediüzzaman” (zamanın harikası) olduğunu itiraf ettiler.
Bir dönem Sultan Abdülhamit'in karşısında İttihatçılarla birlikte hareket eden, hürriyetin ilanı üzerine Selânik'te konuşma yapan Said Nursî, daha sonra İttihatçılarla ters düşmüş, idama mahkûm edilmişti. Beyazıt Meydanı'nda, idam sehpalarının gölgesinde yapılan mahkemede, "Sen Şeriatçıymışsın!" diyen yargıca, "Evet, Şeriatçıyım!" demiş, "Şeriat uğruna bin tane başım olsa feda ederim!" diye konuşmuştu.  
Said Nursî, Cumhuriyeti savunuyordu; bu yüzden cumhuriyeti kuranlarla da birlikteydi.. TBMM'nin ilk kuruluşunda, Meclis’te açılış duası yaptı. Ancak, daha sonra Cumhuriyeti kuranlarla da yolları ayrıldı. Atatürk'ün yüzüne karşı eleştiriler yaptı. Bu yüzden, Şeyh Said isyanına karıştığı gerekçesiyle ülkenin dört bir yanında sürgün hayatı yaşadı.

Barla'ya sürüldüğünde, yeni bir yol ayrımına geldiğini fark etti: Hayat anlayışını, sosyal/siyasal felsefesini değiştirecekti artık. Siyasetle bir yere gelemeyeceğini, insan yetiştirmek, iman kurtarmak, cemaat oluşturmak gerektiğini düşünerek önemli eserlerini yazmaya başlayacaktı.

Hükümet tarafından oradan oraya sürülen yaşlı adam ve hala “"Şeriat uğruna bin tane başım olsa feda ederim!" dediği için sakıncalı duruma düşmüş bir İslam alimi olarak, çağın Hüseyni olmayı seçmiş Said Nursi, Barla'daki çam dağına çıkıp dağın yüksek yerindeki bir ağacın tepesinde büyük bir dala oturarak, yıldızlara, kâinata uzanmış gibi eserler ortaya çıkaracaktı.. Şehir şehir, hapishane hapishane dolaşarak Risale-i Nur Külliyatı’nı telif edecekti. 1960’ta vefat ettiğinde, Cumhuriyet döneminin Tevhit sembolü haline gelmişti. 1839’da Tanzimat’la şahlanan, Meşrutiyet ve Cumhuriyet’le resmi ideoloji haline gelen Batıcılık karşısında 1950’ye kadar Tevhit bayrağını taşıdı..

İKİNCİ TEVHİT SEMBOLÜ: NECİP FAZIL

Necip Fazıl Kısakürek, ruh halini 'yakıcı bir hayal kuvveti, marazi bir hassasiyet, dehşetli bir korku' olarak tanımlar. Allahü Teala, ona bahşettiği bu fıtratla, milletimize mücahit bir mütefekkir, velut bir büyük şair bağışlamıştı..

1934'de bir akşam, Bogaziçi’ndeki evine dönüyordu.. Bulunduğu Şirket-i Hayriye vapurunda, Hızır (a.s) tavırlı bir adam, tam karşısına oturmuş ve gözlerini ondan hiç ayırmıyordu.. Vapur iskeleye yanaşıp yolcular ayaklanınca, o meçhul ve esrarlı şahıs, Necip Fazıl’a kâinat çapında bir vaatle Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri'nin adresini verdi. Sonra Necip Fazıl o eteğe bir yapıştı; pir yapıştı. O ilim ve irfan kaynağına bağlandıktan sonra verdiği ilk eser, “Tohum” yayınlandığında, takvimler 1935 yılını gösteriyordu. Büyük ruh çilesinin sahnelik destanı “Bir Adam Yaratmak” geldi ardından. “Çile” ise 1939 yılı kalem ürünlerindendi..

Kovulmalar, sürülmeler, kırılmalar, dağılmalar… Asıl çile şimdilerde doluyordu. Başına çok işler açan 'Başımızda kulak istiyoruz' nükteli sözünün iradı, 'Sır' isimli piyesinden dolayi 'Milleti kanli ihtilale teşvik' suçlamasıyle mahkemeye çıkarılması 'Abdülhamîd'in Ruhaniyetinden Istimdat'ından sonra başına gelenler, Borazan mizahı çıkarması tarihi, 1946-47…

Yirminci yüzyılın ikinci yarısına girerken Tevhit bayrağının ikinci sancaktarı tarih sahnesine çıkıyordu. Otel odasına taşınacak kadar bütün mal varlığını davalardan yakasını kurtarmak için harcadı ve nihayet 28 Haziran 1949’da “Büyük Dogu Cemiyeti”ni kurdu, ama davaların ardı arkası kesilmedi. 1952’de 'Müdafalarım' çıktı. 27 Mayis 1960 darbesi, milletinin bahtıyla birlikte Büyük Dogu'nun da kapatılma tarihi oldu aynı zamanda. Birkaç ay sonra zindana kapatılacaktı.. 1964'te Büyük Dogu'nun 11'inci devresini açtı. Adnan Menderesin hatırası için kaleme aldığı ve derginin 1'inci sayısında yayınladığı 'Zeybeğin Ölümü' şiirinden dolayı takibata uğradı. 1965'te 'Din esasina bağlı cemiyet kurmak' iddiasiyle yargılandı. 'Hükümetin Manevi Sahsiyetini Tahkir' suçlaması ile yine gündemdeydi. 1967’de Büyük Dogu dergisinde dönemin Başbakanı'nın kayıtlı olduğu Mason kütüğünün fotokopisini ilk defa olarak yayınladı. Bir de üstüne ‘Süleymanname’ şiirini yayınlamıştı.. 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbelerine karşı direndi, milletimizin ve medeniyetimizin sözcüsü oldu..
Necip Fazıl’ın tarih bilincini gelişkirmek için kaleme aldığı, rasmi tarih anlayışını çürüten “Vahidüddin” isimli kitabı, inanılmaz gerekçelerle 1,5 yılının daha nemli zindan duvarları arasında geçirmesine neden oldu.   
Suçlandı, sorgulandı, yargılandı.. 1983’te yine, 12 Eylül askeri darbesinden sonra, geride bıraktığı 64 adet büyük eseri amel defterini açık tutmaktadır.. O hala İslam’ın gür sedasıdır..

ÜÇ TEVHİT SEMBOLÜ

Milletimiz, tarihinin en karanlık dönemi olan yirminci yüzyılı üç kalemin kılavuzluğuyla geçirdi: Bediüzzaman, Necip Fazıl ve Sezai Karakoç..
İngiltere ve Fransa’nın hücumlarına (pozitivizim, materyalizm) Bediüzzaman, çift kutuplu dünyada ABD ve SCCB’nin kültürel saldırılarına (kapitalizm ve sosyalizim)  Necip Fazıl  karşılık verdi.. Sezai Karakoç da 1980 sonrasında, özellikle tek kutuplu hale gelen dünyamızda, küresel kötülük kapitalizme karşı milletimizi ve medeniyetimizi savunan kalem oldu..
Bu üç tevhit sembolü yazarımız, milletimizin yüzyıllık modernizm yolculuğunun salimen geçmesi için çırpındılar.. İslam’ı ve medeniyetimizi savundular..
Onlara çok şey borçluyuz..

Mustafa Yürekli / Haber 7
mustafayurekli@gmail.com

Yorumlar12

  • necmettin 11 yıl önce Şikayet Et
    turgut1 ben demiyorum kuran cibril ve mikal allahtir dikyor. ama birazcik akil yurutmek gerekir.ben sana sadece bir ayetten yola cikarak bir seyler anlatmaya calisayim.rum28..size kendi nefislerinizden bir örnek verdi: size rızık olarak verdiklerimizde, ellerinizin sahip olduklarından (kölelerinizden), sizinle eşit derecede, birbirinizden çekindiğiniz gibi kendilerinden çekindiğiniz ortaklarınız var mı? akıl eden bir topluluk için ayetlerimizi işte böyle etraflıca açıklıyoruz..........simdi arapca bilen birisi bilirki bu ayette allah 2 kisiden olusan bir gruba hitap ediyor ve ayettede bu iki kisinin ortak oldugu anlasiliyor.cunku birbirinizden cekindiginiz gibi deniyor.bu ayette allah biz 2 kisiyiz ve birbirimizden cekiniriz ama yarattigimiz kullardan cekinmeyiz diyor....peki kim bu 2 kisi tabiyki cibril ve mikal.ayrica meleiala olarakta gecer.
    Cevapla
  • turgut1 11 yıl önce Şikayet Et
    sayın necmettin. inancınız nedir bilemem lakin bizim inancımız da cibril ve mikail,allahın melek kullarındandır ve yetki ve görevleri farklıdır.eğer inancın islam ise kuranda cibril ve mikail allahdır dediğinden dolayı allah' a koştuğun şirkten ve kurana attığın iftiradan dolayı tevbe et istiğfar et...allah,tevvabur rahimdir,ğafurur rahimdir...
    Cevapla
  • turgut1 11 yıl önce Şikayet Et
    üç muvahhid. öylesine atılmış bir başlık olarak demiyorum..tevhid ehli oldukları için söylüyorum..her müminin karanlık ve çirkefli bir dönemi vardır..tevhid kılıcı o cahiliyelerini keser,pürüzlerini giderir..hz.ömer,müslüman kız kardeşini dövendir..kendince peygambere kılıç kaldırıp haddini bidirmeye çalışandır..musaya karşı firavunun bir araya getirdiği büyücüler,musaya iman ettiler..bir çokları küffar kılıcını taşımış olabilir..halid bin velid gibi peygamber ordusunu dağıtmış kumandan olabilirler..sonuç islamı gönül vermiş erler çıkar piyasaya...peygamber çevresinde yer alan bir takım kişiler de münafıkun olarak yayılır arz sahnesine..bu üç kişinin geçmiş hayatları onların ayıbı değildir..onların tevhide ulaşıncaya kadar ki serüvenleridir..allahın rahmet bereketi onların üzerine olsun.
    Cevapla Toplam 2 beğeni
  • sukru tufek 11 yıl önce Şikayet Et
    bunlarin neresi 3 tevhid. bediuzzaman denilen zat, yazarin da dedigi gibi, ilk baslarda kufur sistemi olan tagut cumhuriyeti desteklemis, masonlarin olusturdugu din dusmani irkci ittihatcilarla beraber hareket etmis ve islami devlet sistemi olan halifeligin yikilmasi icin propoganda yapmis biridir. sonrasinda necip fazil o zamanin konjoktorune gore sivri diliyle on plana cikmis bir isimdir. muslumanliga bidat ve sirk yuvasi naksibendi tarikatindan girerek asrin hatasini yapmis biridir. sezai karakoc ise bildigimiz kafatascidir. bu uc isim de donemlerinin sisirilmis balonlaridir. soyleyin bakalim hangisi ummetin kanayan yarasina melhem olmus, hangisi muslumanin yegane vazifesi cihati uygulamistir?
    Cevapla Toplam 2 beğeni
  • Hasan Mol 11 yıl önce Şikayet Et
    necmettin'e. ne söylediğinin farkında mısın.keşke kur-an'ı daha iyi anlasalardı derken.... anlayamadıklarını mı düşündün.kaçar tane eserlerini okudun da bu kanaate vardın acaba..
    Cevapla Toplam 1 beğeni
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat