Saf ipek gibi

  • GİRİŞ26.05.2012 09:19
  • GÜNCELLEME26.05.2012 09:24

Platon, yirmi yaşları civarında Sokrates’le tanışınca, hayatının akışı kökten değişir. Bu tanışmayla birlikte hazırlık aşamalarını tanımladığı tragedyalarını Sokrates’in etkisiyle yakar.. Dialoglarının birinde insan, erkek, Yunanlı ve Sokrates’in çağdaşı olarak Atina yurttaşı olmaktan dolayı tanrılara şükrettiğini yazar.. Özellikle de Sokrates’in çağdaşı olarak Atina’da yaşamış olmak üzerinde durur.

1982 yılı yazında, A.Ü.İslami İlimler Fakültesi’nden sınıf arkadaşım Şeyh Ali Selvi’yle oto stop yaparak İstanbul’a geldim ve yine otostopla Erzurum’a döndüm; bu İstanbul ziyaretindeki amacım, Sezai Karakoç’u ziyaretti. Yine üniversiteden arkadaşım Ali Gümüş’le Fatih’te buluştuk, o gece ona misafir oldum ve ertesi gün de üstadı birlikte ziyaret ettik: Sezai Karakoç’la 1982 Temmuz’unda müşerref oldum. Cağaloğlu’nda, Üretmen Han’daki Diriliş Yayınları’ında kabul buyurdular. Huzura alındığımızda, nefesim kesilecekti. Yüzüne baktım,yüreğim  titredi; üstatla müşerref olmaktan, huzurunda bulunmaktan dolayı Hamd u Sena’dan, şükürden sonra, Salavat-ı Şerif’e getirdim..

Beş yıl sonra, evlendiğim yıl, 1987’nin Ekim ayında, Adana’dan İstanbul’a taşındım. Cumhuriyet döneminde, son çeyrek yüzyılı, Sezai Karakoç’un çağdaşı olarak, son hilafet merkezi İstanbul’da yaşamaktan dolayı Allah’a şükrediyorum..

Edebiyatımızda İslami çizgiyi oluşturan, Mehmet Akif ile Eşref Edip’in çıkardığı Sırat-ı Mustakim ve Sebilü’r Reşat dergilerinin devamı olan, Necip Fazıl Kısakürek’in çıkardığı Büyük Doğu’nun, Sezai Karakoç’un çıkardığı Diriliş, Nuri Pakdil’in çıkardığı Edebiyat’ın, dün Mavera ve Yönelişler dergilerinin, bugün Yedi İklim ve Hece dergilerinin çevresinde toplanan şair ve yazarlar arasına katılmaktı hayattaki tek amacım..

Sezai Karakoç’la tanışmamızı, dönüşte Ankara’da Cahit Zarifoğlu’na anlattım; çok heyecanlıydım, hayranlığımı da saklamadım. Cahit Zarifoğlu’na, Necip Fazıl’a sevgisini, ‘bir depo dolusu para olacak, üstada vereceksin ve harcayışını seyredeceksin..’ sözüyle anılarında dile getirişinden ki Yaşamak yeni yayınlanmıştı, Sezai Karakoç’a sevgisi konusunda da, hayranlığını ve minnetini ifade eden dizelerinden bahsettim. Farkında olmamdan dolayı çok mutlu oldu, iki üstadımız hakkında da güzel sözler söyledi.. Üstadı sevmeyi, niye yalan söyleyeyim, Cahit Zarifoğlu’ndan öğrendim ben.

Şiirin doruğu, Sezai Karakoç’tu! Tanıdığım tüm şairler, Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt, Akif İnan, Ebubekir Eroğlu, Turan Koç, Arif Ay.. Hepsi şiirin sıradağlarıydı ama doruk Karakoç’tu.

Necip Fazıl, Sezai Karakoç’u ve Nuri Pakdil’i 1950’lerde keşfetmişti. Sezai Karakoç da Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt, Rasim Özdenören, Akif İnan’ı bulup Necip Fazıl’a götürmüştü. Necip Fazıl, Akif İnan’ı severdi, onu özel kalemi, konsolosu gibi görürdü. Ama Cahit Zarifoğlu’nu çok severdi, şiirinin özgünlüğün farkındaydı. Necip Fazıl, Sezai Karakoç’un çevresine toplanan genç yetenekleri kastederek ‘Bizden sonraki nesilden bir siz varsınız’ demişti Cahit Zarifoğlu’na. (Yaşamak, s.172.)  Ayrıca Necip Fazıl, Zarifoğlu’nu bizzat evlendirdi; mürşidinin ailesine damat etti onu. Necip Fazıl Cahit Zarifoğlu’na kızı istemek için uçakla ta Van’a kadar gitti: Şiir gibi bir düğün yaptı eliyle. “Şair evlenmesi” denilince, benim aklıma hep Cahit Zarifoğlu’nun düğünü gelir, bir edebiyat olayıdır.

BİR ÜSTADI ANLAMAK

Üstadı sevmenin ne olduğunu tam olarak, Sezai Karakoç’un 25 Mayıs 1983’te Necip Fazıl’ın vefatı üzerine kaleme aldığı ‘Som Mermer Gibi’ yazısını okuduktan sonra anladım. İnsan, şüphesiz eserindedir. Fakat, eserdeki “ben” brüt bir “ben”dir. Saf “ben”i bulup çıkaracak çok az okuyucu vardır. diye başlıyordu yazı.. Üstadını anlayan bir avuç talihli arasında olmak, ne büyük bahtiyarlıktı..

Andre Gide’in Oscar Wilde’i bize anlatırken dehasını eserine koyduğundan çok hayatına koyduğunu ifade edişine değinilir sözkonusu yazının başında.. Şairle, yazarla eseri arasındaki ilişki konusunda Gide’in sözünden hareketle, “Eserini dışında alelade olan ya da en azından alelade gözüken yazarlar ve şairler vardır. Eserinde da hayatında da aynı fevkaladeliği gösterenler olduğu gibi. Kimi eserinin altında gözükür. Kimi eserinin üstünde. Kimi eserini aşar, kimisini de eseri.” tespiti yapılır.

Bu zihni hazırlıktan sonra Sezai Karakoç’un “Üstad Necip Fazıl; eseri, sözleri, davranışları ve jestiyle bir bütün olarak düşünülmesi gerekli bir şahsiyetti. Bölünmez parçalanmaz bir bütün Necip Fazıl’ın şairliğini düşünürlüğünden, düşünürlüğünü gazeteciliğinden, gazeteciliğini yaşantısından ayırıp düşünemezdiniz. Bunların arasına bir mesafe koyamazdınız. Süreklice yaşıyordu, şiiri, düşünceyi din ve ahlâk, geçmiş ve gelecek düşüncesini.” cümleleri bir sütun gibi yükseliyor yüreğimizin ortasında..

Necip Fazıl’ı “Necip Fazıl demek, öyle bir kumaş demek idi ki, onda bütün bu saydıklarımdan iplikler birbiriyle içice dokunmuşlar. En soyut bir düşünceden en somut bir eyleme geçiş mümkündü onun diyalektiğinde. Çünkü tümünü tek bir sentez halinde yaşıyordu. Işık gibi. Som mermer gibi.” tespitleriyle, rahmetli üstadın mükemmellik arayışını kemaliyle kavradığını gösteriyordu. Üstad Necip Fazıl’ın şahsiyetinin, değişik perspektiflerden görünüşünü ve tezahürlerini “Bir yaşantı ki, bir anda duyarlılık ağır bastığı için şiir oluyor bir an duruluyor, zekâ patlamalarıyla düşünce alanı gibi açılıyor, bir noktada da eylem, davranış ya da jest olarak gözüküyor.”  cümleleriyle dile getiriyordu.. Üstadın bu özelliğinin, ‘toplumumuzda, zamanında ve yeterince anlaşılmamasında’ büyük rol oynadığı da dile getiriliyor sözkonusu yazıda. Necip Fazıl, hayattayken de, vefatından sonra da anlaşılamadı; toplumun her kesimden etkinliği olan kişiler, ‘onu izlemekte, değerlendirmekte ve teşhiste güçlük çekiyorlardı.   

Çekilen anlama güçlüğüün nedeni belliydi oysa: “Onlar istiyordu ki o, kafalarındaki tanıma uygun olarak istedikleri kimse olsun. Oysa, o, bu ölçüleri ve çerçeveleri tanımıyor, mutlaka onları parçalıyor ve dışına taşıyordu. Şair olmasını istedikleri yerde düşünür olarak karşılarına çıkıyordu. Düşünür olarak kalmasını istedikleri yerde bir toplum düzelticisi gibi gözüküyordu. Oysa o, hep aynı kişiydi; yani adıyla sanıyla Necip Fazıl.”

SAF İPEK GİBİ

‘Som Mermer Gibi’ yazısı, Necip Fazıl’ı değerlendirirken aldığım bir uyarı, bir destek oldu hep.. Aynı zamanda bu metin, bir üstadı anlama konusunda, örnek bir çabaydı..

Üstad Sezai Karakoç demek, ‘öyle bir kumaş demek idi ki’ onda bütün bu şairlik, düşünürlük, yazarlık, yayıncılık, devlet adamlığı, dava adamlığı, siyaset ve liderlik gibi özelliklerinden ‘iplikler birbiriyle içice dokunmuşlar.’

‘En soyut bir düşünceden en somut bir eyleme geçiş mümkündü onun diyalektiğinde.’

‘Çünkü tümünü tek bir sentez halinde yaşıyordu. Işık gibi.’ Saf bir ipek gibi..

Bugün de toplumun etkili kişileri istiyorlar ki Sezai Karakoç kafalarındaki tanıma uygun olarak istedikleri kimse olsun. Oysa, Sezai Karakoç bu şablonları, bu ölçüleri ve çerçeveleri tanımıyor.. Mutlaka onları parçalıyor ve dışına taşıyor. Şair olmasını istedikleri yerde düşünür olarak karşılarına çıkıyor. Düşünür olarak kalmasını istedikleri yerde bir toplum düzelticisi olarak, bir siyasi partinin, Yüce Diriliş Partisi’nin Genel Başkanı olarak gözüküyor. Oysa o, hep aynı kişi.. Adıyla sanıyla Sezai Karakoç..

Sezai Karakoç, üstadını iyi anlamış.. Yolunda yürüyor. Sezai Karakoç’a ‘Üstad!’ diyenler onu ne kadar anladılar acaba? Yolunda yürüyebilecekler mi? Onun gibi saf ipek olabilecekler mi?

Mustafa Yürekli / Haber 7
mustafayurekli@gmail.com

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat