Necip Fazıl ve Demirel’in 'dindarlık' maskesi...

  • GİRİŞ02.08.2012 09:20
  • GÜNCELLEME02.08.2012 09:20

Necip Fazıl’ın başlattığı Demirel’in dindarlık maskesi tartışmasına güncel yorumlar getiriyor.

Yolda yürüyorum.. Gözüme bir kağıt parçası ilişti. Baktım, basılı bir kağıt. Yerde öylece duruyor tertemiz. Nedense yüzüme gülüyor. Eğilip aldım, kağıdı. Bir küçük boy kitap sayfasıydı. Sayfanın altı üstü koparılmış, el ayası kadar bir kağıt.. Üzerindeki matbaa harflerine kanım kaynıyor nedensiz. Neyse.. Yazıyı okumamaya başladım. İlk kelimeden tanıdım yazarı. Emin olmak için cümleyi noktasına kadar okudum. Evet onun kitabından bir yaprak parçasıydı bu. Ne zaman bir yerde bir cümlesiyle karşılaşsam, daha ilk kelimede “İşte bu üstadın sözü.” derim, hemen  tanırım onu: Sevgili üstadım, Necip Fazıl Kısakürek.

Yerde bulduğum, bir kitabının sayfasından koparılmış bu parçayı öpüp alnıma sürdüm. Sonra da gömleğimin sol cebine, göğsümün üzerine koydum. Eve varınca da, bir kitabının arasına yerleştirdim. Ne zaman Necip Fazıl’ın bir kitabını elime alsam, o cümleleri hatırlayıp, sakladığım kağıdın hangi kitabından olduğunu bulmaya çalışırdım. Buldum, sonunda ve o kağıdı da arasına koydum.

Necip Fazıl Kısakürek, dünyadaki ve ülkedeki gelişmeleri dikkatle izleyen, milletimiz adına her olayı titizlikle irdeleyen ve cesurca değerlendiren mücahit bir kalemdi. Yazıları, hakikat adına kaleme alınmış, doğru, özgün, cesur ve çarpıcı olurdu.

Somut bir olay ya da bir durum üzerinden mesajını verir, zihinleri sarsardı. Zekası, birikimi, üslubu büyük bir inancın prizmasından geçerek parladı, her cümlesinde. Fikirleri, davası ve mücadelesi, kitaplarında yalım yalım parladığı gibi, cümlelerine, hatta kelimelerine de yansırdı.

STATÜKOCU POLİTİKACILAR VE ÇELİŞKİLERİ

Necip Fazıl, şair olduğundan, tam bir söz sarrafıydı. Sözleri tartar, arka planda kalan anlamları, büyük bir beceriyle ortaya çıkarırdı. Nice ayeti, nice hadisi ve nice evliya sözünü onun yorumuyla kavradık.. Nice tarihi olayın yüreğine, onun yazılarıyla inebildik.

Hiç unutamadığım bir nüktesini paylaşmak istiyorum, yazının burasında. Eski Cumhurbaşkanlarımızdan Süleyman Demirel’in, 1960’yı yıllarda, başbakanken, Ramazanda söylediği bir sözünü, Necip Fazıl eline almış, Bir Zat ve Üç Sıfat” başlığı koyduğu değerlendirmesinde, söyleyeceğini ustaca söylemişti: Demirel, kendisine uygun düşmeyen - mesela Ramazanda kadeh tokuşturmak gibi- bir fiil üzerinde, gazeteciler tarafından sigaya çekilince..” diye başladı, anlatmaya ve Demirel’in hedef tahtasına koyacağı cevabını dikkatimize teslim etti: “Ben burada Başbakan sıfatıyle bulunuyorum!” Tam Necip Fazıl’ın değerlendireceği bir pozisyon, tam üstadın irdeleyeceği bir söz.

Necip Fazıl, Demirel’in “Ben burada Başbakan sıfatıyle bulunuyorum!” sözünü önce netleştirmişti: “Yani bu fiili, şahsen Demirel veya Adalet Partisi Genel Başkanı olarak değil, Başbakan sıfatiyle işliyorum ve öbür vasıflarımı ona karıştırmıyorum!” diye sözü bütün çıplaklığıyla ortaya serivermişti..

27 Mayıs darbesi sonrası.. Adnan Menderes idam edilmiş, ülkenin yarıdan fazlası acılıydı.. 60’lı yılların ikinci yarısında, Süleyman Demirel, Menderes’in bayrağını taşıyordu. Milletimizin büyük beklentileri vardı o zamanlarda..

Demirel, Ramazan’da kadehle yakalanarak gerçek yüzünün ortaya çıkmasından dolayı elbette rahatsızdı. Çünkü oy aldığı dindar çevrelerle ilişkisini bozacak bir gelişmeydi bu. Günlük hayatında İslami değerleri gözetmeyen, İslam düşüncesini paylaşmayan ve oy veren kitlelere seçim mitinglerinde Kur’an-ı Kerim gösterip, kameralar önünde öperek başına koyan, dindar olduğu izlenimi veren Demirel, Ramazan’da alkol alıyordu.

Haklı olarak gazeteciler, bu büyük çelişkinin üzerine gidiyordu. Demirel, Ramazan’da içki kadehi tokuşturmayı başbakan sıfatıyla meşrulaştırmaya çalışmıştı. Bu yaklaşımı, laikliğin arkasına sığınmaktan başka bir şey değildi. Devlet laikti, bu laik devletin başbakanı da Ramazan’da alkol kullanabilirdi. Aynı yaklaşımla, 12 Eylül sonrasında, Kenan Evren, Ramazan’da oruçlu Erzurum halkıyla miting yaparken bir bardak su içmiş, babasının hacı olduğunu söyleyip, laik devletin başkanı olduğunu da hatırlatmıştı.

Statükocu devlet adamları ve siyasetçiler, sık sık kullandıkları bir maskeydi, ‘dindarlık’...

DEMİREL’İN DİNDARLIK MASKESİ

Necip Fazıl, Demirel’in çelişkisini tespit ettikten sonra, buna ters bir durumu gündeme getirerek, konuya açılım getirmişti: Ramazan’da kadeh tokuşturdu. Arkasından da Eyüb Camiinde sabah namazını kılıyor.”

Necip Fazıl, “Hangi Demirel?” sorusunu, Süleyman Demirel, paraşütle Adalet Partisi’nin Genel Başkanlığı’na getirildiği günden beri soruyordu. Necip Fazıl, şimdi de Eyüp Sultan Camii’nde sabah namazı kılan Demirel’in kim olduğunu soruyordu haklı olarak: “Kılan kimdir? Şahsen Demirel mi? Adalet Partisi Genel Başkanı mı? Başbakan mı?”

Buraya kadar anlattıklarımız, Demirel’in gerçek yüzüyle maskesinin ayırdına varılması bakımından önemli elbette. Fakat Necip Fazıl’ın asıl meselesi başka: “Sorulsa, kabil mi ki ‘Namazı kılan Başbakandır!’ denilebilsin?”

Süleyman Demirel’in başbakan sıfatıyla Eyüp Sultan Camii’nde sabah namazı kılması imkansızdı.. Bunun altını çiziyor üstat. Demirel’i Adalet Partisi Genel Başkanlığı, Başbakanlık makamlarına getirenler, dindarlığın gerçekten kimliği olmasına izin vermezlerdi. Statükocu politikacı dindar olamazdı çünkü. O zaman Demirel hangi sıfatıyla Eyüp Sultan Camii’ndeydi?

Sade bir vatandaş olarak Eyüp Sultan Camii’nde olmasının bir anlamı yoktu.. Süleyman Demirel, Adalet Partisi Genel Başkanı olarak Eyüp Sultan Camii’nde bulunuyordu bu yüzden. Daha doğrusu seçmeninin desteğini korumak için maskesini kullanıyordu.

Dolayısıyla Necip Fazıl, “Sorulsa, kabil mi ki ‘Namazı kılan Başbakandır!’ denilebilsin?” sorusunu gündeme getirirken, iki şey yaptı: Birinci olarak Demirel’in dindarlık maskesini düşürdü.. İkincisi de milletimizin dindar bir başbakan özlemine, dindar bir kadro özlemine tercüman oldu.

Sorulsa, Demirel’in başbakanlık sıfatıyla Eyüp Sultan’da namaz kıldığını söylemek mümkün mü? Elbette mümkün değil. Ama yıllarca, ‘İsparta’nın gülü!’, ‘Anadolu çocuğu!’ ve ‘Sağ parti lideri!’ olarak Demirel, Eyüp Sultan’da namaz kıldı, meydanlarda Kur’an-ı Kerim öpüp başına koydu, konuşmalarında ayetler ve hadisler kullandı.

Nurcular, bir seçimde, birkaç kişilik bir liste vermişler,”Sizi destekliyoruz. Birkaç arkadaşımızı Meclis’te görmek istiyoruz..’ demişler. Demirel de kendisini kast ederek, ‘Adalet Partisi Genel Başkanı bir Nurcu. Daha ne istiyorsunuz?’ deyip susturmuş ve listeyi yanlarında çöpe atmış. Oysa Necip Fazıl, Demirel’in yüzündeki ‘dindarlık’ maskesini alıp yırtarak çöp sepetine atmaya çalışıyordu.

Milletimiz, Meclis’e dindar milletvekilleri göndermek istiyordu; inançlı, dürüst, ahlaklı, faziletli, becerikli ve başarılı insanların siyaset yapmasını ve başbakanın da dindar olmasını arzuluyordu. Milletimizin bu masum ve faziletli isteğini, Süleyman Demirel siyasete atıldığı 1964’ten itibaren Çankaya’ya çıkana kadar çok iyi kullandı. Günlük hayatında, Ramazan’da da alkol aldı mı, heva ve hevesine göre mi yaşadı, bilmiyoruz. Fakat birkaç numarayla seçmeni kandırmakta hiç zorlanmadığı bir gerçek.

MASKELERİ ÇÖPE ATTIK..

Necip Fazıl, Süleyman Demirel’in statükonun adamı olduğundan başbakan sıfatıyla Ramazan’da alkol almak zorunda olduğunu, Eyüp Sultan Camii’nde namaz kılsa bile bunu başbakan sıfatıyla değil, seçmenini kandırmak amacıyla Adalet Partisi Genel Başkanı sıfatıyla yapacağını açık bir şekilde ifade etmişti.

Milletimiz, sistemin partileriyle ve statükonun adamlarıyla onlarca yılını kaybetti. Seçim atmosferinde, medyanın estirdiği rüzgarla kolayca yönlendirildi bugüne kadar. Ramazanda hem alkol alan, hem de Eyup Sultan Camii’nde namaz kılan Demirel’le oyalandı durdu 28 Şubat’a kadar. Programı, kadrosu ve lideriyle ideal olan partiyi kurmak ve onu iktidara getirmek, milletimiz için hiç de kolay olmadı.

Necip Fazıl, milletimizin siyasi bilincini geliştirmek için ömrü boyunca çok çalıştı. Gerçekleri dile getirdi. Cezaevlerinde çile çekti, hakikate hizmet ettiği için, özgürlüklere hizmet ettiği için. Bir ramazan günü, Necip Fazıl’ı rahmetle anarak, mücadelesinin boşa gitmediğini, evlatları olan Müslüman aydınların, sanatçı ve yazarların yolunda yürüdüğünü ve artık milletimizin uyandığını, bundan böyle kandırmanın kolay olmayacağını ifade etmek isterim.

Necip Fazıl, statükocuların kullandığı ‘dindarlık’ maskesinin hayattayken yırtıldığını göremedi ama. Vefatından yirmi beş, otuz yıl sonra, onun davasına omuz verenler, maskeleri çöpe atmayı başardılar.

Mustafa Yürekli - Haber 7

mustafayurekli@gmail.com

Yorumlar4

  • mete bilge 11 yıl önce Şikayet Et
    kaldıki islam açısından dindarlık yoktur takva vardır. nice dindar tip vardır. ama her hareketi şirk doludur. ama aslolan takvadır. takvayı da allahtan başka kimse bilemez. ne necip fazıl ne ben ne siz kimse bilemez.
    Cevapla Toplam 6 beğeni
  • beyza 11 yıl önce Şikayet Et
    burak yilmaza. ozaman oturun siz yazin!
    Cevapla Toplam 2 beğeni
  • Burak YILMAZ 11 yıl önce Şikayet Et
    mecburi eleştri. zorlanarak ta olsa yazıyı baştan sona kadar okuyabildim. kendimi aynı cümleleri 80 defa okumuş gibi hissediyorum. necip fazıl kelimeleri ne kadar verimli kullanıyorsa sizde o kadar verimsiz kullanmışsınız.
    Cevapla Toplam 13 beğeni
  • Fikret Cal 11 yıl önce Şikayet Et
    içimizde yok mu hala?. demirel, 40-50 yıl öncesinin toplum /eğitim/ kültür /bilinç yapısına göre yutturulabilecek modelde bir yapı idi. o günün şartlarına göre ikna ediciliği vardı. peki bugün versiyonu yok mu, bu teknik artık kullanılmıyor mu? kamu oyu bilinci/zekası bu süreçte gelişti, beyaz pirincin içindeki beyaz taşı görebilir oldu. peki öyleyse toplum mühendisleri yeni demirellere nasıl bir kisve/ kişilik/ kalıp oluşturdu. biz aslında 40 yıl öncesi insanların kandırlıldığı (bugünün şarlarına uygun tekniklerle) pozisyonda olmadığımızdan emin miyiz? kötü polis dövsün, dört elle iyi/sivil polise sarıl.
    Cevapla Toplam 5 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat