Başkanlık sistemi ve etkinlik

  • GİRİŞ01.04.2015 11:56
  • GÜNCELLEME01.04.2015 11:56

Bu bağlamda kurulacak sistemin her halükarda denge ve denetim (fren) mekanizmalarına sahip olması gerektiğine vurgu yapmıştım. 

7 Haziran seçimlerine doğru ilerlerken seçim tartışmasının ana gündem maddesi başkanlık tartışması olacak. Bundan kaçış yok. Siyasi partiler buna göre pozisyon alıyor. İşin doğrusu pozisyon almaları bekleniyor. Ancak görüldüğü kadarıyla pozisyonlar daha çok Erdoğan sevgisi veya nefreti ekseninde konumlanıyor. Bu da sistem tartışmasına çok da giremeyeceğimiz anlamına geliyor. Biz bu tepkisel pozisyonları bir kenara bırakıp, ciddiye alınabilir argümanlar üzerinden tartışmamıza devam edelim. 

Türkiye’nin hantal bir anayasal düzenle yoluna devam etmesi mümkün değil. Dünya siyasal, ekonomik ve sosyolojik olarak hızla değişirken, siyasal iktidarları kilitleme ve çalıştırmama üzerine kurulu yüzyıllık anayasal düzen ile yola devam etmesini kimse Türkiye’den beklememeli. 

Bu yüzden hükümet modeli tartışmalarında, “etkinlik” çok ama çok önemli bir parametre olacaktır. Etkinlik millete ait egemenlik yetkisinin hızlı ve verimli bir şekilde kullanılması anlamına gelir. Buna itiraz etmenin anlamı yok. Millet kendine ait egemenliğin kullanımını bir makama veya organa devrediyor ve bunun için de kendi cebinden bir kaynağı kullanıma sunuyorsa, o organ veya makamın iş yapmasını, verimli ve sonuca etkili bir şekilde yapmasını bekler. 

Siyasal kurumların yaratılış gayesi bu. Hiçbir sistem, işlemesin, çalışmasın, zaman ve kaynak israfı yapsın diye üretilmez. Sorunları çözsün, talepleri karşılasın ve bunları da hızla yapsın diye kurulur. Bir sistemin denge, denetim ve fren mekanizmalarına sahip olması gerekliliği, sistemin etkinliğini engellememeli. Bir araçtaki frenin varlığın gayesi, aracı hareket ettirmemek değilse ve bir yolculuğu, ayak sürekli frende olacak vaziyette tamamlama imkanı yoksa, denge ve denetim mekanizmasını da hükümeti kilitleme ve çalıştırmama imkanı olarak görmemek gerekir. 

Türkiye’de muhalefetin denge ve denetimden anladığı elbette demokratik kurumları kilitlemeden başka bir şey değil. Bu yüzden Mustafa Kemal’in yapımında bizatihi rol aldığı 1921 ve (ideolojik referansları dışında)1924 anayasalarına pek atıf yapmazlar. Varsa yoksa 1961 Anayasası benzeri bir sistemi Türkiye’de yeniden tesis etme çabası içindedirler. “Özgürlükçü anayasa” perdesi altında bu anayasanın savunulmasının ana gerekçesi, demokratik siyasi iradeyi kilitliyor olmasıdır. Elbette bu kilitleme, bürokratik seçkinlerin kontrolünde olan kurumlar lehine bir alan yaratıyor. Muhalefet açısından parlamenter sistem savunusu, 1961 Anayasası modelinin yeniden Türkiye’ye uygulanması imkânı sağladığı için çok cazip. Örneğin İngiltere’deki Westminister modeli parlamenter sisteme tamam demeleri oldukça güç. 

Muhtemel bu yüzden, özgürlükler açısından dünyanın en ileri anayasası dahi olsa, eğer başkanlık sistemini içeriyorsa, bu anayasa muhalefet tarafından reddedilecektir. 

yazının devamı için tıklayınız

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat