Millet Olmak

  • GİRİŞ17.10.2015 10:04
  • GÜNCELLEME18.10.2015 09:16

 “Türk Milleti” kimliğinde birleşmek, millet olmayı, milletin bir ferdi olmayı hissetmek, acıda ve sevinçte kutuplaşmamak, ayrışmamak, ortak değerlere bağlı olmak, ülkeyi ve milleti sevmek, birlikte üretmek, gelişmek, yaşamak ve geleceğe iyi eserler bırakmak, birbirimizin gözünü oymamak, milleti oluşturan bireylere “insan” olduğu için sahip çıkmak, etnik kimlik, din ve siyaset üzerinden düşmanlaşmamak gerekir. Tüm bunları yalnızca teoride, yazıda, sözde değil de pratikte uygulamaya koyamadığımız ve düşmanı sevindiren, dostu ise kahreden, kısır döngüye dönüşmüş tartışma ve kavgalar sürdüğü müddetçe bize huzur, sükun ve istikrarlı yaşam “haram” gözükmektedir.

Ayrışmanın, kavganın, kan dökmenin ve parçalanmanın kimseye faydasının olmayacağı bir gerçektir ve çoğunluk da bunun farkındadır. Etrafımıza bakalım; ülke elden gittiğinde, parçalandığında, değişik çıkarların peşinden koşanların üşüştüğü, “devlet” kavramının kaybolmaya yüz tuttuğu ve yerini anarşinin, keyfiliğin ve hukuksuzluğun aldığı coğrafyamıza bir göz atalım; kim ne halde, aileler, ocaklar, yurtlar nasıl dağılmış, gidecek yeri olmayan, sığınacak bir yeri bile bulamayan insanların hayatları kaybolup gitmektedir. Bu duruma düşmemeliyiz. Çocuklarımız ve geleceğimiz bu tür kahredici bir yaşamı hak etmemektedir, buna izin de veremeyiz. Türk Milleti; yurdun, birliğin, beraberliğin ve tüm kötülüklere karşı ortak duruş sergilemenin ne kadar önemli olduğunun bilincinde olmak zorundadır. İç savaş narası atanları sevindirmemeliyiz. Bu Ülkenin milleti ve devleti vardır. Devlet, Milletinden aldığı yetkiyle kamu kudretini kullanmaktadır.

Söylediğimiz gibi, “millet olmak” acıları ve sevinçleri birlikte yaşamak, hissetmek, milli meselelerde aynı duygu ve düşünceleri paylaşmak demektir. Bu duygu yaşandığı sürece millet olma bilinci devam eder, ancak ayrışır, etnik kimlik, din ve siyasi görüş üzerinden kutuplaşırsak, yalnızca zayıflar, güç kaybeder, düşmanı sevindirir, Ülkemizi ve geleceğimizi heba ederiz. Oysa Atalarımız, koruyalım ve gelecek nesillere bırakalım diye Ülkeyi bize emanet ettiler.

Bu açıklamalardan sonra, Millet olarak yüzümüzü güldüren bir konuya dikkat çekmek ve hakkını teslim etmek isteriz.

Doğu Perinçek’in İsviçre’ye karşı İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nde elde ettiği hukuki zaferi değerlendirmeden geçmemeliyiz. Sayın Perinçek, ifade hürriyeti ve sözde Ermeni Soykırımı ile ilgili önemli ve kesin bir sonuç aldı. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu milli davada Sayın Perinçek’in yanında durdu ve doğru olanı yaptı. Bu milli meselenin peşinde koşan kişinin etnik kimliği, dini ve siyasi görüşü önemli değildir. Önemli olan, o insanın bir milli davanın ve Milletini ilgilendiren bir meselenin peşinden gitmesi idi.

Bu yargı kararı sonrasında İsviçre’nin, “Ermeni Soykırımı iddiası doğru değildir” sözünü söylemeyi yasaklayan ve cezalandıran mevzuatını değiştireceğini ve sözde Ermeni Soykırımı iddiasının tartışılamaz olmaktan çıkacağını, bir tabu olarak kabul görmeyeceğini ifade etmek isteriz.

Esasında, içeriğinde cebir-şiddet, tehdit ve hakaret içermeyen her düşünce söylenip yazılabilmelidir. Demokratik hukuk toplumu olmanın gereği; kamu otoritesinin, çoğunluğun beğenisi olmasa da karşı görüşlere saygı duyup tahammül etmektir. Tarihte yaşandığı söylenen bir vakıanın, somut gerçekler saptırılarak, zorla, soykırım olarak kabul ettirilmeye ve aksi yönde düşünenlerin de bir ırka yönelik incitici görüşler ortaya koyduğundan bahisle cezalandırmaya çalışmak, hem meselenin siyasete alet edilmesi ve hem de ifade hürriyetinin özünün zedelenmesi anlamına gelecektir.

Sözde Ermeni Soykırımı iddiasını, 2. Dünya Savaşı’nda yaşanan Yahudi Soykırımı ile karıştırmamak gerekir. Yahudi Soykırımı, “Jenosit” kavramının 1948 yılından itibaren kabul edilmesinin bir nedenidir. Bundan dolayı birçok Alman yargılanıp mahkum edilmiştir. Maddi vakıa, oluş şekli, sebep, zaman ve sonuçları itibariyle 1915 yılında yaşananlar ile 1938 sonrası aynı kefeye koyulamaz.

1. Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu canı ile uğraşmış ve var olma savaşı vermiştir. Tehcir Kanunu (Sevk ve İskan Kanunu), 27 Mayıs 1915 tarihinde savaş halinde olan Osmanlı İmparatorluğu’na karşı gelenler hakkında askeri birlikler tarafından gerekli tedbirlerin alınması amacıyla kabul edilen bir kanundur. Asıl adı, “Savaş Zamanında Hükümet Uygulamalarına Karşı Gelenler Hakkında Asker Tarafından Uygulanacak Önlemlere Dair Geçici Kanun” olup, 1 Haziran 1915 günü Resmi Gazete’de yayımlanmak suretiyle yürürlüğe girmiştir. Bu Kanun, Osmanlı Ermenileri’ne uygulanıp birçok insanın ölümüne neden olduğundan, zamanla Ermeniler tarafından “Ermeni Soykırımı” veya “Etnik Temizlik” olarak anılmaya başlanmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin bu konuya bakış açısı nettir; savaş döneminin Osmanlı İmparatorluğu’na verdiği zararları azaltmayı hedefleyen 1915 Tehcir Kanunu’nun amacı etnik bir temizlik değildir. 1. Dünya Savaşı’nın yıkıcı sonuçları, Osmanlı İmparatorluğu ve halkı açısından birçok kayba neden olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu, Ermenileri bir planın icrası suretiyle etnik temizliğe tabi tutmamıştır. Bu şekilde bir kabul, tarihi gerçeklere aykırıdır.

Hal böyle iken; sebep ve sonuçları itibariyle çok farklı olan, yargılaması yapılan ve Almanya tarafından da “Soykırım” olarak kabul edilen 2. Dünya Savaşı’nda yaşananlar ile 1915 Tehcir Kanunu’nun sebep ve sonuçlarını aynı veya benzer görmek, Osmanlı İmparatorluğu’nun, Almanya’da Nasyonal Sosyalistler gibi hareket etmekle ve “ari ırk” amacına ulaşmakla itham etmek abesle iştigaldir, konuyu bilmemektir, taraflı ve kötüniyetli konuşmaktır.

Milletin her ferdi, Sayın Perinçek gibi milli davalarına sahip çıkmalı ve başarı için çalışmalıdır. Milet olma ve kendini o millete ait hissetme bilinci bu şekilde gelişip pekişir. Millet olduğumuz ve milli birliği sürdürdüğünüz sürece hayatta kalabilirsiniz. Aksi halde; kavga, kaos, anarşi ve belki de parçalanma kaçınılmaz hale gelebilir.

Son söz; 10 Ekim 2015 günü Ankara Tren Garı önünde meydana gelen menfur terör saldırısında hayatlarını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, kederli ailelerine başsağlığı, yaralananlara acil şifalar dileriz.

En son söz; Umutsuzluğa asla kapılmamalıyız. Ülkemizde iyi bir hukuk ve yargı sistemini inşa edip, hukuk güvenliği hakkını herkesin güvenebileceği şekilde koruyup kollamak esastır. Bu hedef; üretimin, bilim-tekniğin, hak ve hürriyetlerin, insanca yaşamanın ve demokrasinin hammaddesidir.

Yorumlar3

  • Sibel hn 7 yıl önce Şikayet Et
    Objektifliginiz için tskkur ederiz ersan bey
    Cevapla
  • cüneyt 8 yıl önce Şikayet Et
    yüreğinize sağlık
    Cevapla
  • ZMC 8 yıl önce Şikayet Et
    Ersan bey sizi hep takdir ettim. ALLAH sizin gibi hukuçularımıza fırsat versin.
    Cevapla
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat