Ana dilde savunma
- GİRİŞ24.10.2012 08:09
- GÜNCELLEME24.10.2012 08:16
Anayasa m.3/1'e göre, Türkiye Cumhuriyeti Devletini oluşturan Türk Milleti'nin dili Türkçedir. “Ana dil” kavramını reddetmemekle birlikte, üniter yapıya uygun, güvenlik-adalet, eğitim-öğrenim ve sağlık hizmetlerinin tek bir dil üzerinden yapılması esasından hareket eden bu anlayış, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş ve sistemine de uygun düşmektedir. Dilde birlik; ülke, millet ve devletin birlik ve bütünlüğüne uygun olmanın yanında esas olarak, kamu hizmetlerinin herkesin birbirini anlayabileceği, yani hizmet sunan ve alanın birbiri ile anlaşabileceği aynı dil üzerinden gerçekleştirilmesi demektir.
Toplumu oluşturan birey ve toplulukların sahip oldukları ana dillerin çeşitliliği dikkate alınmak suretiyle kamu hizmetlerinin sunulması, beraberinde birçok sorunu gündeme taşıyacaktır. Aynı toplumu oluşturan bireylerin, zaman ile birbirlerini anlayamaması, ayırımcılık, kamu hizmetlerinin isabetli şekilde sunulamaması, aynı duruşma salonunda bulunan insanların farklı dilde konuşması, bu sorunlardan sadece birkaçını oluşturmaktadır. Kamu hizmetlerinin sunum alanı dışında ana dilin kullanılması ile ilgili bir sorun bulunmamaktadır.
Esas olan, ana dil çeşitliliği dışında, toplumu oluşturan bireylerin birbirini anlayabileceği bir dilin kullanılmasıdır. Bu esas, hem ülkede birliği ve hem de birbiri ile aynı dil üzerinden iletişim kurabilme kolaylığını getirecektir. Toplumun ortak kullanacağı dilde birlik konusu, basite alınacak veya ifade özgürlüğünü istenilen dilde kullanılabilmesi kapsamına sıkıştırılacak bir mesele değildir. Dilde birliği savunmak, ana dilin kullanımını engellemek veya ortak dilin kullanımını dayatmak olarak algılanamaz. Her ulusun ve toplumun kullandığı bir ortak dil olmak zorundadır. Anlaşamayan, ortak bir dil üzerinden iletişim kuramayan, ortak dil ruhunu hissetmeyen ve birbirine yabancılaşan bireylerin ulus ve toplum olabilmesi ya da birliğini devam ettirebilmesi mümkün değildir.
Bu tespitlerin ardından, ana dilde savunmanın hukuki sakıncalarını ortaya koymak isteriz.
Son zamanlarda, “ana dilde savunma” adı altında yeni bir uygulamanın ceza soruşturması ve kovuşturmalarında başlatılmaya çalışıldığını görmekteyiz. Şüpheli ve sanığın, hakkındaki suçlamayı anlaması ve savunma hakkını kullanması esastır. Meramını anlatacak düzeyde Türkçe anlayan ve konuşan şüpheli ve sanık, Türkçe yerine başka bir dil kullanarak savunma yapamaz. Meramını anlatacak ölçüde Türkçe bilmeyen şüpheli ve sanık ise, mutlak şekilde ücretsiz tercüman yardımından faydalandırılmalıdır. Aksi halde, şüpheli ve sanığın savunma hakkı kısıtlanmış, dürüst yargılanma hakkı ihlal edilmiş olacaktır. Şüpheli ve sanığın meramını anlatacak düzeyde Türkçe bilip bilmediği, soruşturma ve kovuşturma aşamalarındaki konuşma ve yazılarından, eğitim ve öğrenim durumundan, diğer delil ve emarelerden kolaylıkla tespit edilebilir.
Tüm soruşturma ve kovuşturmalarda, Türkçe kullanılmak zorundadır. Savcılık ve mahkemelerin kullandığı dil Türkçedir. Anayasa m.3/1'de, Türkçenin resmi dil olduğu kabul edilmiştir. Bu dil, Ülke egemenliğinin bir görüntüsüdür. Türkçe bilenler tarafından bu dilin yargı makamları önünde kullanılması zorunluluğunun, “hukuk devleti” ilkesini, savunma ve dürüst yargılanma hakkını ihlal eden bir yanı da bulunmamaktadır. Üniter yapı içinde kullanılan dilin, yargı makamları önünde de kullanılmasının öngörülmesinde hukuki bir sakınca bulunmamaktadır.
Ceza Muhakemesi Kanunu m.147 ve 191'de; soruşturma ve kovuşturma aşamalarında, şüpheli ve sanıkların bazı haklara sahip olduğu, bu kişilere yüklenen suçun anlatılacağı ve diğer haklarının da bildirileceği ifade edilmiştir.
“Tercüman bulundurulacak haller” başlıklı CMK m.202'ye göre, “(1) Sanık veya mağdur, meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe bilmiyorsa; mahkeme tarafından atanan tercüman aracılığıyla duruşmadaki iddia ve savunmaya ilişkin esaslı noktalar tercüme edilir.
(2) Engelli olan sanığa veya mağdura, duruşmadaki iddia ve savunmaya ilişkin esaslı noktalar, anlayabilecekleri biçimde anlatılır.
(3) Bu madde hükümleri, soruşturma evresinde dinlenen şüpheli, mağdur veya tanıklar hakkında da uygulanır. Bu evrede tercüman, hakim veya Cumhuriyet savcısı tarafından atanır”.
Şüpheli veya sanık, Türkçe bilip de sözlü ve yazılı savunma yapmaktan, hakim ve mahkemenin sorularına cevap vermekten kaçınmakta ise, bu durumda şüpheli veya sanığın CMK m.147 ve 191 gereğince susma hakkını kullandığı ve savunmasını bu şekilde yaptığı kabul edilmelidir. Türkçe bilip bilmemenin, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmakla bir ilgisi bulunmamaktadır. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olsa da Türkçe bilmeyen veya meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe bilmeyen şüpheli dahi, bu durum soruşturma aşamasında anlaşıldığında tercüman hakkından derhal yararlandırılmak zorundadır. Ancak meramını anlatacak derece Türkçe bilen kişinin, meramını Türkçe anlatması da yasal bir zorunluluktur.
Konunun hukuk devleti, özgürlük, savunma hakkı ve dürüst yargılanma hakkı ile bir ilgisi bulunmamaktadır. Türkçe bildiği halde, savunmasını başka dil kullanarak yapmanın kabul edilebilir bir tarafı ve mantığı yoktur. Konunun tercüman yardımından faydalanma ile de bir ilgisi bulunmamaktadır. “Adil/Dürüst yargılanma hakkı” başlıklı İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nin 6/3-e hükmüne göre, “Sanık, mahkemede kullanılan dili anlamıyor veya konuşamıyor ise, bir tercümanın yardımından ücretsiz şekilde yararlanma hakkına sahiptir”. Görüldüğü üzere hüküm, mahkemede kullanılan dili bildiği halde kullanmak istemeyen ve başka bir dilde savunma yapmak isteyen sanığa tercüman yardımından faydalanma hakkı tanımamaktadır. Ülkemizin bağlı olduğu bu Uluslararası Sözleşme, mahkemelerde kullanılan dil dışında sanığa tercih imkanı tanımamış, yalnızca mahkemenin kullandığı dili anlamayan veya konuşamayan sanığa bir tercümanın yardımından ücretsiz olarak faydalanma hakkı tanımıştır.
Türkçe bildiği halde kendi ana dilinde savunma yapmayı talep etmek, Ülkeyi, egemenliği, yargıyı tanımamak, kendi kuralları ile işine geldiği gibi hareket etmektir. Bir ülkenin egemenliği, yargı ve cezalandırma yetkisini kullanabilmekle ölçülür. Ülke, hukuk kurallarını koyamıyor ve işletemiyorsa, egemenlikten ve düzenden bahsedilemez. Mahkemenin kullandığı dili bildiği halde kullanmayıp keyfi şekilde başka bir dili kullanmaya çalışan şüpheli veya sanığa bu imkan tanınmadığında, insan hakları ve savunma hakkı ihlal edilmiş olmayacaktır. Türkçeyi konuşup anladığı halde kullanmamakta ısrar eden şüpheli ve sanığın, bu durumda susma hakkını tercih ettiği ve bu şekilde savunma hakkını kullandığı kabul edilmelidir. Çünkü tercümandan yararlanma hakkı, meramını anlatabilecek kadar Türkçe bilmeyen kişilere tanınmıştır.
Prof. Dr. Ersan Şen - Haber 7
ersansen@hotmail.com
Yorumlar3