Türkiye'nin Afrika'da ne işi var?

  • GİRİŞ26.01.2015 10:03
  • GÜNCELLEME27.01.2015 09:44

Türkiye yüz yıl sonra hapsolduğu durumdan kurtulmakta, mahkum edilmek istendiği rolün dışına çıkmaktadır. 

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Dünya Batılı ülkeler tarafından paylaşılmış ve bu durum bize Lozan’la birlikte yansıtılmıştır. Mesele bir Lozan tartışması yapmakla ilgili olmanın çok ötesinde, birinci savaşın belirlediği “dünyanın yeni statükosu” çerçevesinde bir konudur. Buna göre Asya, Afrika, Ortadoğu hatta bütün dünya paylaşılmış bulunmaktadır. 
 Aslında yağmalanan en başta bizim imparatorluğumuz, bizim topraklarımızdır. Kimse bugün kalkıp “neden bizim ülkemiz olsun, neden bizim topraklarımız olsun” demesin, o gün Selanik neyse İstanbul odur, Bağdat, Halep, Bingazi neyse İzmir, Antep, Hatay odur. Birinci savaşın kaybedenleri arasında başta biz ve dünyanın mazlum milletleri vardır. 

Yeni bir dünya kuruluyor 

Birinci savaştan sonra kurulan Dünya Sistemi merkezinde gelişmiş batılı kapitalist ülkelerin yer aldığı, çevresinde sömürge ve bağımlı ülkelerden oluşan bir yapıya sahiptir. Bağımlı ülkeler batının üstünlüğünü kabul etmek durumunda kalmışlardır; çünkü batı güçlüdür ve o günkü dünyada alternatif olarak sadece Sovyetler Birliği vardır ve bu sistemde başta Kafkas Müslümanları olmak üzere bütün Türk ülkelerini işgal edip sömürgeleştirmiştir. 
İkinci Dünya Savaşı sonrası “dünya sistemi” içinde iki değişim yaşandı. Birincisi batının yani sistemin patronu değişmiştir. Artık ABD bütün kapitalist dünyanın lideridir. İkincisi, sömürgelerin bağımsızlaşma süreci başlamıştır. 
Dünya’da bunlar olurken, Türkiye Lozan’la başlayan batıyla uyumlu-batıya bağımlı çizgisinde ilerlemeye devam etmiştir. Sovyetlerin ikinci savaş sonrası “Doğu Avrupa’yı işgali, Türkiye’den toprak talebi” Batı-Türkiye ilişkilerinde yeni bir aşamaya yol açmış, hem ekonomik hem askeri alanda farklı bir işbirliği-bağımlılık ilişkisi ortaya çıkmıştır. Burada hemen vurgulamak gerekir ki, Lozan sonrası takip edilen siyaset de, NATO sonrası takip edilen siyaset de “Batının dünya sistemi içinde kalan, onun sınırlarına dahil olan” 
bir siyasettir. Dayandığı temel çizgi bellidir: İçe kapalı, kendi kültür coğrafyasına sırtını dönen, özellikle İmparatorluk coğrafyasıyla asla ilgisi olmayan bir siyasettir bu. 

Mazlumların uyanış vakti

Demek ki batılılaşma diye yere göğe konulmayan siyasetin esası, içerde kendi halkının kültürüne karşı savaş açmayı gerektirirken, dışarıda da batının oyun sahasının dışında kendine biçilen yerde durmayı benimsemek olarak tezahür etmektedir. Bu bakımdan “Türkiye’nin demokratikleşmesi bu iki yönlü kıskacın kırılması” anlamına gelmektedir. Türkiye demokratikleştikçe üzerine giydirilmiş olan deli gömleğini parçalamakta, zincirlerinden kurtulmaktadır. 

yazının devamı için tıklayınız

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat